Woody Norman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Woody Norman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Şubat 2022 Salı

Bir filmin güzelliği: C'mon C'mon

Johnny rolünde izlediğimiz Joaquin Phoenix'in son filmi C'mon C'mon konusu, oyunculukları ve kurgusuyla beni resmen büyüledi.

Çok çarpıcı bir film arayanlara C'mon C'mon hitap etmeyecektir büyük ihtimalle. Büyük dramlara alışkın Türk izleyicisi için eh işte minvalinde bir film bu. Elbette herkesin etkilenme düzeyi, film hakkındaki görüşü farklı olacaktır, yani beklenilen budur zaten ama yine de genellemelerden kaçamıyoruz. Zira günümüz dünyasında insanlara baktığımızda aynı türden yaşantılar bolca görüyoruz. Bu da beraberinde aynı türden düşünceleri, aynı türden davranışları, aynı türden yorumları getiriyor. 


Neyse, bu konuların sırası değil şimdi. Kendi muzdarip olduğum meseleleri buraya dökmeye gerek yok. Zaten minik blogumu okuyan 30-40 kişi var, onları da sıkmamak adına filmden bahsedeyim.

Johnny bir radyo gazetecisidir. Film, Johnny'nin ülkenin çeşitli yerlerinde çocuklarla yaptığı röportajlarla başlıyor. Sonrasında kız kardeşi Viv (Gabby Hoffmann) eşinin hastaneye yatış işlemleri için evden gitmesi gerektiğinden Johnny'i arıyor ve oğluna bakmasını istiyor. Kız kardeşiyle arasında düzgün bir iletişim olmayan Johnny dayılık yapmayı ve dokuz yaşındaki bir çocukla vakit geçirmeyi bilmiyordur. Ama yine de yardım etmeyi kabul ediyor ve film başlıyor.


Geçmişten bugüne aile bağları yakamızı bırakmaz

Filmin bundan sonra işlenişi benim çok hoşuma gitti. Johnny ve kız kardeşi Viv arasındaki bol telefon konuşmalarına şahit olurken yani bugünün konuşmalarını dinlerken aynı zamanda flashbacklerle geçmişi de görebiliyoruz. Yönetmen Mike Mills en büyük alkışı bence burada hak ediyor. Çünkü izlerken geçmiş ve bugün arasında kafamız hiç karışmıyor. Bu sahneler iki kardeşin neden uzun zamandır görüşmediklerini de açıklamış oluyor. 

Viv'in eşi psikolojik sorunlarla boğuşmaktadır (görünen o ki bipolar bozukluktan muzdariptir) ve hastane bakımı için Viv Oaklan'a gitmek zorundadır. Oğlu Jesse'ye bakıcı aramak için zamanı olmadığından Johnny'den rica ediyor bunu. Jesse akranlarına kayısla biraz farklı bir çocuk: En sevdiği oyun yetim bir çocuk rolüne bürünmek. Bu oyunları dayısı Johnny'yle oynamaya çalışıyor ve bu sırada Jesse'nin geçmişte babasıyla da bu oyunları oynadığını ve baba-oğul çok keyif aldıklarını görüyoruz. Bu arada dokuz yaşındaki Jesse karakterini entegre yetenek Woody Norman'ın canlandırdığını ve genç yeteneğin Joaquin Phoenix'le harika bir uyum içinde olduğunu ekleyelim.



New York, New York

Johnny radyo programı için New York'a gitmek zorundadır, New York ise oraya alışkın olmayan bir çocuk için tehlikelidir. Ancak Jesse bunu sorun etmiyor ve New York'a gitmek için sabırsızlanıyor. Johnny, New York'ta yine birçok çocukla radyo için röportajlar yapıyor, bu sahneler direkt senaryoda olmasa da filme acayip bir derinlik katmış bence. Filmin bizleri sürüklediği hikâye biz izleyenlere birçok farklı dünya ve farklı insan hikâyesi düşündürtüyor. 

Johnny'yle röportajlara katılmayı istemeyen Jesse New York günlerinde dışarıya çıktıklarında dayısının kayıt cihazlarını alarak sokakların, arabaların, insanların, okyanusun seslerini ve en nihayetinde filmin sonuna doğru kendi sesini kayda almayı tercih ediyor. 

Entelektüel Cesaret

Yazının sonuna doğru filmin en sevdiğim kısmını yazayım: Bu filmdeki entelektüel cesarete hayran kaldım. Normalde birçok yönetmen ve yapımcı entelektüellik içeren göndermeleri yersiz ve "zaten tutmayacak" ve insanlar anlamayacak kafasıyla filmlere koymazlar. Ancak bu filmde çocuk yetiştirme stilleri, çocuk eğitimi, çocuğa yaklaşım tarzları inanılmaz bir yer tutuyor. Yanlış görmediysem evdeki bir posterde Rousseau yazıyor. Bu referans boşuna değil, zira Rousseau'nun en bilinen kitaplarından biri Emile ya da Çocuk Eğitimi Üzerine'dir. Belki de bu mesajlar sayesinde filmde Johnny karakterini çocuklarla dünyanın ve insanlığın geleceği hakkında röportajlar yapan bir radyo gazetecisi olarak çizdiler. Film boyunca, istediğimiz kadar kalıplar içinde çocuk yetiştirmeye çalışalım, hiçbirinin faydasının olmadığını, çocukların zaten yeterince açık olan algıları sayesinde birçok şeyi yetişkinler kadar ve belki de onlardan daha fazla kavrayabildiklerini izliyoruz. 


Film boyunca birçok kitaptan alıntı ve bu alıntılarla bezeli sahneler izliyoruz. Yakaladığım bazı kitap alıntıları:

- Jacqueline Rose, Mothers: An Essay on Love and Cruelty
- Andrea Nair, A How -to Guide to Parent- Child Relatinship Repair
- Angela Ann Holloway, The Bipolar Bear Family: When a Parent Has Bipolar Disorder

Çok temiz kayıtları olan, akıcılığı ve gürültüsüzlüğü, saçma sapan tribünlere oynamayan konusu ve akışıyla C'mon C'mon büyük takdirleri hak ediyor. 

Ve son cümle: bla bla bla bla bla tabii ki.