31 Aralık 2024 Salı

2024 Biterken...

Bu yıl dördüncü kez yazdığım yıl sonu raporuna hoş geldiniz. Blogu epeydir boşladığımın farkındayım, bundan memnun değilim, umarım yeni yılda 5-10 kişinin okuduğu yeni yazılar yükleyebilirim. 

Kronolojik başlıyorum;

Yıla Julia Deck'in Kış Üçgeni romanını okuyarak başladım, Fransız yazarımız psikanalizden bir hayli nasibini almış görünüyor, daha önce Viviane Elisabeth Fauville romanını okuyup beğenmiştim. Ana akım olmayan işlerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamamı sağladı kendisi, Deniz Yetkin'in çevirisiyle okuduk. Ardından Çetin Balanuye, Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor? kitabını okudum. Felsefik metinlere daha fazla zaman ayırmamız gerektiğini bana nazikçe hatırlatan bir metin oldu kendisi. 

Bir ara kısa filmler izler oldum, Youtube'daki Animatic kanalını bu amaçla siz de takip edebilirsiniz. Salvation Has No Name, iyi bir animasyon olarak karşıma çıkmıştı. William Styron, Karanlık Gözükünce kitabı depresyon denen mereti daha iyi anlamamı sağlayarak beni birkaç günlüğüne ruhun zifiri karanlık köşelerine götürmüştü, Tomris Uyar çevirisi.

Bir kapitalizm gösterisi olarak savaşlar olanca hızıyla devam etti. Ocak ayının sonlarına doğru Jeremy Corbyn'den çok haklı bir isyan gelmiş ve kendisi şu soruyu sormuştu: "Neden insanları bombalamak için her zaman para var da, insanların beslenmesi, barınması veya onlara bakılması için hiç para yok?" Tea Obreht'in Kaplanın Karısı romanını okuyup Bozkır'dan daha çok beğendim, Kaplanın Karısı, Merve Sevtap Ilgın çevirisi. 

Şubat ayında yine Jeremy Corbyn'e kulak verdim, ateşkes çağrısını paylaştım: "Gazze'deki çocuklar o kadar aç ki hayatta kalabilmek için hayvan yemi yiyorlar. Siyasi liderlerimizin sessizlikleriyle normalleştirdiği şey budur. Ateşkes, insanların ölmesini durdurmaya yönelik temel taleptir ve insan yaşamının eşitliğine inanan herkes tarafından yapılmalıdır."

Per Petterson'un Türkçeye çevrilen tüm kitaplarını Reddediyorum'la okuyup bitirmiş oldum, Banu Gürsaler Syvertsen çevirisi. Artık gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, bir Petterson romanının kötü çıkma ihtimali yok. Mart ayında bir dönem çoğu kişinin okuyup hayran kaldığı Agota Kristof'un Büyük Defter-Kanıt-Üçüncü Yalan serisini okudum, ben de hayran kaldım, Ayşe İnce Kurşunlu çevirisi. Yine Mart ayında Mahir Güven'in Ağabey'ini okuyup etkilendim, Fransa'nın taşı toprağı edebiyat resmen, Ebru Erbaş çevirisi. 

Nisan ayında uzun yıllardır uzak durduğum Truman Capote'ye döndüm, Ayşe Ece çevirisiyle Soğukkanlılıkla'yı okudum, müthiş bir metin. Sivert Høyem sevmeyenle olmaz diyerek kendisinin yeni şarkılarını dinledim, örneğin Two Green Feathers'a bayıldım. Mayıs ayında Marian Engel'in Ayı'sını okudum, acayip bir metin, Duygu Akın çevirisi. Ardından Rachel Corbett'in Hayatını Değiştirmelisin kitabını bir çırpıda okudum, haftalarca etkisinde kaldım. Böyle biyografilere can kurban, Kerime Dalyan çevirisi. Aynı ay Replikas'ı özledim ve en sevdiğim albümleri Dadaruhi'ye sardım, tekrar ve tekrar dinledim. Ayın sonunda öykülerine bayıldığım William Trevor'dan Son Öyküler'i okudum. Her sabah bir öykü şeklinde ilerledim, önümüzdeki yıllarda bir kez daha mutlaka okurum, Püren Özgören çevirisi. 

