bipolar bozukluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bipolar bozukluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Eylül 2022 Pazar

Yas ve Melankoli

Freud, "Narsisizm Üzerine" (1915) adlı makalesinde, iki uçlu bozukluk (bipolar) tanısında sık gözlenen bir özellik olan megalomani ve grandiyozite üzerine düşünmüştür. İki uçlu bozukluk tanısı ve altında yatan dinamiklere dair kapsamlı bir düşünme girişmesi ise ancak 1917 yılında yayımlanan "Yas ve Melankoli" metniyle olur. 


Aslında hem Karl Abraham'ın hem de Freud'un bakışı kendisinden önceki pek çok klinisyenle aynı çizgidedir; manik atakları ve melankolik ataklar farklı görünümlerine karşın ortak dinamiklerle tetiklenmektedir. Bu temel anlayışın, yani melankoli ve maninin aynı madalyonun iki farklı yüzü olduğu fikri, psikanalizin o güne değin melankoli üzerine geliştirdiği anlayışı mani için de kullanmasını olanaklı kılar. Freud, mani hecmelere (ataklara) ilişkin bu ilk kuramsallaştırma çabasında oldukça ihtiyatlıdır, bu adımı geliştirilmeye muhtaç bir ilk deneme olarak görür. Tutarlıymış gibi duran bir açıklama önermiş olsa da kendi önerisinin yeterince açıklayıcı olmadığını düşünür ve yanıtlanması gereken pek çok soruyu okuyucularına hatırlatır. Bu sorulardan en önemlisi, neden her depresif bireyin manik bir döneme geçmediğidir. Bu soruya verilebilecek ilk yanıt, aynı makale boyunca tartıştığı melankoli ve yas ayrımı olabilirdi: Melankoli bir anlamda yas süreçlerinin sağlıklı işleyemediği ağır çökkünlük dönemleridir ve yas süreçlerine kıyasla daha ağır bir tablodur. Yas süreçleri, kişinin ruhsal gelişimine katkılar sağlarken, melankolik süreçler çoğu kez kısır ve yıkıcı süreçlerdir. 

Bu bağlamda, melankolinin yarattığı ruhsal ıstırabın daha kesif olduğu ya da melankolik bireylerin ruhsal acıyı yaşama, hüzne yer verebilme kapasitelerinin çok daha sınırlı olduğu söylenebilir ve bu yüzden manik bir kayma yaşamalarının daha olası olduğu öne sürülebilir. Ancak, ne her manik epizot bir melankolik sürece ardıl olarak gelişir ne de melankoli eğilimi olan her birey manik epizotlar yaşar. 

(...)

R. Rousullian (2016), Freud'un "Yas ve Melankoli" makalesinin ana konusunun duygulanım bozuklukları olmadığını, ana konunun narsisizm olduğunu öne sürer. Ona göre Freud'un yas ve melankoli ayrımına ilişkin önerdiği belirteçler esasında narsisitik bir yapı farkına işaret etmektedir. Freud, bu metninde melankoli için üç temel koşuldan söz eder; "nesne kaybı", "ikirciklilik" ve "libidonun benliğe geri dönmesi". Bunlardan ilk ikisinin melankoliye spesifik olmadığı, yas süreçlerinde de ortaya çıktığı açık olduğuna göre, melankoliyi yastan ayırt eden ana öğenin "libidonun bene geri dönüşü" olarak tanımlanan süreç olduğu açıktır. "Libidonun bene geri dönüşü" ifadesi de zaten Freud'un bakışıyla narsistik problematiğin en kısa tanımıdır; dolayısıyla melankoli narsistik bir problematiktir diyebiliriz. 

- İshak Sayğılı, İki Uçlu Bozukluk Üzerine Psikanalizin Söyledikleri ve Söylemedikleri. Bu yazının tamamı Psikeart Dergisinin Eylül-Ekim 2022 tarihli "Bipolar Bozukluk" sayısında yayımlanmıştır. 

3 Haziran 2022 Cuma

Durulmayan Bir Kafa

Karanlık ve kaotik duygudurumlarının yalnızca babama ve ablama özgü olmadığını çok geçmeden farkettim. Onaltı-onyedi yaşıma geldiğimde açıkça anladım ki, aşırı enerjim, kapıldığım hevesler çevremdekilere yorucu gelebiliyordu; haftalarca yüksekten uçup çok az uykuyla idare ediyor sonra birden düşmeye başlıyordum, düşüncelerim kararıyor, yaşam kasvete bürünüyordu. 


En yakın iki dostum da -ki ikisi de erkek, ikisi de yakışıklı, sinirli, alaycı tiplerdi- yaşamın karanlık yanına eğilimliydiler; lise hayatının normal, eğlenceli yanlarında da yolumuzu biliyorduk ama arada bir epeyce kafası karışık, karamsar bir üçlüye dönüşüyorduk. Aslında üçümüz de okulda çeşitli lider konumlarındaydık, sporda, sosyal etkinliklerde önde gelen çocuklardık. Okuldayken bu tür aydınlık alanlarda kendimizi gösterirken, dışardaki hayatımızı çok yakın dostluk, kahkaha, aşırı ciddiyet, içki ve sigaradan oluşan daha karmaşık bir ağ içinde örüyorduk; geceler boyu sabahlara dek ölümcül gerçek oyunları oynuyor, yaşamlarımızın gittiği yönler üzerine tutkulu tartışmalar yapıyor, ölümün nedenini, nasılını konuşuyor, Beethoven, Mozart, Schumann dinliyor, birer ders kitabı gibi okuduğumuz melankolik ve varoluşçu yazarları -Hesse, Byron, Melville, Hardy- derinlemesine irdeliyorduk. 

