11 Mayıs 2021 Salı

Ne Yapıyorum Evde?

29 Nisan 2021 tarihinden beri tam kapanmadayız, bilindiği üzere. Ben de evdeyim işte, herkes (!) gibi. Diye düşünürken, aslında herkes gibi olmadığımın farkına vardım. Bunun bugün farkına vardım. Çünkü bugün dışarı çıktım, 29 Nisan'dan beri ilk kez. Dışarısı normal bir günden daha kalabalıktı. 

Birkaç arkadaşım "Sen iyi misin yav, herkes dışarıda!" diye mesajlar atmışlardı. Abartıyorlar sanmıştım, abartmıyorlarmış. Gerçekten de dışarısı çok kalabalıktı. Bebek arabaları ve yaşlılar gözüme en çok çarpanlardı. 




"Ne yapıyorsun ki evde?" sorusunu çok sordular bana. Kitap okuyorum, diyordum. İyi de her zaman okuyorsun zaten, dediler. Film izliyorum, dedim. İyi de normalde de çok film izliyorsun zaten, dediler. Yeni bir kitap projesi üzerinde çalışıyorum, yıllar sonra yeni bir kitap fikri beni heyecanlandırdı, dedim. Tamam da, sen hep bir proje üstünde çalışıyorsun zaten, dediler. 

Ben ne dediysem, iyi de - tamam da - anladık da- dediler. 

Ben normalde ne yapıyorsam onları yapmaya devam ettim anlayacağınız. 

Şimdi bunları yazınca yine (!) çok duygusal olduğum düşünülecek, ancak elden ne gelir, yazmak durumundayım: 

Ne yapıyorum evde? Her zaman yaptığım şeyleri daha çok zamanım olduğu için biraz daha fazla yaptım: Gün aşırı kitap bitirdim, film izledim, psikolojik danışma görüşmelerimi yaptım, notlar aldım. Sonra milyonuncu kez kendimi ve hayatımı düşündüm. Geleceğimi düşündüm, ülkemi düşündüm, 'ne olacak bu ülkenin hali' diye sordum, yanıt alamadım. Zira yıllardır yanıt alamıyorum. Ne zaman bu soruyu sorsam boş akbil sesi geliyor kafamdan, ne üzücü! (Aylin Balboa cümlelerine hastayız.) Dert ürettim, evet bildiğiniz kendi kendime dert sahibi oldum, yani gelecekle ilgili endişelerimi artırdım; sonra bu endişelerin ne kadarının gerçek ne kadarının düşünce olduğunu düşündüm. Hepsi sadece birer düşünceden ibaretti. Hiçbiri gerçeklik olan gerçeği yansıtmıyordu. Çok sevdiğim ülkemin ekonomik ve siyasi sorunları karşısında hiçbir şeyi dert edesim yoktu aslında.

Son kitap siparişlerime baktım; henüz başlamadığım kitapları elimde karıştırıp durdum: Juan José Saer, Varlam Şalamov, Andrey Platonov, Hillary L. McBride, Gilles Deleuze, Mario Sabino, Claire Keegan gibi yazarların kitaplarda yazan biyografilerine baktım. Özendim onlara. İnsan bilmediği hayatlara özenip duruyor zaten. Kitaplara baktım, çevirmenler ne büyük emek harcayarak kitapları Türkçeye kazandırıyorlar; yazarlar kim bilir kaç zamanlarını ve emeklerini harcayarak bu eserleri ortaya çıkarıyorlar; belki daha da önemlisi neler neler yaşadılar da oturup yazmak, kendilerine iyi gelmek zorunda kaldılar? Bilemiyorum tabi. Saygı duydum. 

Gilles Deleuze'ün Kritik ve Klinik kitabının (son aldığım kitaplardan biri) arka kapak yazısı dikkatimi çekti, etkilendim:

"Kişi kendi nevrozlarıyla yazmaz. Nevroz, psikoz; bunlar, yaşam geçitleri değil, süreç kesintiye uğradığında, engellendiğinde, tıkandığında içine düşülen durumlardır. Hastalık bir süreç değil, 'Nietszsche örneği'nde olduğu gibi, sürecin durmasıdır. Bu haliyle yazar da hasta değil, daha ziyade hekimdir, kendisinin ve dünyanın doktorudur. Dünya, hastalığın insanla karıştığı semptomlar bütünüdür. Bu durumda, edebiyat bir sağlık girişimi olarak ortaya çıkar."

Kim ne ile uğraşırsa uğraşsın, ortaya bir eser, bir ürün çıkarabiliyorsa eğer, bu bir sağlık girişimidir; bu, kişinin kendine iyi gelmeye çalışmasıdır, düşüncesini kendimce pekiştirmiş oldum. 

Hepsinden sonra bugün iki saat dışarıya çıktım, sonra eve geldim, bu yazıyı yazdım, kendime şunu sordum: Ne yapıyorum evde?