terapi odası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
terapi odası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ağustos 2022 Perşembe

Terapi Odası

Psikoterapist kadın mı erkek mi olsun? Terapi dünyasında kadınlar ağırlıklıdır, peki neden? Psikoterapi (bence) rant getiren bir alan değil. Psikoterapi yapmak ve hayatımızı bu yolla kazanmak istiyorsak çok uzun yıllar eğitimlerden geçeriz ve iyi bir klinisyen olmayı öğreniriz. Rantın az bulunduğu hatta olmadığı bir yerde doğal olarak erkekler az bulunur. Terapi dünyası kadınlara bırakılan bir alandır. Ayfer Tunç benzer bir ifadeyi edebiyat dünyası için de söyler: Bir alanda kadınlar artıyorsa o alanda değersizleşme vardır, bakın akademik dünya, edebiyat dünyası, terapi dünyası. Bu durumun yarattığı şöyle bir olumlu taraf var, rant olmadığı için nitelik yükseliyor. Terapide bir rant olmadığı için kadınlar bu alanda ciddi bir engellenmeyle de karşılaşmıyorlar.




Cinsiyetleri bir kenara bırakırsak, terapi nerede ve nasıl iş görür? Ne bekleriz? Ne buluruz? 

Terapiye kendimizi yok olmaktan kurtarmak adına da gideriz. Yok olma korkusu bizim toplumumuzda iliklerimize kadar işlemiştir. Kendini hep yok edilme korkusu içinde bulan bir toplumuz. Hem kendimizi bu kadar "büyük" görmemiz hem de bu kadar yüksek bir beka korkusu yaşamamız çok manidar bir durum toplumumuz adına. 

Ben neler yapıyorum/yapmaya çalışıyorum terapi odasında? Öğrendiğim yöntem ve tekniklerin ışığında nasıl en iyi çalışabiliyorsam, kendi pratiğimi bu şekilde oturtmaya gayret ediyorum. Tamamen uygulamalı bir alan olduğu için farklı hayatlardan gelen kişilerle zihinlerimizin aynı frekansta uyumlanmasını sağlamak adına kuramsal zeminler ve rotalar belirlemeye çalışıyorum. 

Genel olarak bahsedecek olursam; Uygulandıkça kompaktlaşıyor terapi (sıkı ve yoğun), lafı çok uzatmanıza gerek kalmıyor, daha kristalize oluyor zihninizde uyuma yönelik olmayan düşünce ve davranışlar. İlk aşama tersine mühendislik, yapanlar nasıl yapmış görmeye çalıştığımız bir bölüm. Terapide, tersine mühendislik gerçek hayattan örnekleri kapsayabilir, daha önce benzer sorunlarla başvuran ve onlar nasıl aştı örnekleri olabilir. Bu zamana kadar danışanın sorununu sürdüren düşünceleri-yaşadığı sorunla ilgili sahip olduğu bilgilerini yokluyor ve bir anlamda bunların tozunu alıyoruz. Düşüncelerimizin, bilgilerimizin tozunu alıyoruz, çünkü bilgi kirliliği ve mitler psikolojide çok fazla. Bir anlamda danışanın içinde yaşadığı bağlamı ve oluşturduğu yapıyı görüyorum. 

Sonraki aşama: Yaşanılan sıkıntılar nerelerden besleniyor, bu hikâyeler nereden geliyor? başlığını taşıyor. Terapide sorunlar/sıkıntılar nereden geliyor, diye soruyoruz. Bunları nasıl oluyor da yaşıyoruz? Bize bu sorunu sürdüren, düşünceleri uzatan ve o sorun davranışları sergilememize neden olan uyaranlar-tetikleyiciler nelerdir, danışanla bunları inceliyoruz. Bu aşamada artık biraz daha içerikle ilgileniyoruz. Esasında hiçbir sorunun büsbütün yepyeni bir sorun olmadığını da konuşuyoruz burada. Yaşadığımız durumların emsali görülmemiş olmadığını konuşuyoruz. (Tersi de olabilir elbette.) Çünkü çoğu danışan yaşadığı şeyleri sadece kendisi yaşıyormuş gibi algılayabiliyor. Bir bütünün, akış halindeki bir bütünün parçası olduğumuzu fark etmek ilerlemede önemli yere sahip. Danışanın burada sahip olduğu birikimi anlamaya çalışıyorum. Çünkü hiçbir danışan karşımıza bembeyaz bir sayfayla gelmez. Danışanlar; karalanmış, yazılmış, çizilmiş, yırtılmış, koparılmış, atılmış, tekrar yapıştırılmış sayfalarla gelirler karşımıza. Danışanın karşımıza kadar gelen sürecindeki bütün birikimini önemsiyorum; eleştirmeden, yargılamadan, olduğu gibi kabul ederek, danışanın kendi hakkında uzman olduğunun bilinciyle danışanı tedaviye angaje ediyorum. Yapacağımız yeni deneyler bütün bu birikimin üzerine inşa ediliyor. 

Terapiye gelen danışanlar, terapiye giden başka arkadaşlarıyla konuştuklarında genelde derler ki, "Kafamda öyle bir hareketlilik var ki daha önce yapılmayan bir şeyi yapacakmışız gibi." Böyle bir şey genelde olmaz ama danışan için yepyeni bir şey olabilir. Orijinallik peşinde değil, danışana iyi gelecek egzersizlerin peşinden koşuyoruz. Kanıta dayalı terapilerin büyük sandığından hangi kıyafetler bu danışana uyar, bunları deniyoruz bir anlamda. 10 yüzyıl önce yaşanılan benzer insan düşünceleri ve davranışları günümüzde nasıl tezahür ediyor, o zamanın şifahanelerinde benzer neler yapılmış, günümüzde neler yapılıyor, aradan geçen 10 yüzyılda biz insanların yaşadıkları nasıl birbirine benzer şeyler, bu yaşantılar birbiriyle nasıl konuşuyor? Danışan bunları gördükçe gelişmeye, ilerlemeye, vizyonunu genişletmeye başlıyor. (Bu kısım çoğu meslektaşım için gereksiz gelebilir.)