Haziran ayında hayatımda ilk kez Heybeliada'ya gittim, güzel değişiklik oldu benim için. Aynı ay Graham Music'in Doğa ve Yetiştirme'sine başladım, hâlâ azar azar okuyup devam ediyorum, nefis kitap, Esra Cesur çevirisi. İspanya'dan bir duvar yazısına denk geldim: "Bizi soyanlar göçmen ve yoksul değil, buralı ve zengin." Tanıdık geldi mi? Görseli yukarıda.

Temmuz'da Clara Dupont-Monod'nun Taşların Anlattığı romanını okudum, Bahadırhan Bozkurt'un çevirdiği romanın anlatım tekniğini başarılı buldum, insan olma deneyimini bu yönden okumak bana iyi geldi. Yine Temmuz'da, çıkışının üstünden onca zaman geçmesine rağmen nasıl olup da Maskott'un ilk ve tek albümü Tuval'e kulak vermediğime hayıflandım, harika bir albüm, kulaklarımın pası silindi. 

Ağustos ayında grafik romanlara eğilmeye başladım, Manu Larcenet'nin Grup Terapisi'ni okumak beni epey düşündürdü, Tolga Üyken çevirisi. Aynı ay Replikas'ın solisti Gökçe Akçelik'i kaybettik, müzik dünyamız adına çok büyük bir kayıp. Yine Ağustos'ta, Timothé Le Boucher'nin Hasta'sını okuyup hastası oldum. Hem çizimler hem de hikâye çok iyi. Ardından Guy Leschziner'in Beynin Gece Hayatı kitabını okudum, Metis'in bilim dizisi çok iyi hakikaten, özellikle nöroloji ilgi alanlarımdan olduğu için bu kitaplarına bayılıyorum, Zeynep Arık Tozar çevirisi. Dick Matena'nın muhteşem çizimlerinin yer aldığı İkonlar'ını tekrar okudum, Gül Özlen'in çevirisiyle dilimize kazandırılan eserin koleksiyonerlerin arşivinde olması gerektiğini düşünüyorum. Bitmedi, çizgi romanlara dalınca uzun süredir elimde olan ama bir türlü başlayamadığım Johnny Cash, I See A Darkness'ı okudum. Birkaç haftayı Cash şarkılarıyla geçirdim, Bilge F. İnandı çevirisi.

Eylül'de Boris Cyrulnik kitaplarına sardım ve Şahane Bir Mutsuzluk'la Çirkin Ördek Yavruları'nı okudum, iyi metinler, öneririm, Hasan Can utku çevirileri. Eylül'de öykü okumamak olmaz deyip Claire Keegan'ın Mavi Tarlalardan Yürü kitabını her sabah bir öykü şeklinde okuyarak öykü açlığımı gidermiş oldum, Duygu Şahin çevirisi. Eylül ve Ekim aylarında Frederik Peeters'ın Mavi Haplar ve Oleg kitaplarını okudum, çizimleri ve hikâyelerin akış şekli "benlik"ti, çok beğendim, Doğan Şima ve Damla Kellecioğlu çevirileri. 

