Kapağı Kaybolmuş Tükenmez Kalemlerin İntikamı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kapağı Kaybolmuş Tükenmez Kalemlerin İntikamı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ağustos 2022 Perşembe

Kapağı Kaybolmuş Tükenmez Kalemlerin İntikamı

“Fermuarların Çalışma Prensibi” adlı hikâyesini yazmak için tüm notlarını gözden geçirdi. Daktiloya takacağı kâğıtları ayarladı, daktilosu tabii ki Remington markaydı. Yıllar önce Ağaçkakan’ı okurken nasıl da heveslenmişti Remington kullanmaya. İnsanlık için küçük kendisi için büyük bir mutluluktu elbette. Kendisiyle çok gurur duymazdı, esasen biraz düşününce Remington daktilo kullanmanın da pek gurur duyulacak bir yanı olmadığını kendine söylemişti. Kendine hep böyle davranıyordu.


Bir fincan Amerikan kahvesi yapmak için mutfağa gitti. Ropdöşambırını giymişti. Pahalı bir şey değildi. Az önce yaktığı Marlboro dudaklarının arasında beklerken iki yıldır oturduğu bu dairenin mutfak camlarını hiç sildirmediğini fark etti. Bunu fark edecek zaman değildi aslında ancak gel gör ki aklından geçen adamlar Raymond Carver, Tom Robbins, John Cheever gibi edebiyat devleriydi. Bu yüzden, işte sırf bu yüzden iki yıldır oturduğu dairenin camlarını sildirmemesine ayrıca dikkat etmesi çok iyi bir gelişmeydi. Çünkü iki yıldır doğru düzgün hiçbir şey yazmamıştı. Daha doğrusu yazamamıştı. Bu çok can sıkıcı durumu bertaraf etmeye çalıştıysa da pek becerikli davranamamıştı anlaşılan. Çünkü geliri iyiydi, çünkü oturduğu bu daire babasının varlıklı bir arkadaşına aitti ve kira vermiyordu, çünkü faturaları düzenli olarak çalıştığı şirket tarafından ödeniyordu. Çünkü hiç kadın derdi olmuyor, istemediği kadar kız ona kur yapıyordu. Hayatında neredeyse hiçbir zorluk yoktu. Carver’ın, Cheever’ın hayatları ise zorluklarla mücadele etmekle geçmişti. 

Sonunda fermuarların çalışma prensibi diye bir şey bulmuş ve heyecanlanmıştı. Üniversite döneminde adı sanı duyulmayan birkaç fanzinde hikâyeleri yayımlanmıştı. O fanzinleri hâlâ saklıyordu. Devamı gelmemişti ne yazık ki. Yüksek lisans eğitimi için Georgia State’e gitmek zorunda kalmış, dönünce mecburi vatan hizmetini tamamlamış, abisinin bir bağlantısı sonucu iyi bir teknoloji firmasında yazılım geliştirme bölümünde işe başlamıştı. Maddi anlamda bu kadar yüksek standartlara sahipken, babasının varlıklı arkadaşının artık unuttuğu bu dairesine yerleşmişti. 

Saat geceyarısını geçmişti ve nihayet mahallenin sesleri kesilmişti. İkâmet ettiği bu yerde mahalle sesleri aralıksız on sekiz saat yayın yapıyordu. Onun yazmak ve düşünmek ve hatta yaşamak için çokça sessizliğe ihtiyacı vardı. Bu yüzden kahveyi fincana doldurdu, buzdolabının fişini çekti, masasının başına dönerken salonun ışığını kapattı, masa ışığı olan soluk yeşil lambayı yaktı. Biten sigarasını küllüğe gömdü, cep telefonu kapattı, bir yudum kahve alacakken fincanı mutfakta bıraktığını anladı. Pofladı. Söylenerek yerinden kalktı, mutfağa gitti, geçen gün bir anlık öfkeyle duvara fırlattığı porselen fincanın yerine dolaplardan birinde bulduğu cam fincanı kullanıyordu artık. Tezgâhın üstündeki cam fincanın çatlayarak içindeki kahveyi kan sızarmış gibi dışarı bırakışını gördü. Söylenmesi sertleşti. Su bardağında da kahve içilebilir, ki yeniden kahve yapması gerekirdi ama makinede kahve kalmamıştı. 

