Per Petterson etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Per Petterson etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Şubat 2022 Cuma

Benim Durumumdaki Erkekler

Gece yarısından sonra kapıyı açar, sahanlıkları çok sevdiğim ve çoğu çatlamış kırmızılı mavili yıldız biçimli Fas işi yüz yıllık seramik yer karolarıyla kaplı merdiven boşluğunun basamaklarından iner, şimdilerdeki apartmandaki en kıdemli daire sahiplerinin arabalarını park edebildiği garaj olarak kullanılan o eski ahırın bulunduğu iç avluya çıkar, -bu parke taşlarla kaplı avluda her pazar sabahı tertemiz, pırıl pırıl bir işçi tulumu giymiş bir adam taburenin üzerine çıkar, o güne dek bir metre kadar bile sürdüğünü görmediğim Volvo Duett marka çok eski bir otomobili cilalayıp parlatıyor olurdu- avluyu sokağa bağlayan, apartmanın giriş katındaki kapkaranlık geçitten geçer ve binanın önündeki otoparka, otobüs durağının birkaç metre uzağına park etmiş olduğum Mazda'ma doğru yürürdüm.


Ön koltuğa oturup gidebildiğince geriye iter, kalın paltoma sarılıp yarı oturur, yarı yatar vaziyette bana Tanrı'nın armağanı bir günün bitimine doğru biraz olsun uyumaya, en azından tepede karanlıklar içindeki büyük otobüs garajından (tepeye kurulmuş olan margarin fabrikası ve spor salonu da aynı karanlığın içindeydi) kalkacak ilk otobüsler yokuş aşağı inene kadar uyumaya çalışırdım. 

Otobüsler adeta görünmeden ve sessizce gelip durağa yanaşırlar, aklımda kalan ve sonraları kolayca hatırlayacağım bir ses çıkararak kapılarını açarlardı, hemen ardından belli belirsiz bir ses duyulurdu, kapılardan gelen yumuşacık ve iyice yağlanmış bir nefes sanki, muhtemelen otobüsler yeni olduğu için böyleydi, sonra yolcuların uykulu ayak sesleri, basamakları çıkan iki adım, şoföre doğru atılan bir adım, birbirleriyle konuşan yolcuların fısıltıları, her bir kelime hafifçe yanıp sönüyor, tıpkı önceki günden kalan ateşteki kor gibi, bütün bunlar kimsenin işitmediği seslerdi, benim gibiler hariç.

Onları gözümün önüne getirebiliyorum; bunun benzeri yerlere, otoparklara, cadde ve sokaklara, otobüs duraklarının yakınına, garajlara, evin garajını sokağa bağlayan yollara park etmiş arabalar, içlerinde benim durumumdaki erkekler, koltukta yarı oturur, yarı yatar vaziyette, paltolarını bedenlerine sıkı sıkı sarmış ya da araçlarının koruyucu kollarına sığınmışlar, tek başlarına birkaç saat uyumaya çalışıyorlar ve sonunda gecenin karanlığında sanki yumuşacık eller ve sessiz vinçler tarafından yerlerinden çekilip arka arkaya, kaporta kaportaya, cila cilaya, düğme düğmeye değecek şekilde sıraya dizilecekler ve sürücünün yaşı ile otomobilin markasına göre gruplaştırılmış bir cemaat olarak adeta son yağ damlasını, imha edilmeyi bekliyor olacaklar, sakalı uzamış yanaklarını sert ve soğuk bileklerine dayamış, cenin pozisyonu almış, soğuk ve karanlık gecede usul usul soluk alarak uyuyan erkekler.

Turid'in karanlıkta, üzerinde gecelik ve ayağında çizmelerle merdivenlerden inip otoparka geleceğine, ön kapıyı açarak yukarı sıcak yatağımıza geri gelmemi rica edeceğine, ama Arvid burada oturamazsın, çok soğuk burası, yukarıya sıcak eve gel, diyeceğine bir kez bile ihtimal vermemiştim. Bunu yapması her şeyi değiştirebilirdi. Ne zaman ki onun aşağı ineceğine hiç ihtimal vermemiş olduğumu ve aslında bunu hiç arzulayıp arzulamadığımı hatırlayamadığımı fark ettim, işte o zaman her şeyin bittiğini anladım.