Bir sonraki aşamada "eyleme geçiyorum" başlıyor. Burada ön sözleşmemiz şu; yöntemi denemeyi istemek. Yöntemi denemeyi isteyenlerle bu süreç keyifli bir şekilde devam eder, in vivo exposure’lar (gerçek hayatta alıştırmalar) sayesinde, davranışçı aktivitelerle danışan kendinin başka ve yeni ve belki de hiç düşünemediği durumlarında bu deneyleri yapabilir mi? Bu uygulamalarda danışan alıştırmaların ve egzersizlerin çalıştıklarını/işe yaradıklarını gördükçe ilk iki aşamada yapılan paylaşımların, verilen psikoeğitimlerin çok katkısı oluyor. 

Terapiye kimler geliyor, nasıl etkileniyorlar? Haftalık egzersizleri düzenli kontrol etme kısmına geldiklerinde deneme-yanılma, deneme-yeniyi öğrenme, deneme-yapabiliyorum demeye başlama-kognitif yapının hızlıca değişime başlaması basamaklarında terapi daha canlı ve aksiyon dolu olmaya başlıyor. Danışanların bir kısmı diyor ki, "Sakın bana yazdırmayın, ben sadece biraz daha dinlemek, konuşmak ve anlaşılmak için geldim." Bir kısım danışan diyor ki, "Bana bunları yaptırtmayın, korktuğum her şey gerçekleşirse?" İşte sorunu sürdüren faktörlerden biri bu zaten: Danışanın bilişsel çarpıtmaları. Biri diyor ki, "Ben sadece denemek istedim." Başka birisi diyor ki, "Ben gidişatımdan memnun değilim, sanki kötü bir şeyler olacak ve hasta olacağım, hasta olmamak adına neler yapabilirim, bunları öğrenmeye geldim." Bu danışan çeşitliği arasında "bana sakın bunları yaptırtmayın" diyen kişilerin, yapacak daha yaratıcı aktiviteler bulup ofisten çıktıklarında ben müthiş mutlu oluyorum. Mekanizmayı anlamış, artık kendinin terapisti olmuş. Terapi gündemlerimiz dışında yaşadığı hayat karşısında da yeni becerileri kendi kendine geliştiriyor, kendinin terapisti olabilmiş, bu harika bir şey danışan adına.

İnsanların terapinin sonunda öğrenmiş, aydınlanmış bir şekilde ayrılmasını bekliyoruz. Mekanizmayı öğrenmiş olması çok önemli. Ama bu şu demek değil, onları poh pohlamak, sen iyisin aslansın kaplansın değil, alâkası yok bunlarla, insanlara yapamayacakları şeyleri yaptırtmıyoruz, böyle bir şey talep bile etmiyoruz zaten. Aslında yapabilecekleri ama bilişsel çarpıtmalar nedeniyle yapmaktan imtina ettikleri davranışları alıştırmalar, egzersizlerle kademe kademe yapıyoruz ve değişim zaten kaçınılmaz olduğu için mekanizmanın nasıl çalıştığını anlayan kişiler öğrenmeye de başlıyor. Sorun davranış öğrenildiği için kalıplaşır, demek ki davranışı sorun olmaktan çıkartan yeni bilişler ve davranışlar da öğrenilebilir. Bu yüzden teknik eğitim önemlidir. Sanat eğitimleri de dahil olmak üzere eğitim dediğimiz şey çoğunlukla tekniktir. Ancak bizler tekniker değil klinisyeniz. Yani birine heykel eğitimi verebilirsiniz ama ne heykeli yapacağını öğretemezsiniz. Danışanlara da sorun davranışlarıyla ilgili teknik eğitimi teorik ve uygulamalı verebilirsiniz ama nasıl bir insan olarak hayatına devam edeceğini belirleyemezsiniz. 

Herkesin hayatında bir merkez vardır. Merkez dediğimiz şey fıstık olsun, hayatımız da çikolata olsun, bunu bir araya getiriyorlar, sonra biz bunu yiyoruz, biri de bize diyor ki neymiş bu söyle hadi: Tadını aldım, bu fıstıklı çikolata ama bana çıkar o fıstığı geri ver dediğinde, ben onu çıkaramam. Ama tadını aldım. Yani sezgisel de öğreniyoruz ama bu sezgiselliğin içinde deneyimsel öğrenme de var. Başkası o merkezi oraya koyduğunda böyle bakmak bizi soyutluyor elbette, başka hayatlara müdahale edemiyoruz, kişi kendi çalışmalarında o merkezi kendisi koyacak oraya, diğer parçaları da merkezin etrafına yaymaya başlayacak. Birbirine doğru çekilmesini bekliyoruz yeniden kurduğumuz/inşa ettiğimiz ya da yoktan var ettiğimiz parçaları bu bütünün içinde, bu sayede manyetik alanı yaratmaya başlamış oluyoruz. 

Bu yazdıklarım belki de çoğu meslektaşım için gereksiz gelebilir. Ancak ben öyle düşünmüyorum. Yaptığımız işin tek bir boyutu ve yapılış şekli yok. Terapilerde asıl önemli noktanın kanıta dayalı bir şekilde çalışmak olduğundan hareket ederek bu sağlam zeminin üstüne kendi klinik pratiğimi böyle bir felsefi anlayışla geliştirmeye çalışıyorum. 

Buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler, umarım faydalı olmuştur, sevgilerimle.

Tuna