Ekim ayında Eylem Ata'nın Yanımda Kal'ını okudum. Karakterlerin öncesi ya da sonrası hikâyelerine farklı öykülerde yer veren Eylem Ata, zor bir iş başarmış. Daha önce Tim Winton’ın Dönüş kitabında rastladığım bu tekniğin daha rafine halinin Türkçede yapılmasına ayrıca sevindim. Bu kitap umarım daha çok okura ulaşır. Yine Ekim ayında ilk kez adıma web sitesi açtım, tunabahar.com Bir şey olacağından değil de, yerimiz yurdumuz belli olsun mantığı işte. Alexandre Seurat'nın Sakar'ını yine bu ay okudum, ülkemizde iyi baskı yaptı bu kitap, hassas ve önemli bir konudan roman kotarmış yazarımız, takip edilesi, Nesrin Demiryontan çevirisi. Eugene Ionesco'nun Kel Şarkıcı oyun metninden çok etkilendim, aylar önce yazdığım kendi oyun metnimin ne olacağını bil(e)mediğim için akıbetini merak ettim, Ayberk Erkay çevirisi. Ayın sonunda Funda Akkapulu'nun bir araya getirdiği metinlerden oluşan Hangi Otorite'yi okudum, yazılar nokta atışı. Aynı günlerde bir arkadaşla yazışırken yanlışlıkla yeni bir kaygı türü buldum; weekendphobia. Kendisiyle hafta sonu buluşulmama korkusu, anlamına gelen keşfim vatana millete hayırlı olsun. Kaynak göstermeden kullanabilirsiniz. 

Kasım ayının neredeyse tamamını Aylin Aslım'ın Aşk Geri Gelir şarkısıyla geçirdim, çünkü kendisi mükemmel bir şarkı. 

Aralık ayında Bülent Somay'ın Ailenin Ötesi kitabını okudum, yazarımız yine döktürmüş, Somay'ın yazım tarızını epey beğeniyorum. 

Bu ay aynı zamanda filmlere ağırlık vermeye başladım, yıl boyunca sürekli bir şeyler izlesem de bu aydan itibaren sistemli bir şekilde izlemelerim oldu. 1977 yapımı Özel Bir Gün, 1973 yapımı Bir Evlilikten Manzaralar, 1994 yapımı Yengeç Sepeti, 2005 yapımı Mürekkep Balığı ve Balina, 2004 yapımı Beş Kere İki, 2004 yapımı Aşk Artık Burada Oturmuyor, 2023 yapımı Mother, Couch, 2023 yapımı His Three Daughters tek paragrafta yazabileceğim beğendiğim filmler oldu. 

Son söz olarak; "bazen birini unutmanın en iyi yolu, onu yeniden görmektir" demiş Romain Gary. Ben de nasibimi aldım bu konuda, yeniden gördüm ve unuttum. 

2025 için herkese sağlık ve huzur diliyorum. 

Sevgiler,

Tuna

27 Eylül 2024 Cuma

Vücudunuz hayır diyorsa


"Çocukken kendinizi kötü hissettiğinizde annenize veya babanıza bunu hiç söyler miydiniz?" diye soruyorum.

"Fiziksel olarak kötü hissediyorsam söylerdim. Fakat duygusal olarak hiç söylemezdim. Bu konularda konuşmayı hiçbir zaman beceremedim. Neden bilmiyorum. Sanırım fazla kişisel ve özel bir mesele olduğu için. Şu anda daha iyiyim bu işte. Beş yıl önce olsa sizinle hiçbir şey konuşmazdım."

Görüşme yaptığımız sırada Fiona'nın hayatındaki doğrudan stres kaynakları evliliyle alâkâlıydı. Sekiz yıldır evliydi ve iki çocuğu vardı. "Kocam depresyon ve panik atak geçiriyor. Yoğun anksiyete dönemleri oluyor - onu tanıdığımdan beri böyle aslında. Kendisi muhteşem biridir ve onu gerçekten çok seviyorum. Merhametli bir insandır, fakat ona bakmak beni çok yordu. Annesi oldum çıktım. Üç çocuğum var yani - biri otuz dokuz yaşında, biri altı yaşında, biri de iki yaşında."

