Zor Bir Ailede Büyümek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zor Bir Ailede Büyümek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Nisan 2023 Pazar

İnsan ailesini seçemiyor Tuna Bey!

Eğitim kurumlarında rehberlik ve psikolojik danışma yaptığım yıllar boyunca ve sonra seans odalarında hastalardan sıklıkla duyduğum cümlelerden biri şu oldu: İnsan ailesini seçemiyor Tuna Bey!

Anladığım kadarıyla sadece bizim gibi geri kalmış toplumlarda ailesel ilişkilerin bozuk, sorunlu, hasarlı olduğu düşünülüyor, ancak ailesel ilişki sorunları dünyanın her yerinde, neredeyse bütün ailelerde öyle ya da böyle bir şekilde görülüyor. Elbette Türk toplumunun da kendine özgü sorunları var; özellikle Türkiye, batının ve doğunun ortasında kalmasıyla birçok konuda olduğu gibi ailesel sorunlarda da ne tam batılı ne de tam doğulu bir pozisyon alabilmiştir.


Buradan hareketle şunu söyleyebilmek mümkün: Bizim toplumda anne-babalarımıza söyleyemediğimiz birçok şey olduğu gerçektir. Yeterince anlaşılamamak, büyüyüp bağımsız bir birey olarak hayatımıza devam edememek, iş seçimimizden eş seçimimize kadar birçok kriterle (ailemizden kabul alabilmek için) boğuşmak zorunda kalmak, iyi para kazanmaya çalışmak bizi uğraştırıyor ve anne-babamızın gurur duyacağı (her şeye rağmen!) bir evlat olmaya çalışmakla çok zaman harcıyoruz. Söyleyemediğimiz şeyler yüzünden içimiz kabarmaya başlıyor, bu kabarmayı ara sıra "of'layarak ya da öf'leyerek" ifade ediyoruz. Ki birçok ailede evlat kaç yaşına gelirse gelsin of'ladığında anne-babasının tepkisini çekeceğini bilir. Bu yüzden anne-babasının olmadığı bir ortamda önce of'lar, sonra söylenmeye başlar. 

Bireyleşme ve ayrışma mücadeleleri neredeyse bütün terapistlerin ilgisini çekmiştir. Çünkü hastalar seanslarda konu ne olursa olsun mutlaka aileye değinir. İstedikleri gibi büyüyemediklerinden, istedikleri oyuncaklara sahip olamadıklarından, akranlarıyla/akrabalarıyla sürekli kıyaslanmaktan, dış görünümlerinden büyükleriyle nasıl konuşacaklarına, cinsel yönelimlerinden hangi mesleği icra edeceklerine kadar aileler söz sahibidir. Seansa gelen kişilerin önemli kısmı aslında terapiye gelmeleri gereken kişilerin onlara zorbalık yapan, onlara baskı yapan aile büyükleri, genelde anne-babaları olduğunu söylerler. Bu söylemler de ister istemez yazının başında değindiğim cümleyi kurmalarına neden olur: İnsan ailesini seçemiyor Tuna Bey!

Evet, seçemiyoruz. Hem de hiçbirimiz. Bu bilgiyle ne yaptığımız, bu bilgi karşısında nasıl bir tutum takındığımız daha önemli olabilir mi? Seçemediğimiz bu aileyle hayata nasıl devam ettiğimiz, her şeyi olduğu gibi mi kabul ettiğimiz ya da biz büyüdükçe kendimizde değiştirmek istediğimiz özellikleri belirleyip bunlar hakkında çalışmamız mı bu bilgiyi bir değer haline getirecektir? 

