Norveç Filmleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Norveç Filmleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Temmuz 2022 Cumartesi

Dünyanın En Kötü İnsanı

Özellikle Louder Than Bombs'dan bildiğim ve sevdiğim yönetmen Joachim Trier'in son harikası Dünyanın En Kötü İnsanı (The Worst Person in the World) resmen aklımı başımdan aldı. Bunun birkaç nedeni var, kısaca değinmek de istiyorum ama öncelikle şunu söylemeliyim: Yönetmenin 2006'da Tekrar (Reprise) ile başlayan, 2011'de Oslo, 31 Ağustos'la devam eden serisine son film Dünyanın En Kötü İnsanı ile başlamak tam benlik hareket. Sanırım uzun aralıklı bekleyişler çekmiyor canım. Bu yüzden sondan başa gideceğim bir seri olacak bu. Şimdi filme geçeyim. (Biraz uzun olacak yazı, filmi anlatacağım, spoiler olacak, ona göre oku sevgili blog okuru.)


İliklerimize kadar modern Norveç yaşantısına battığımız bu filmde Norveççe'nin ne kadar da Almanca tınladığını yeni fark ettim, sanırım bazı kelimeleri de ortak kullanıyorlar. Kulağım İngilizceye o kadar alışmış ki, Fransızca ya da Germen dillerinden birini duyduğumda ister istemez yadırgıyorum. Filmimiz yakında 30 yaşına basacak karakterimiz Julie'yi merkeze alıyor. Julie'yi öncelikle Tıp Fakültesinde öğrenci olarak tanıyoruz, dış sesle birlikte hikâyesini ve tarzını öğrenmeye başlıyoruz. En yüksek hedef tıp olduğu için burada olduğunu söyleyerek asıl ilgi alanını keşfetmeye başlıyor; burada hem kendisine hem de annesine insan bedeni değil, insan zihni daha ilgi çekici diyor ve Psikoloji okumaya başlıyor. Bir süre sonra hayır diyor dış ses yine, asıl ilgi alanım insan fotoğrafları çekmek! Fotoğrafçılık derslerine girmeye başlıyor, çekimlere gidiyor, günübirlik ilişkiler yaşıyor bu çekimler sayesinde, nihayetinde kendisini bir kitapçıda rafları düzenlerken buluyoruz. 

Karikatürler çizen, çizimlerini kitaplaştırabilen bir çizer olan Aksel'le tanışıyor bir davette. Aralarındaki 15 yaş farka aldırmadan hızlıca bir ilişki yaşamaya başlıyorlar. Birbirlerini gerçekten de seviyorlar, ancak doğru zamanda mı buldular birbirlerini, bundan emin değiliz. Sallantılar yaşamaya başlıyorlar, Aksel ile Julie hayata farklı açılardan bakıyorlar, bu yüzden hayattan beklentileri de farklı. Yakında 45 yaşına basacak Aksel çocuk istiyor, Julie de istiyor ama şu an değil. Aksel'in yeni kitabının lansmanının yapıldığı bir davette kişisel başarısızlığıyla yüzleşen Julie kokteyli erkenden terk ederek kendini Oslo'nun sokaklarına vuruyor. Yürürken başka bir davete denk gelen Julie bu partiye sızıyor. Yiyor, içiyor, insanlarla tanışıyor, bir ara ikinci çocuğunu bekleyen bir kadına anne-çocuk ilişkisi üzerine yalan-yanlış biyolojik açıklamalar yapıyor, kendini doktor olarak tanıtıyor. Julie'nin bu konuşmayı yaparken sarhoşluğun ileri safhalarına geçtiğini anlıyoruz. Derken kalabalıktan uzakta duran bir erkekle bakışıyor ve tanışıyorlar. Bu tanışıklık ikisinin hayatlarında çok önemli bir yere sahip olacak. İkisinin de ciddi ilişkisi var, ilişkide oldukları kişileri aldatmak istemiyorlar. Bu yüzden aldatmanın sınırlarında gezinerek geceyi sabah edip ayrılıyorlar. Ancak bekleneceği üzere kader ağlarını örecek ve tekrar karşılaşacaklar. 