"Bunlar farkında olduğunuz sorunlar. Ağrılarınız dikkatinizi yöneltmediğiniz başka bir şeyi yansıtıyor olabilir mi acaba? Ağrıları bir problem olarak görmek yerine, belki de bağırsaklarınız size bir şey söylemeye çalışıyordu diye düşünür. Duygusal sinyalleri görmezden gelince, beden 'Oldu o zaman, al sana fiziksel sinyal,' der. Onları da görmezden gelirseniz, başınız gerçekten dertte demektir.

(...)

"İstenmediğimi biliyorum. Bunu ilk ne zaman fark ettim tam emin değilim, belki gençliğimde, belki de yetişkinlikte. Annemin bana söylediği şeyleri düşünüyordum ve bu yöndeki işaretlerin çocukluğumdan beri olduğunu, fakat benim onları fark etmediğimi anladım. Tek bildiğim kendimi hiç huzurlu hissetmediğimdi. Annem bana hep 'Bence sen bu aileye ait değilsin. Bence bize yanlış bebek verdiler,' derdi. Ve bunu suratında bir gülümseme ile söylerdi. Tabii insanlar çoğu zaman ciddi bir şey söylerken şaka yapıyormuş gibi yaparlar."

13 Ağustos 2024 Salı

Hasta, Timothé Le Boucher







Hasta, Fransız çizgi romancı Timothé Le Boucher'nin dilimizdeki son eseri. Çizimleriyle olduğu kadar konuşma akışıyla da okuru yakalamakta zorlanmayan bu eseri sevdim. Beni yakalayan asıl nokta yazarın, insan ruhunun katmanlarını zariflikle okura gösterebilmesi oldu.

Zor kişiliklerin baskın geldiği, ihmal ve istismarın olduğu evlerde büyüyen çocukların kişiliklerinin ve dünya algılarının ne kadar çarpıtılabileceğini patoloji kitapları haricinde bir sanat eserinde görme fırsatını yakalamış oluyoruz. Hâl böyle olunca kitapta psikoterapi kaçınılmaz oluyor elbette. Ve bildiğimiz üzere psikoterapi pozitif bir bilim olduğu kadar sanatsal yönleri de olan eşsiz bir deneyimdir.

Oldukça ağır ve travmatik bir konuyu böylesine estetize edebilen yazar ve çizeri tebrik etmek lazım. Ayrıca kitabı Türkçeye kazandıran Doğan Şima ve Baobab Yayınları da alkışı hak ediyor.

9 Mayıs 2024 Perşembe

Düş Kapanı

 


"Derviş ben bu dünyaya ne için geldim?"

Eskiden olsa uzun uzun susardı derviş. Sonra bir soruyla bana karşılık verir, konuyu uzattıkça uzatırdı. Fakat bu kez acelesi varmış gibi, bir an önce bitirip gitmek istermiş gibi hızlıca cevap verdi.

"Sen bu dünyaya anlatmak için geldin. Her insanın farklı bir amacı ve kişisel menkıbesi vardır bu hayatta. Sen diğer insanları görebiliyor, anlayabiliyor, yorumlayabiliyorsun. Olaylara bakış açın farklı ve bu seni bir anlamda özel yapıyor. Biliyorum zaman zaman anlatmaktan yoruluyorsun ancak kişi kendi menzilini bulup bu yolda ilerlediği sürece mutlu olabilir. Aksi halde yolda olmanın sana bir faydası dokunmayacaktır.