Ya da başka bakış açıları düşünülebilir mi? Örneğin: Biz ailelerimizi seçemiyoruz evet, ama diğer yandan, ailemiz de bizi seçemiyor, öyle değil mi? Çocuk sahibi olmak anne-babalar için sürpriz yumurta gibi bir şey, içinden ne çıkacağını bilmiyorlar. Bu açıdan bakınca belki de anne-babaların toksik davranışları biraz daha aydınlığa kavuşmuş olur. Yani, toksik davranış sergileyen anne-babalar temelde neden toksik davranırlar? Kabaca iki yanıt üretebilmek mümkün. Birincisi; kendi aileleri ve kendileriyle ilgili çok derinlerde yaralanmaları vardır ve bunları düzeltmemişlerdir, bu yaralanmalar ilişkilerini sağlıksız bir boyuta getirmiş ve bu boyutta kısılıp kalıp bunu "normal" zannetmişlerdir. İkincisi; çocuklarını seçemediklerini bildikleri için, var olan çocuğu seçilebilecek, istedikleri kıvama getirecek bir hale bürümeye çalışırlar. Hatta çocuklarını kendi yaralarına merhem olarak bile kullanabilirler. Zaten ailelerin dayanıl(a)maz davranışları da bu bilinçdışı isteklerinden gelmektedir. 

Şimdi durumu tekrar değerlendirelim: İnsan ailesini seçemiyor Tuna Bey! Demek ki bunu söyleyen kişinin arzusu şudur: Elimde olsa ailemi kendim seçerdim. Ve elbette bu aileyi seçmezdim! Şaşırtıcı mı geldi? Durun, dahası var. Çocukların, yaşı kaç olursa olsun, bu bilinçdışı istekleri, kendi ailelerinin bilinçdışı isteklerini sezerek öğrenilmiştir. Hiçbir çocuk yoktur ki ailesinin bilinçdışı isteklerini sezmesin! Bir nevi karşı atak denilebilir bu duruma. Madem siz beni beğenmiyorsunuz, beni değiştirmeye, istediğiniz kalıba sokmaya çalışıyorsunuz, o zaman ben de aynı şeyi sizin için yaparım. 

Bu karşı ataktan sonra da işler iyice çığrından çıkıyor. Kavgalar, tartışmalar, evi terk etmeler, alkole sığınmalar, uyuşturucuya bulaşmalar, gizli gizli ağlamalar, bir parça sevgi için olmadık kişilerin peşinden koşmalar, başkalarının elinde oyuncak olmalar; koşulsuzca çok sevdiğimiz anne-babalarımıza karşı içten içe uyanan nefret duygusu, nefretin beraberinde getirdiği suçluluk duygusu, bunlarla ne yapacağını bilemeyen, kendini köşeye sıkışmış hisseden savunmasız bir çocuğun yardım çığlıkları yankılanmaya başlıyor. Tabii ki duyabilene!

Bana bu yazıyı yazdırtan iki kitap oldu; Ocak ayında okuduğum Kendine Ait Bir Yuva ve şu an okumaya devam ettiğim Zor Bir Ailede Büyümek. Biri Kanadalı, diğeri Amerikan iki terapistin "ailesel ilişkileri" merkeze alan yazılarını okuyabiliyoruz bu kitaplarda. Acı çekebiliriz evet, acı bir seçim değil başımıza gelen bir olay, hissettiğimiz bir duygudur ama ıstırabı devam ettirmek opsiyoneldir, yani kişinin seçimine bağlıdır. Zor bir aileden gelmeyecek kadar şanslı olanlarımızın sayısı çok çok az, neredeyse hepimiz öyle ya da böyle çeşitli zorluklarla karşılaşarak büyüyoruz. Bu zorluklarla ne yaptığımız ise asıl belirleyici unsur oluyor. 

Acı çeken insanların seslerini duyurabilmesinin de önemli bir adım olduğunu düşünüyorum, çünkü ses çıkarmak ve bunun duyulmasını sağlamak için bile harekete geçmek gerekiyor. Yani bu bir opsiyon değil, bu bir zorunluluktur. Dilerim sesinizi duyurabiliyorsunuzdur. 