Bununla uğraşmak yerine masasına dönerek Marlboro paketini arandı. Yığılı kâğıtların altında can cekişen paketin içi tam takır kuru bakırdı. Bu deyişi sigara paketine yaptığına o an inanamadı. Mahallenin bakkalı yaklaşık bir saat önce kapanmıştı. Alnından ve şakaklarından sızan terleri avuçlarının içiyle sildi ve ellerini ropdöşambırına pat patladı. Daktilosunda takılı duran bembeyaz kâğıdı görünce hemen yazmaya karar verdi. Çünkü aklına bir şeyler gelmeye başlamıştı. Aklına gelen şeyler, gelir gelmez hoşuna gitmeye de başlamıştı. Hemen başlığı yazmaya girişti. Fermuarların Çalışma Prensibi’ni oluşturacak harflere sırayla bastı ve gözünü kâğıda çevirince ıssız bir boşluk gördü. Daktilonun mürekkebi yoktu. Ne zamandır kullanılmayan daktiloyu mürekkepsiz bırakmıştı ve üst üste gelen minik krizler boynunu kütletmesine yol açmıştı. 

Aklına sürekli yeni cümleler geliyordu. Hatta aklına cümle yağıyordu. Ucu kırıldığı için kullanılmayan bir kurşum kalem fark etti, sigara niyetine dudaklarının arasına aldı, bu girişimi sonuçsuz kaldı. Kalem çok uzun ve ağırdı. Sigara içer gibi düşünemiyordu kendini. Yedi saniye kaleme baktıktan sonra kalemi ortasına yakın bir yerden çat diye kırdı. Kâfi miktardaki kısmını dudaklarının arasına yerleştirdi ve biraz da olsa havaya girdi. 

O an kahve içme isteğini unutmuştu. Hemen boş bir kâğıt alarak başlığı yazdı. Yazısı epey çirkindi. Hele bir hikâyeyi yazsın, sonra elbet temize çekilirdi. Kim bilir Carver ve Cheever gibi dev yazarların hikâyelerini yazarlarken yaşadıkları ne garip olaylar vardı. Muhtemelen ileride –en nihayetinde– bir yazar olup kitabı çıktığında, bu yazmaya çalıştığı hikâyenin hikâyesini de kahkahalar atarak anlatacaktı. 

Hikâyede ilk paragrafın sonuna geldiğinde kalem daha zor yazmaya başladı. Yoğun mavi mürekkep üçüncü satırda soluklaşmaya başlamışken, dördüncü satırda artık hiç yazmaz oldu. Kalemi hemen fırlatıp kalemlikten yeni bir tane ucu açık bırakılmış tükenmezkalem aldı. Az önce kâğıdı hırpalayan ve izleri hâlâ belli olan harflerin üstünden bu sefer siyah boyayla geçti. 

İkinci paragrafta kahvesizliğini, sigarasızlığını, yorgunluğunu, uykusuzluğunu, daktilosuzluğunu ve diğer her şeyi unuttu. Artık tüm dikkati yazmakta olduğu satırlardaydı. Derken siyah boya da patinaj çekmeye başladı. O an odada kimden çıktığı belirlenemeyen bir hırlama duyuldu. Galiba kendisinden çıkmıştı bu ve hemen elindeki kalemin ucunu “o harfi” yaptığı ağzına yaklaştırarak kalemin ucuna hoh’lamaya başladı. Üç hoh’tan sonra yazmaya çalıştı, iki harf sonra tekrar hoh gerekiyordu ve bu şekilde dört kelime yazabildi. Nefesinin daraldığını ve yorulduğunu hissettiği ilk anda kendine “vazgeçme” dese de faydası olmadı, bu sefer az önce gerçekleştirdiği fırlatıştan daha iyisini yaptı ve elindeki kalemi iki yüz yetmiş santim uzaklığındaki duvara yapıştırdı. 

Kalemin duvara değmesini bile beklemeden yerinden kalkmıştı, masanın üzerindeki kalemlikten, kâğıt yığınlarının arasından kalem çıkmayacağını anlayınca yerdeki kutuları, rafları, dolapları karıştırmaya başladı. Sehpanın üstünde duran ucu açık tükenmezkalemi görünce bir an sevindi, hemen sonra kaşlarını şüpheli bir şekilde kaldırarak “acaba” diye düşündü, gazetenin açık duran sayfasındaki kare bulmacanın üstünün yazmayan bir tükenmezkalemle defalarca çizilmeye çalışıldığını ve gazetenin o sayfasının yırtıldığını fark etti. 

Harika! Evde kalem yoktu. Aslında vardı da hepsinin ucu açık bırakılmıştı. Titreyen elleriyle çakmağı kalemlere yaklaştırıp, kalemlerin içindeki tüpte kalan mürekkepleri ısıtıp akmasını sağlamaya çalışırken eli mürekkep oldu ve kalemlerin plastik tutacakları eridi. 

Sabah ezanı okunurken karanlık koridorda sırtını duvara yaslamış bir halde oturuyordu. Hırlamaları ve histerik şekilde bir anda beliriveren titremeleri geçmişti, öfkesi ise bakiydi. Ezanın bitimine doğru aklına yeni bir hikâye fikri geldi.


İstanbul, 2012