Seninle ilgili bu kadar şeyi nasıl bildiğimi düşünüyorsun, buna eminim. Seni kendim kadar iyi biliyorum evlat. Ben bin yıldır bu topraklarda yaşarım, her şeyi görür her şeyi duyarım. Sen bu dünyaya anlatmak için geldin. Bildiğin şeyleri, gördüğün şeyleri insanlara anlatacaksın. Bazen bir insanın gözünün önündeki şeyi görmesi için birisinin parmağıyla ona işaret etmesi gerekir. Sen görülmeyeni gösterecek, anlatılmayanı anlatacaksın. Bunun için bu yola çıkman gerekiyordu ve bu yol seni olman gereken kişiye dönüştürdü. Artık anlatmaya hazırsın. Yaşadığımız her şeyin birden fazla sebebi vardır. Bu sebeplerin hepsi bir bütün amaca hizmet eder ancak bizim bunu algılamamız, olayları dışarıdan görmemiz mümkün değildir. Benim sana anlattığım gibi senin de insanlara bunu anlatman gerekiyor. Asıl işlevini yerine getirdiğinde de gerçek mutluluğu yakaladığını göreceksin. Her şey birbirine bağlı gerçekleşiyor bu dünyada. Ufak veya büyük fark etmiyor. Olan her şey birbirini etkiliyor."

(...)

Derviş sözünü bitirir bitirmez ayağa kalktı ve hiçbir şey söylemeden uzaklaştı. Veda bile edemeden gözden kayboldu. Onunla ilgili tüm şüphelerim, merak ettiklerim, tedirginliklerim öylece kaldı. Yıllar süren sırdaşlık bir anda bitti, yok oldu, sırra kadem bastı. Peşinden koştumsa da bir daha onu göremedim... Aklımda yüzlerce yeni soruyla Urfa'nın göbeğinde kalakalmıştım. Yolculuğum artık farklı bir anlam kazanmıştı. Bundan sonra nereye gideceğimi bilmiyordum. Geri dönebilecek miydim? Oğluma kavuşacak mıydım? Mutlu olacak mıydım? Her şey daha da bilinmez bir noktaya gelmişti. Gerçek yolculuğumun yeni başladığını o an fark ettim...

• Ş. Özer Kırçak, Düş Kapanı

23 Nisan 2024 Salı

Yaratıcı Eylem

 


Amaç sanat yapmak değil,
sanatı kaçınılmaz kılan
o harikulade halde olmaktır.
 Robert Henri

Sanatsal yaratımlar genellikle akımlar halinde ortaya çıkar. Bauhaus mimarisi, soyut dışavurumculuk, Fransız Yeni Dalga sineması, Beat şiiri, punk rock gibi yakın tarihten birkaç örnek sayılabilir. Bu akımlar bir dalga gibi boy gösterir; bazı sanatçılar mevcut kültürü iyi analiz eder ve o kabaran dalgadan faydalanmak üzere konum alır. Başkaları aynı dalgayı görüp akıntıya karşı yüzmeyi seçebilir.

Hepimiz yaratıcı düşünceyi çeken birer anteniz. Bazı iletimler güçlü gelir, bazıları daha zayıftır. Anteniniz hassas bir biçimde ayarlanmamışsa verilerin gürültünün arasında kaybolma olasılığı yüksektir çünkü bilhassa gelen sinyaller, duyusal farkındalık aracılığıyla topladığımız içerikten çoğunlukla daha güç algılanabilir seviyededir. Elle tutulur olmaktan çok, enerji formundadır; bilinçli olarak kaydedilmekten çok, sezgisel olarak algılanır.

Çoğu zaman beş duyumuz aracılığıyla dünyadan veri toplarız. Daha yüksek frekanslarda iletilen bilgilerle fiziksel olarak kavranamayan enerjisel içeriği yönlendiririz. Bir elektronun aynı anda iki farklı konumda bulunması gibi, bu da mantığa meydan okur. Bu yakalanması zor enerji çok değerlidir, ancak çok az insan onu tutabilecek kadar açıktır.

Yaşamları boyunca durmadan büyük eserler yaratmayı beceren sanatçılar çoğunlukla bu çocuksu nitelikleri korumayı başaranlardır. Dünyayı bozulmamış, saf gözlerle görmenizi sağlayan bir var olma biçimi geliştirmek, sizi evrenin takvimiyle uyum içinde hareket etme özgürlüğüne kavuşturabilir.

• Rick Rubin, Yaratıcı Eylem