Sevgilerimle,

Tuna

8 Nisan 2023 Cumartesi

Tanrısal Anne-Babalar

Antik Yunanlıların ciddi bir problemi vardı. Tanrılar Olimpos Dağı'nın zirvesindeki semavi mekanlarından onları gözetliyor ve Yunanlıların her yaptıklarını yargılıyorlardı. Hoşnut olmadıkları davranışlar gözlemlediklerinde de insanları hızlıca cezalandırıyorlardı. Merhametli ya da adaletli olma zorunlulukları yoktu. Haklı olmaları bile gerekmiyordu. Hatta düpedüz mantıksızca bile davranabiliyorlardı. Akıllarına esince bir insanı sadece bir yankıya dönüştürebiliyor, bir başkasını da sonsuza dek yokuş yukarı kaya parçaları taşımaya mahkum edebiliyorlardı. Tanrılarının ne zaman ne tür bir ceza vereceğini bilememek, Antik Yunanlılar arasında korku ve şaşkınlığa yol açıyordu. 


Tıpkı bir çocukla toksik anne-babasının arasındaki ilişki gibi. Tutarsız davranışları olan anne-babalar, çocuklarının gözünde korku saçan birer tanrıdır adeta. 

Bebekliğimizde gerçekten tanrısal bir yapıya sahip olan anne-babalarımız bizim için her şey demektir. Onlarsız, kendi ayaklarımız üzerinde duramayacağımızı bildiğimiz gibi, anne-babalarımızın yokluğunda sevgisiz, korunmasız, evsiz barksız birer canlı oluruz. Onlar, hayatta kalmamızı sağlayan, ihtiyaçlarımızı karşılayan, her şeye gücü yeten yaratıklardır.

Anne-babalarımızı başkalarıyla kıyaslayabilecek bir deneyimimiz olmadığı için mükemmel olduklarını düşünürüz. Dünyamız beşikten öteye büyümeye başladığında onların bu mükemmel imajlarını da bozmadan korumak için çaba harcarız. Aksi takdirde karşılaştığımız bilinmezliklerle baş edemeyiz. Anne-babalarımızın mükemmel olduğunu düşündüğümüz sürece güvende hissederiz. 

Anne-babadan bağımsız bir birey olma süreci, ergenlik çağında zirveye ulaşır. Aktif bir şekilde onların değerlerini, zevklerini ve otoritelerini sorgularız. Dengeli bir ailede anne-babalar bu değişikliklerin getirdiği kaygılarla mücadele edebilirler. Teşvik etmeseler bile en azından çocuklarının bu sorgulamalarını hoş görürler. Çocuklarının isyankarlıklarını, kendi gençliklerini hatırlayıp duygusal gelişimin bir parçası olarak kabul ederler. Sonuçta kendilerini, herkesin böyle bir evreden geçtiğini fark edip telkin edebilirler. 

Toksik anne-babalar bu kadar anlayışlı değillerdir. Tuvalet eğitiminden ergenlik çağına, isyankarlığa ve hatta fikir ayrılıklarını bile kişisel bir saldırı olarak kabul ederler. Çocuklarının bağımlılıklarını teşvik ederek kendileri için savunma mekanizmaları oluştururlar. Çocukları için sağlıklı bir gelişim süreci amaçladıklarını söyledikleri halde, fark etmeden gelişimlerine zarar verir, onların iyiliklerini düşündükleri için böyle davrandıklarını öne sürerler. Çocuklarını devamlı eleştirip kısıtladıklarında, doğruyla yanlışı öğretmeye ya da kişiliklerini güçlendirmeye çalıştıklarını dile getirirler. Halbuki anne-babaların bu davranışları çocuklarının gelişmekte olan özsaygılarına büyük zarar verir. Bu tür anne-babalar ne kadar doğru davrandıklarını düşünseler de, ani çıkışları çocuklarının kafasını karıştırır, şiddetli ve olumsuz tavırları onları şaşırtır. 

İşte çocuk, tıpkı Antik Yunanlılar gibi, tanrısal anne-babasının merhametine sğınır; bir sonraki şimşeğin ne zaman çakacağını bilmez. Fakat toksik anne-babaların çocukları, bir sonraki şimşeğin eninde sonunda çakacağını çok iyi bilirler. Bu korku çocuğun içine işler ve onunla birlikte giderek büyür. Ne kadar başarılı olursa olsun, zamanında hasara uğramış her yetişkinin özünde aslında bu çaresiz ve korku dolu çocuk vardır.