25 Ekim 2023 Çarşamba

"Mors janua vitae"

Kafamızın içinde tüm ayrıntılarıyla kayıtlı dükkânlardan alışveriş yaparız, gerçek dükkânlardan uzunca süredir bir şey satın almamışızdır. Sohbet ettiğimizde en içimizde olanlardan bahsederiz, asla dışarıdan değil. Genç insanlar bunu bilmez. Bizimle, sanki onların dünyasında yaşıyormuşuz gibi konuşurlar. Onları hayal kırıklığına uğratmamak için çok güç harcarız. Hâlâ orada olduğumuz hissini vermek ancak deneyimlerimiz sayesinde mümkün olur. Öte yandan bu o kadar zordur ki, görüştüğümüz kişilerin sayısını azaltmak zorunda kalırız. Seçici olmamız gerekir. 

İlk sırada daima çocuklarımız vardır. Artık ortalıktan kaybolmak üzere olduğumuzun farkına varmamalarını sağlamak için en uzun süre kandırmamız gerekenler onlardır. Sadece onları değil, kendimizi de düşünürüz bunu yaparken. Yoksa gidişimizi gereksiz yere güçleştirirlerdi. 

Yaşayan herkes gitmeyi güçleştirir. Yaşamaları nedeniyle. Bir tek ölenler bizi bu dünyadan azat ederler. Bu yüzden severiz gazetedeki ölüm ilanlarını okumayı. Sokaklarda yürüyen, toplu taşıma araçlarına binen, sohbet eden, seyahetlere çıkan tüm o yaşlı insanlar etraflarındakileri kandırıyordur. Bellekleri ne kadar genişse, belleğin erişilebilirliği ne kadar kolaysa kandırmaca da o kadar başarılı olur. Buna özgüven denir. 

Gölgeler dünyasında tökezlemeden hareket edebilmek için ciddi bir özgüven gerekir. Ama bu bile gerçek bir sorun değildir. Çünkü ince eleyip sık dokunacak olursa, genç insanlar da dünyada düşe kalka ilerler, bellekleri, düşünceleri vardır ve yaptıkları ya da gördükleri hiçbir şey gerçek değildir. Sadece bunun farkında değildirler.

• Margit Schreiner, Hayal Kırıklıkları Kitabı

"Mors janua vitae" Latince "Ölüm yaşamın kapısıdır" anlamında bir deyiş.

14 Ekim 2023 Cumartesi

Viviane Elisabeth Fauville


Uzun bir çeyrek saat sonra doktor sizi kabul ediyor, dudaklarının kenarında tatmin dolu hafif bir tebessümü açık ederek. Hatta içeri girebilmeniz için geri çekilirken hafifçe reverans yapar gibi oldu.

Yapmacık bir babacanlıkla, pekâlâ diye söze başlıyor. Adeta size güzel bir hikâye anlatacakmış havasında. Oysa bu bir tuzak, hastanın yutacağı besbelli, bilinen bir numara. Uzun zamandır farkındasınız bu tuzağın, yine de doktorun karanlık gücüne karşı koymayı başaracak takatiniz yok.

Bu sabah oldu diye söze giriyorsunuz. Hamileyken ortadan kalkmıştı, geri geldi. Kendimi evde, kocamın evinde, yani işte eskiden oturduğum dairede yerde buluverdim. Bir şeyler yapmak gerek, dayanacak gücüm kalmadı, kızımla ilgilenmek zorundayım. 

Doktor, evet, diyor.

Ne eveti? diye tekrarlıyorsunuz. Size bir şeyler yapılması gerektiğini söylüyorum, ne eveti, ne hayırı? Yine cemaziyüevvelime dönmeye gelmedim, tükendim, yardıma şimdi ihtiyacım var.

Ama sizin de çok iyi bildiğiniz gibi Madam Fauville, özür dilerim, Hermant, evet bildiğiniz üzere, araz arazdan ibarettir. Kaynağına inmek gerekir, değil mi Madam Hermant?

Değerli beyefendi, sevgili doktor, şu kaynağın zerre kadar umurumda olmadığını size bir söyleyeyim. Üç yıldır aynı hikâyeyle beni oyalayıp duruyorsunuz, üç yılda değişen hiçbir şey olmadı. Benim için elinizden bir şey gelmiyorsa, söyleyin, başkasına gideyim.

Evet?

Doktor bey, beni dinlemiyorsunuz. Oyun bitti artık, çanak çömlek patladı. Ya başka bir yöntem uygulayın ya da artık buraya gelmeme gerek yok.

A, şantaj demek.

• Julia Deck, Viviane Elisabeth Fauville

9 Ekim 2023 Pazartesi

Herkes Gibi


Bazen paniklerim, herkes gibi. Her şey dağılıyormuş gelir, parça parça. Tutamam o dağılan parçaları, zaten tutmaya çalıştıkça başarısız olur daha da paniklerim.

Kalp atışlarım hızlanır, herkes gibi. Kulaklarımda patlayan kalp atışları korkutur, sesleri duyamaz olurum. Bir uğultu haline gelmeye başlar seslerine aşina olduğum dünya.

Ter dökerim, herkes gibi. Sıcak basar ve o dökülen terleri soğuk diye algılarım. Islanıyorumdur, hasta olacağım diye endişelenirim, ama derim, içimden, şu belayı bir atlatayım, hastalığa çözüm bulurum.

Sonra dururum biraz öyle, herkes gibi. Biraz durunca geçecek sanırım, aslında zihnimin bana bir oyunudur bu yaşadığım, ortalıkta tekinsizce gezen gerçek bir tehdit yoktur, terapistim böyle demiştir. Evet terapistim, onun söylediklerini anımsamaya çalışırım, herkes gibi. Bir yere tutunup oturur, gözlerimi kapatıp seans odasına dönerim, onun cümlelerini duymaya çalışırım. Bırak, der, serbest bırak korkunu-kaygını, duyguların en tepeye ulaşsın, kal orada! Kalıyorum. Bekliyorum, saniyeler saatler boyunca geçmiyormuş etkisi yaratır. Bu zamanı kim durdurdu? Kavga etme bununla, odaklan. Neye odaklanayım? Hah buldum, nefesime. Neydi o teknik? Burundan al, bekle, bekle, bekle, ve ağızdan yavaşça ver. Şimdi bir daha, burundan al, bekle, ağızdan ver. İşe yarıyor sanki, hadi bir daha.

Dünyanın aşina olduğum sesleri geri geliyor, gözlerimi açsam mı, biraz daha beklesem mi? Rahatlıyorum, biraz daha durayım böyle.

O sesler ne? İnsanlar konuşuyor, iyi mi, diyorlar, kalabalık yapmayın, açılın biraz, diyorlar. Gözlerimi açıyorum hafiften, başımda bir kalabalık, şaşkın ve meraklı gözlerle bana bakıyorlar. Su vermeye çalışıyorlar. Ölmemişim. Kafayı kırıp aklımı oynatmamışım. Dışarıdan nasıl görünüyorum acaba? Rezil olmuş muyumdur? Gülmüşler midir bana?

Sonra ayağa kalkarım, iyiyim derim, teşekkürler derim. Ve düşünürüm; neydi beni panikleten o şey? Yine bulamam ne olduğunu, bu sefer de elimden kaçırmışımdır, herkes gibi.

Ekim’23, İstanbul

Görsel: Jenny Brough