Bir Delilik ve Duygudurumları Güncesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bir Delilik ve Duygudurumları Güncesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Haziran 2022 Cuma

Durulmayan Bir Kafa

Karanlık ve kaotik duygudurumlarının yalnızca babama ve ablama özgü olmadığını çok geçmeden farkettim. Onaltı-onyedi yaşıma geldiğimde açıkça anladım ki, aşırı enerjim, kapıldığım hevesler çevremdekilere yorucu gelebiliyordu; haftalarca yüksekten uçup çok az uykuyla idare ediyor sonra birden düşmeye başlıyordum, düşüncelerim kararıyor, yaşam kasvete bürünüyordu. 


En yakın iki dostum da -ki ikisi de erkek, ikisi de yakışıklı, sinirli, alaycı tiplerdi- yaşamın karanlık yanına eğilimliydiler; lise hayatının normal, eğlenceli yanlarında da yolumuzu biliyorduk ama arada bir epeyce kafası karışık, karamsar bir üçlüye dönüşüyorduk. Aslında üçümüz de okulda çeşitli lider konumlarındaydık, sporda, sosyal etkinliklerde önde gelen çocuklardık. Okuldayken bu tür aydınlık alanlarda kendimizi gösterirken, dışardaki hayatımızı çok yakın dostluk, kahkaha, aşırı ciddiyet, içki ve sigaradan oluşan daha karmaşık bir ağ içinde örüyorduk; geceler boyu sabahlara dek ölümcül gerçek oyunları oynuyor, yaşamlarımızın gittiği yönler üzerine tutkulu tartışmalar yapıyor, ölümün nedenini, nasılını konuşuyor, Beethoven, Mozart, Schumann dinliyor, birer ders kitabı gibi okuduğumuz melankolik ve varoluşçu yazarları -Hesse, Byron, Melville, Hardy- derinlemesine irdeliyorduk. 

Her birimizin kara kaosunun gerçek kökenleri vardı, hiçbirimiz özenti içinde değildik: İkimizin ailesinde (bunu daha sonra öğrendik) manik-depresif hastalık vardı, öteki arkadaşın annesi kalbine tabanca dayayarak intihar etmişti. İlerde her birimizin ayrı ayrı ve tek başına çekeceği acıların başlangıcını hep birlikte yaşadık. "İleriki acılar" benim için beklediğimden çok daha yakın bir gelecekte ortaya çıktı. 

Manik-depresif hastalığın ilk krizini geçirdiğimde lise son sınıftaydım; süreç bir kez başladıktan sonra aklımı çok çabuk kaybettim. Başlangıçta her şey çok kolay oluyor gibiydi. Çılgın bir sansar gibi oradan oraya koşuyor, türlü plan ve projelerle fıkır fıkır kaynıyor, kendimi sporlara veriyor, geceler ama geceler boyu sabahlara kadar uyumuyor, arkadaşlarla geziyor, elime geçirdiğim her şeyi okuyor, defterler dolusu şiirler, oyunlar yazıyor, geleceğime dair büyük, tamamıyla gerçek-dışı tasarılar kuruyordum. Dünya zevk ve umut doluydu; kendimi harika hissediyordum. Yalnızca harika değil, gerçekten çok çok harika hissediyordum. Yapamayacağım hiçbir şey yoktu, hiçbir şey bana zor gelemezdi. 

Kafam pırıl pırıl aydınlıktı, her şeyi yerli yerine inanılmaz bir kolaylıkla yerleştirebiliyordum, o ana dek bir türlü çözemediğim matematik problemlerini bile sanki içten gelen bir güdüyle çözüvermiştim. Aslında o problemlerin çözümünü bugün biliyor değilim. Ama o sırada, her şeyin kesin anlamını görmekle kalmıyor, her şeyi harika bir kozmik ilişkiler çerçevesine uyum içine oturtabiliyordum. Evrenin doğal yasalarına ulaşmak beni öylesine büyülemişti ki, kabım kabıma sığmıyordu, arkadaşlarımı köşeye sıkıştırdığım gibi her şeyin ne kadar güzel olduğunu onlara anlatmaya koyuluyordum. Evrenin karmaşık yapısı ve güzelliği konusunda vardığım çözümler onları benim kadar şaşkınlığa uğratmadığı gibi, benim bu bitmez tükenmez heyecanımın onları yorduğu, bıktırdığı söylenebilir: Çok hızlı konuşuyorsun, Kay. Biraz yavaş ol, Kay. Ne diyorsun anlamıyorum, Kay. Sakinleş, Kay. Bu sözleri açık açık söylemediklerinde bile gözlerinde okuyordum: Allahaşkına, Kay, yavaş ol. 

Sonunda yavaşladım. Doğrusunu isterseniz, kesildim. Birkaç yıl sonra tutmaya başlayan, çılgın bir hızla yükselen, psikoz ölçüsünde denetim dışı olan akut mani krizleri ile karşılaştırıldığında, ilk kez süreklilik gösteren bu hafif mani dalgası gerçek maninin uçuk renkli hatta sevimli bir kopyasıydı, daha sonra gelen yüzlerce uçuş dönemi gibi kısa sürdü, kendi kendini çabucak yakıp tüketti. Arkadaşlarım için can sıkıcıydı belki, benim için heyecan verici ama yorucuydu kuşkusuz ama hastalık olarak algılanacak nitelikte değildi. Derken yaşamım da kafam da sanki derin bir boşluğa yuvarlandı. Düşüncelerim kristal pırıltısını yitirmekle kalmayıp karanlık dehlizlerde debelenmeye başladı. Bir kitabın herhangi bir bölümünü üst üste birkaç kez okuyor ama aklımda hiçbir şeyin kalmadığını farkediyordum. Hangi kitabı ya da şiiri elime alsam aynı şey oluyordu. Hiçbir şey anlamıyordum. Hiçbirinin anlaşılacak bir yanı yoktu. Derslerde anlatılanları izleyemiyor, çevremde neler olup bittiğinden habersiz pencereden dışarıya dalıyordum. Korkutucu bir durumdu bu.