6 Şubat 2022 Pazar

Lanet Olsun Zaman Nehrine

Benim kim olduğumu bildiğini sanıyordu ama bilmiyordu. Ne 1989'da o kumsalda, ne on beş küsur yıl önce Bergensen'in kafesinde ne de ben komünist olmadan önce. Bana dikkat etmez, başka şeylerle ilgilenirdi. Eve geldiğimde nereden geldiğimi bilmez, evden çıkarken nereye gittiğimi bilmez, nasıl bocaladığımı anlamaz, onsuz on altı, on yedi, on sekiz yaşlarımı, Trondhjemsveien'de, E6 yolunda, Veitvet ve Grorud arasında serseri serseri dolaşmalarımı bilmezdi. Nasıl gidip gelirdim, sağımda gölgeli, ketum, nüfuz edilemez bir boşluk gibi yatan kadın hapishanesinin kalın, tuğla duvarları önünden başlayarak, sonra Kaldbakken'in alçak blokları belirirdi sağda, solda Rødtvet'in yüksek blokları, ta yukarıdaki ormana uzanırlardı, uçsuz bucaksız, derin mi derin ormana, insan içinde kolayca kaybolabilirdi ve isterse sonsuza kadar bulunmazdı.


Bu yürüyüşler sonbahardaydı, kasımda, daima kasımda, akşamüstü, çiseleyen yağmurun ve başımın üzerinden hızla geçen sokak lambalarının altında; öyle hızlı yürürdüm ki lambalar yanıp sönüyor gibi olurdu, bazen nemli havada bir çatırtı sesiyle mavi kıvılcımlar çıkarırlardı ve tam o sırada beynimi kesip içinde ne olduğuna bakılsa, kelimelerin girdaplandığı, düşüncelerin de elektrik akımı gibi kıvılcımlandığı ve mavi mavi parladığı görülürdü belki.

Okulum Østre Aker Vei'deydi, Grorud İstasyonu'nun ve demiryolu işçilerinin, vatmanlar, biletçiler, makinistlerin oturduğu yıldız şeklindeki blokların yanında; ama oraya varmadan Trondhjemsveien kavşağından, futbol kulübünün çim sahasının yanından sağa sapar, kiliseyle mezarlığı geçer, yokuş aşağı zikzak çize çize iner, nihayet Heimdal'dan, böyle akşamlarda genç Hristiyanların toplandığı kırmızı binanın etrafından dönerdim. Ne zaman bu binaya girmeye çalışsam kendi kendimi merdivenin orta yerinden geriye çevirmiştim, inanç eksikliğinden. 

Ama o gün merdivende durup pencereden içeriyi seyretmemiştim, onu çoktan aşmıştım, içerde olmak istemiyordum artık, kendi hayatım kendi ellerimdeydi. Ama tek başına ve dürüst olmak kolay değildi. Tahammül edemiyordum.

Dönemecin etrafından kıvrılıp karanlık sonbahar akşamı tuhaf, hatta uğursuzca yabancı görünen okuluma doğru yürüdüm. Boş bahçeyi geçerken botlarımın sesi iki tarafımdaki duvarlardan yansıyordu ve birden annemin orada olduğunu hissettim. Şaka yapmıyorum, gerçekten oradaydı ve Groruddalen okulunun bahçesinde nemli karanlıkta bana bakıyordu. Akşamın bu saatinde iki taraftaki pencerelerde de hayat emaresi yoktu, birinci kattaki pencerelerin birinden eğilip bana güzel bir şey, işitmek için can attığım insanı sarıp sarmalayan bir söz söyleyen biri yoktu. Annemin ne düşündüğünü biliyordum: Bu çocuk yeterince güçlü mü, kendi kendine ayakta kalmayı başaracak mı yoksa çok mu zayıf? Benim çok zayıf olduğuma inandığını düşünüyordum, karakterimde onu şüpheye düşüren bir şey vardı, sadece onun bildiği bir zayıf nokta, temellerimde bir çatlak; her şeyin elime hazır verildiğini söylemeye çalışıyordu, hayat böyle değil diyordu, böyle olmamalı da. 

- Per Petterson, Lanet Olsun Zaman Nehrine