sanatçının kendine yolculuğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sanatçının kendine yolculuğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Aralık 2021 Pazartesi

Bilinçdışının Dili

Psikanaliz tedavisi söze dayanır. Söylemeyi ve dinlemeyi esas alır. Doğal olarak kuram da yıllar içinde, daha da vurgulu bir şekilde, insanın duyularıyla algıladığı dünyayı temsillere ve simgelere, esas itibariyle de dilsel temsillere dönüştürme süreçlerini merkezine almıştır. Psikanalize göre seansta, analistle analizan arasında, bilinçdışından bilinçdışına bir konuşma gerçekleşir. 


Başlangıçta, bilinçdışının diline hâkim olan ve odadaki iletişimin bu yönüne odaklanan kişi analisttir. Analist tutumu, sözel müdahaleleri ve yorumlarıyla, bilinçdışının dile geldiği bu iletişim boyutunu analizanın da fark etmesini ve dikkatinin hep orada asılı kalmasını sağlar. Bu yönüyle düşünüldüğünde, psikanaliz tedavisinde arka planda süregiden bir deneyim alışverişi vardır. Bu alışveriş, tanımlanamayan, adlandırılamayan duygu ve düşünceleri kelimelere dökmenin yollarını bilen birinin, bu bilgiyi o işte henüz acemi olan birine aktarmasını içerir. 

Bu yüzden analist-analizan ilişkisi çoğu zaman bir usta-çırak ilişkisine benzetilir. Hatta analizan daha sonra kendisi de analist olacaksa, gerçek anlamda bir usta-çırak ilişkisine de dönüşür. Psikanaliz sürecinin sonunda analizan da artık bilinçdışının dilinden anlamaktadır ve bu şekilde kendi kendini analiz etme/tedavi etme kapasitesini kazanmıştır. Usta-çırak ilişkisi sanatla ve edebiyatla uğraşanlara hiç de yabancı değildir. Hatta “uğraşmak” terimini okur olarak, dinleyici veya izleyici olarak uğraşmak anlamında da genişletmeliyiz.

Bilinçdışının dili hem evrensel hem de son derece bireysel bir dildir. Dış dünyada da has yazarlar/sanatçılar ve özellikle de şair-ler bize bilinçdışının diliyle konuşurlar. Psikanalizde kişinin ruhsal acısını tanımak ve acı veren ruhsal yapılanmayı dönüştürmek üzere geliştirilen kuramların büyük bir kısmı ve ruhsal işleyişe dair tanımlamaların çoğu, psikanalizden çok önce başka bir amaçla kendi sanatları bağlamında sanatçılar ve edebiyatçılar tarafından dile getirilmiştir. Bu ortak ilgi alanını insan zihninin karanlık kısımlarına olan merak çerçevesinde düşünebiliriz. Psikanalizde “ruhsallık” olarak adlandırdığımız alan sanat ve edebiyatta sanatçının yaratımlarının ve esinlenmesinin kaynağı olan alana denk düşer. Esas itibariyle ele gelmeyen, karanlık, muğlak bir alan olarak tanımlanır. Psikanalistle sanatçı, kendi disiplinlerinin araçlarıyla bu alanı tanımlar ve ona yer yer örtüşen açıklamalar getirirler.

Fransız psikanalist André Green’in tanımıyla edebiyat, dilin ruhsal gerçekliğe göndermede bulunacak şekilde işlenmesidir. Bunun çok güzel bir tanımlama olduğunu ve Green’in bu tanımlamayla iç içe geçmiş iki işleme işaret ettiğini düşünüyorum. Bunlardan biri, dilin ve kelimelerin dönüştürülmesi ve bu dönüşüm sonucunda gidererek daha zengin ve karmaşık sözel ifadelerle yeni anlamlara ulaşılmasıdır. Diğeri ise göndermede bulunulan ruhsal gerçekliğin dile gelmesiyle ortaya çıkan ruhsal işlemdir. Buna psikanaliz dilinde, bazı durumlarda temsil edilemeyen ruhsal içeriklerin temsile kavuşturularak zihinselleştirilmesi, bazı durumlarda da bastırılmış olanın bilinçli hale getirilmesi diyoruz.

Bu çift taraflı işlemin sanatta/edebiyatta ve psikanalizde ele alınış biçimleri her iki alanın kendine özgü amaçlarına göre farklılık gösterse de, sonuçta psikanalizle sanatların ruhsal malzemeyi işleme biçimleri arasındaki yakınlık apaçık ortadadır. Özellikle yazarların ve sanatçıların tanıklıklarından biliyoruz ki, bu kişiler sanatlarını konuşturarak sadece beğenilecek eserler ortaya çıkarmakla kalmıyorlar, aynı zamanda eserin oluşumu sırasında kendi içlerinde de bir dönüşümün gerçekleştiğini fark ediyorlar. 

Sanatları aracılığıyla nasıl esrimeye girdiklerini, nasıl esinlendiklerini, kendi karanlıklarına dalıp, içsel bir yolculuğu tamamlayıp kendi derinliklerinden hakikati nasıl bulup çıkardıklarını anlatan yazarlar öteden beri var olmuştur. Fakat ruhsal süreçleri anlatan bu ifadeleri ait oldukları alana, yani ruhbilimi alanına katmayı akıl eden ilk kişi Freud’dur. 

Freud psikanaliz kuramını geliştirirken en az hastalarına dair gözlemleri kadar, içinde sanatçı ve edebiyatçıların deneyimlerinden örneklerin de bulunduğu “sağlıklı” ya da “normal” durumlara dair gözlemlerden de faydalanmıştır. Ve psikanalizi ayrı bir disiplin olarak yerleştirmek için çalışırken, analistlerin eğitiminin edebiyat ve insan bilimleri alanında da bir eğitimi içermesi gerektiğini söylemiştir. Freud bunu iki yönden teşvik ediyordu. Birincisi edebiyat ve insan bilimlerinin terbiyesinden geçmek analistlerin kendilerinin ve ötekinin bilinçdışını dinleme becerilerini geliştirmesi bakımından önemliydi. İkincisi kuramı ve tekniği geliştirmek için bire bir edebiyattan ve insan bilimlerinden destek alınması gerektiğini düşünüyordu. Psikanalistleri, edebiyatı klinik çalışmalarına katmaları yönünde teşvik ediyordu. Jung ve Rank’ın çalışmaları, Freud’un zamanından buna örnektir.

- Nilüfer Erdem Güngörmüş, Sanatçının Kendine Yolculuğu