Tea Obreht etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tea Obreht etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Şubat 2024 Pazar

Kaplanın Karısı

 


Bana söylediklerine göre kaplan ilk olarak aralık sonundaki bir kar fırtınası sırasında, köyün yukarısındaki Galina dağlarında görülmüş. Kim bilir ne zamandan beri oradaki devrik ağaçların kovuklarında saklanıyordu. O gün, sığır çobanı Vladiša, tipide buzağılarından birini kaybedince onu bulmak için dağa çıkmış. Bir fidanlığın içinde sapsarı gözlü ve ay ışığı gibi parlayan kaplanla karşılaşmış; ölü buzağı hayvanın ağzından aşağı sarkıyormuş. Bir kaplan. Bu, Vladiša gibi bir adam için ne anlama gelebilirmiş ki? Ben biliyordum kaplanı çünkü büyükbabam beni her hafta suriçine götürüp kaplanı işaret ediyordu; çünkü arada sakin öğleden sonralarımızı geçirdiğimiz doldurulmuş hayvan müzesinde kaplan yazan etiketler vardı, çünkü büyükannemin diz kremi kutusunun üzerinde karmaşık Çin harfleriyle kaplan kelimesi karalanmıştı. Kaplan Hindistan'dı ve uyuşuk, sarı öğle saatleri; kocaman açılmış gözleri ile geyik, mangrovların arasında yatarken Kipling'in orman sakinleri katilin sırtını işaretlemek için yere eğiliyorlardı. Ama büyükbabamın köyünde, o günlerde, bir kaplan? Bu kelimenin anlamı neydi ki? Ayı, kurt, tamam. Ama kaplan? Ne dehşet ama.

• Téa Obreht, Kaplanın Karısı

5 Haziran 2022 Pazar

Tea Obreht, Bozkır

Bazen durup George'u düşündüğümde acaba sana sırf bu ölülerle ilgili saçmalıkları anlatmakla büyük haksızlık mı ettim diye soruyorum kendime Burke. George, Maida'nın sırtında yol alırlarken ona şarkılar söylerdi. Gök kubbenin hareketlerini izah ederdi. Tejon'a vardıklarında bahse girerim bizim bilge hatun ta yüze kadar saymayı öğrenmiştir.


Oysa sen benden ne öğrendin - kendi işine bak ve arkanı kolla dışında? Benim kaderim senin hak etmediğin koca felaketindi. Benim tek bildiğim, hayatın sillesini yediğimde toparlanıp ayağa kalkmaktı. Hayatım boyunca Polis Müdürü John Berger'ı bekleyerek arkama baktım durdum. O kanun adamlığından ayrıldıktan sonra bile, geçtiğimiz topraklar entrikalarla, para verip satın alarak tek tek eyalet olduklarında bile, savaşlardan, Kızılderililer kendilerine ayrılan bölgelerde kuşatıldıktan sonra bile. 

Bizi olur da yakalarsa ona ne diyeceğimi düşünerek kim bilir kaç saat harcadım. Her şeyi anlatacaktım ona. Hayatını beni arayarak geçirdiği için alay edecektim onunla. 

Ama o an nihayet geldiğinde -nihayet Red Bear dışındaki kampta ben içerken soframa oturduğunda- ne dedim ona?

Hiçbir şey.

"Dışarıda arkadaşını gördüm," dedi bana. "Ve seni nihayet bulduğumu anladım." Beneklerle kaplı eliyle bir kadeh içki itti önüme. Onu son gördüğümde yaşlı bir adamdı zaten, şimdi iyice yıpranmıştı. Ama kurt yaşlansa da kurttur. 

"Kusura bakma, seni tanımıyorum," dedim.

"Tutuklama emri ara sıra tekrar imzalanmazsa geçerli değildir, biliyor musun?" dedi. Biliyordum. "Senin emrini imzalamış olan yargıç iki yaz önce öldü, yenisini imzalayacak adam bulamadım. Katil olarak önemli değilmişsin meğer. Olsun. Ne zamandır yakında olduğunu biliyordum. Geldim işte."

"Sen beni başkası sandın herhalde beyim."

İyice sokuldu. "Seni nerede görsem tanırım - dışarıda seni bekleyen o koca çirkin şey olmasa bile. Ama bunca yıldır geceleri uykumu kaçıran şey senin suratın değildi. Öldürdüğün o oğlandı. Ölmeden önce, hâlâ onu kurtarma umudu varken, senin tekmenle kafasından fırlayan gözünün artıklarını kesip almak zorunda kaldıklarında yanındaydım. Oğlan ateşlendi, altını kirletti, haftalarca uykusunda çığlık attı; sen o arada kah kah gülüyordun, korkaklığından dönüp yaptığınla yüzleşemiyordun. Tanrı yok mu, eli omzunda değil mi? Teslim olmayı Tanrı'ya borçlu değil misin?"

"Kusura bakma beyim," dedim. "Aradığın adam ben değilim."

Bir süre başını aşağı yukarı salladı. "Missouri'de hep seni taşıdım içimde. Teksas'ta. Montana'da, Nevada'da. Kaliforniya'da. Başka şey düşünmedim demeyeceğim. Yoluma çıkan en boktan herif bile değildin. Ama bir dürtüydün benim için. Bütün kanun kaçakları şöyle ya da böyle birilerine itirafta bulunurlar. Ellerinde değildir. Ya da düşman elinde ölecek şekilde kanun kaçakçılığına devam ederler. Ama sen bunu yapmadın. Bazen düşünürdüm, acaba seni hayatta tutan şey benim seni aramam mı diye. Belki seni unutabilsem sen de gidip ölecektin. Neyse. Öyle olmadı. Ama ben senin kim olduğunu biliyorum Lurie Mattie. Belki hayattaki son insanım bilen. Seni mezara götüreceğim ve orada sessizliğimle yok edeceğim."

Hâlâ söyleyebileceğim, onca yıldır söylemeyi düşündüğüm her şey yok oldu gitti. Tek düşünebildiğim şuydu: Benim Hobb'la Donovan'ın kardeşi olduğumu bilip bilecek en son insan karşımda oturuyor. O öldüğünde ben kimin akrabası olacağım? Yaşayanların açlığı ruhuna sinmiş o yaşlı adama baktım ve iki şeyi anladım. Onu asla öldürmemeli, ölürken yakınında olmamalıydım. İnadımdan mı, korkumdan mı bilmem, onu huzura kavuşturmayı da kendime yediremeyecektim.

"Kusura bakma beyim. O adam değilim ben. Sen hâlâ aramaya devam edeceksin onu belli ki."

Bana inanıp inanmadığını asla bilemeyeceğim. Senin sırtına bindim, yola çıktığımızda dönüp son bir kez meyhanenin sefil yıkıntısına baktım. Onu verandada durmuş bize bakarken görmeyi bekliyordum sanki. Ama o cam kenarında oturmuş çorbasına bakıyordu, bütün ihtiyarlar gibi.

- Tea Obreht, Bozkır