Josh Cohen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Josh Cohen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mayıs 2022 Perşembe

Çalış(ma)mak: Daha Ciddi Bir Mesai

Tembel bölümünden

(...) Aslında bu eğilimin evrenselliğinin bir kez farkına vardığımızda örnekler hızla çoğalır. Spagetti ya da balık filetosunu keşfetmiş bir çocuğun başka bir şey denemeye ikna edilememesini, diğer bütün ilgilerinden feragat etmek pahasına idolünün ağzından çıkan en ufak bir şeyi ve her hareketini takip eden ünlü hayranını ya da "yaşamına devam etmeyi" redderek kaybettiği kişi için yaşamını teselli edilemez bir özlem duyarak geçiren reddedilmiş âşığı düşünün. Birbirinden çok farklı bu olgular devinim ve değişim mevzubahis olduğunda aynı derin direnci paylaşır. Bütün bunlar Freud'un "libidonun ataleti" dediği seçtiğimiz kişi, yer ya da şeye bir tür inatçı yapışmanın yanı sıra bunları geride bırakmaya yönelik herhangi bir baskı söz konusu olduğunda duyulan kaygı ve hınçla sağlama alınmıştır.

Tutkularımızı etken ve amaca yönelik şeyler olarak düşünmeye o kadar alışkınız ki ne kadar tembel ve halinden memnun hale gelebileceklerini fark edemiyoruz. Libidoyu gümbürdeyen bir motordan bolca, hızla ve direnç görmeden akıp giden bir yakıt gibi resmediyoruz, yakıt borusundan yavaşça ve ağır ağır ilerleyen, karbüratörü tıkayan ve motorun stop etmesine neden olan tortulaşmış yağ olarak değil. Libidonun dinamizminin farkındayız ama "libidonun uyuşukluğunun" (Freud'un bir başka unutulmaz deyişi) pek de farkında değiliz.

Tutku ve arzu zihinlerimizde ayrılmaz bir şekilde yapmakla ilişkilenmiştir, o yüzden de hareketsizlik ya da yavaşlık, "yapmayı tercih etmek" için tutku duyma fikri bizim için neredeyse anlaşılmazdır. Libidonun içinde uyuyşukluğun da olduğu fikri insan yaşamı ve benliğe ilişkin genel kabul gören fikirlerimize kökten kafa tutar -bu kafa tutma çılgınca program yapma, hiperaktivite ve sürekli dikkat dağınıklığı yaşayan kültürümüz için acil bir önem taşır. Kendimizi bu kadar dar biçimde eylem ve amaç yaratıkları olarak tahayyül edip bütün zamanımızı işe vermekte ısrar ederek benliğimizin asli bir boyutuna savaş ilan eder ve kendimizi Winnicott'un "deneyimlerin en basiti, varolma deneyimi" dediği şeyden mahrum bırakırız. 

Winnicott bu basit ama gizemli sözcüğü henüz annesinden kendisini ayrıştırmamış bir bebeğin iç yaşamını tanımlamakta kullanmaktadır. Kendilik duygumuz en nihayetinde bu dağınık, örgütlenmemiş varolma deneyiminden ortaya çıkar. Ama kendimizi bilinçli olarak düşünüp eyleyen, psikolojik açıdan gelişmiş kendilikle (Winnicott'un dilinde söyleyecek olursak bir "yapıp etme" yaratığıyla) özdeşleştirirken (ya da karıştırırken), ruhsal yaşamın bu asıl katmanı bizim için giderek ulaşılmaz hale gelir.

Amerikalı psikanalist Jonathan Lear'ın vurguladığı üzere, ne kadar anlaşılmaz görünebilecek olsalar da Freud zihnin bütün etkinliklerine işlev ve amaç atfetme eğilimiyle dolaylı olarak insanın varolan bir yaratıktan ziyade yapıp eden bir yaratık olduğu anlayışını destekler görünmektedir. Kendi çıkarlarımıza zarar verir ya da bu çıkarları baltalar göründüğümüzde dahi doğrudur bu. Freud bu tür davranışlar görünürde ne kadar kendi kendini engelleyen davranışlar olsa da, bunların daima bir motivasyonla gerçekleştirildiğinde ısrar etmektedir. En uç ruhsal ve davranışsal eğilimlerimizin rasyonelliğine ilişkin bu ısrarın altında yatan şey, dolaylı bir zihin "teolojisi", bizden ne kadar gizlenmiş olsa da yaptığımız her şeyin bir amacı olduğu inancıdır. 

Freud'un düşüncesinin ıskaladığı şey, Lear'ın belirttiği üzere "kimi zihinsel etkinliklerin amaçsız gerçekleştiği" olasılığıdır. Eyleme geçme ve dünyevi amaçlarımızı yerine getirme dürtümüzün yanı sıra, içimizde daha belli belirsiz ama eylem ve amacı reddetme, yalnızca varolmamıza olanak tanıma yönünde aynı derecede güçlü bir eğilim barındırıyor olabiliriz. Böyle bir eğilimi tanımanın ciddi politik ve psikolojik sonuçları vardır. 

- Josh Cohen, Çalış(ma)mak: Daha Ciddi Bir Mesai