Karşılaşıyorlar da. Hatta aşk yaşamaya dair dayanılmaz bir istek de duyuyorlar. Kendi sevgililerini terk ediyorlar. Erkeği bilmiyoruz ama Julie'nin Aksel'i terk ediş sahnesi üzerine ayrıca bir yazı yazılabilir. Joachim Trier o kadar önem vermiş ki bu sahnelere ben hayranlığımı gizleyemedim. Çünkü yönetmenimiz zamanı durduruyor. Julie'nin mutfak lambasını açmasıyla duran bir zamandan, gerçeküstücü bir anlatım tarzından bahsediyorum. Julie, Aksel'i terk edip etmeyeceğini düşünürken zaman duruyor, Julie ve yeni aşığı Oslo'da zaman durmuşken ve kimse hareket dahi edemiyorken bir araya gelmeye karar veriyorlar. Zamanın tekrar akması için Julie o sabah yaşadığı bedene geri dönüyor, mutfak lambasını kapatıyor ve zaman tekrar akmaya başlıyor. Kararını bildiriyor ve saatlerce sürecek bir tartışma başlıyor. İki favori sahnemden birincisi bu oluyor. Ayrılıklar zordur, birbirini çok seven ve son derece ciddi bir ilişki yürüten insanların ayrılığı daha da zordur, yönetmenimiz bu zorluğu saniye saniye bize de geçiriyor. 

Julie yeni sevgilisi Eivind'le yaşamaya başlıyor. Herkesi özendirecek kadar güzel bir ilişkileri oluyor. Arkadaşlarının geldiği bir gece ikinci favori sahnemle karşılaştım. Eivind'in arkadaşı Eivind'in zulasını buluyor. Julie ve biz seyirciler Eivind'in bir zamanlar keş olduğunu böylece anlıyoruz. Paketin içindeki kurumuş mantarları yiyorlar ve etkisini beklemeye başlıyorlar. İlk başta göremediğimiz etki kendisini kafası sonradan geldi anlayışıyla gösteriyor ve Julie'nin dağılışını görüyoruz. 


(Bu arada pek değinmedim ama filmde bol miktarda psikanaliz bilgisi var. Aksel, entelektüel tartışmalarında bol bol psikanaliz kullanıyor, Julie'nin bu seviyede psikanaliz tartışacak ilgisi pek olmuyor. Julie'nin psikanalitik açıdan da tartışılabilecek tek ilgisini #MeToo hareketi bağlamında kaleme aldığı bir yazıda ve baba sevgisizliğinde görüyoruz. Julie, annesinden ayrılıp başka bir yere yerleşen babasının sevgisini o kadar arzuluyor ki, asla sevgi göstermeyen babasından bir zaman sonra nefret ediyor, doğal olarak.)

Julie'nin dağılışı derken buradaki etkileyicilik psikanalize başvurulmasında kendini gösteriyor. Çünkü bir önceki ilişkisinde çocuk doğurma/doğurmama problemi vardı, bu problem (30'una geldin ne zaman anne olmayı düşünüyorsun!) Julie'nin kafası güzelken kendini çok yaşlı bir anne olarak görmesine neden oluyor. Diğer taraftan maddenin halojenik etkisiyle yine babasını görüyor. Asla istediği gibi sevilmediği babasını. Muhteşem sahneler. 

Dünyanın En Kötü İnsanı bu kadar cümleden sonra anlayacağınız üzere tam anlamıyla bir varoluş filmi, varoluş sancılarının dibine kadar yaşandığı bir film. İnsanın kendini nerede arayacağını bilmemesinden tutun da bir yerden başlamaya karar vermesi, sonuçlarıyla yüzleşmesi ve kendi zamanını beklemesinin filmi de. Filmin sonlarına doğru düşünmeye başlıyoruz, "Bu hayattaki yolculuğumuzda kendimizi ararken birçok seçim yapıyoruz, bir şeylere sahip çıkarken bir şeylerden vazgeçiyoruz, peki bu bizi dünyanın en kötü insanı yapar mı?" İçimizden şiddetli bir HAYIR yükseliyor. Çünkü hepimiz yaşadığımız her olayda bir başkası olabiliriz, farklı istek ve beklentilerimiz olabilir, bir başkasını ya da toplumu memnun etmek bir seçim olabildiği gibi kimseyi memnun etmekle ilgilenmemek de bir seçimdir. Doğru zamanda, doğru insanlarla, doğru yerde olmaya çabalıyoruz belki de. Yanlış zamanda karşımıza çıkan doğru kişi sinirlerimizi zıplatabileceği gibi, doğru zamanda karşımıza çıkan yanlış insan ve olaylar da bizi tüketebilir. Peki çok yanlış bir zamanda gelen doğru insan... işte dünyanın en kötü insanı odur.