Her birimizin kara kaosunun gerçek kökenleri vardı, hiçbirimiz özenti içinde değildik: İkimizin ailesinde (bunu daha sonra öğrendik) manik-depresif hastalık vardı, öteki arkadaşın annesi kalbine tabanca dayayarak intihar etmişti. İlerde her birimizin ayrı ayrı ve tek başına çekeceği acıların başlangıcını hep birlikte yaşadık. "İleriki acılar" benim için beklediğimden çok daha yakın bir gelecekte ortaya çıktı. 

Manik-depresif hastalığın ilk krizini geçirdiğimde lise son sınıftaydım; süreç bir kez başladıktan sonra aklımı çok çabuk kaybettim. Başlangıçta her şey çok kolay oluyor gibiydi. Çılgın bir sansar gibi oradan oraya koşuyor, türlü plan ve projelerle fıkır fıkır kaynıyor, kendimi sporlara veriyor, geceler ama geceler boyu sabahlara kadar uyumuyor, arkadaşlarla geziyor, elime geçirdiğim her şeyi okuyor, defterler dolusu şiirler, oyunlar yazıyor, geleceğime dair büyük, tamamıyla gerçek-dışı tasarılar kuruyordum. Dünya zevk ve umut doluydu; kendimi harika hissediyordum. Yalnızca harika değil, gerçekten çok çok harika hissediyordum. Yapamayacağım hiçbir şey yoktu, hiçbir şey bana zor gelemezdi. 

Kafam pırıl pırıl aydınlıktı, her şeyi yerli yerine inanılmaz bir kolaylıkla yerleştirebiliyordum, o ana dek bir türlü çözemediğim matematik problemlerini bile sanki içten gelen bir güdüyle çözüvermiştim. Aslında o problemlerin çözümünü bugün biliyor değilim. Ama o sırada, her şeyin kesin anlamını görmekle kalmıyor, her şeyi harika bir kozmik ilişkiler çerçevesine uyum içine oturtabiliyordum. Evrenin doğal yasalarına ulaşmak beni öylesine büyülemişti ki, kabım kabıma sığmıyordu, arkadaşlarımı köşeye sıkıştırdığım gibi her şeyin ne kadar güzel olduğunu onlara anlatmaya koyuluyordum. Evrenin karmaşık yapısı ve güzelliği konusunda vardığım çözümler onları benim kadar şaşkınlığa uğratmadığı gibi, benim bu bitmez tükenmez heyecanımın onları yorduğu, bıktırdığı söylenebilir: Çok hızlı konuşuyorsun, Kay. Biraz yavaş ol, Kay. Ne diyorsun anlamıyorum, Kay. Sakinleş, Kay. Bu sözleri açık açık söylemediklerinde bile gözlerinde okuyordum: Allahaşkına, Kay, yavaş ol. 

Sonunda yavaşladım. Doğrusunu isterseniz, kesildim. Birkaç yıl sonra tutmaya başlayan, çılgın bir hızla yükselen, psikoz ölçüsünde denetim dışı olan akut mani krizleri ile karşılaştırıldığında, ilk kez süreklilik gösteren bu hafif mani dalgası gerçek maninin uçuk renkli hatta sevimli bir kopyasıydı, daha sonra gelen yüzlerce uçuş dönemi gibi kısa sürdü, kendi kendini çabucak yakıp tüketti. Arkadaşlarım için can sıkıcıydı belki, benim için heyecan verici ama yorucuydu kuşkusuz ama hastalık olarak algılanacak nitelikte değildi. Derken yaşamım da kafam da sanki derin bir boşluğa yuvarlandı. Düşüncelerim kristal pırıltısını yitirmekle kalmayıp karanlık dehlizlerde debelenmeye başladı. Bir kitabın herhangi bir bölümünü üst üste birkaç kez okuyor ama aklımda hiçbir şeyin kalmadığını farkediyordum. Hangi kitabı ya da şiiri elime alsam aynı şey oluyordu. Hiçbir şey anlamıyordum. Hiçbirinin anlaşılacak bir yanı yoktu. Derslerde anlatılanları izleyemiyor, çevremde neler olup bittiğinden habersiz pencereden dışarıya dalıyordum. Korkutucu bir durumdu bu.

6 Nisan 2022 Çarşamba

Talebe

Bipolar bozukluğu saplantı haline getirdim. Psikoloji dersi için araştırma tezi yazmamız gerekiyordu, ben de tez konusu olarak bunu seçtim ve o mazeretle üniversitedeki her sinirbilimci ve bilişsel alan uzmanıyla görüşme yaptım. Onlara Babamdaki belirtileri anlattım ama Babama değil, uydurma bir amcaya atfederek. Belirtilerin bazıları birebir uyuyor, bazılarıysa uymuyordu. Profesörler bana her vakanın farklı olduğunu söyledi. 


"Senin tarif ettiğin daha çok şizofreniye benziyor," dedi biri. "Amcan hiç tedavi gördü mü?"

"Hayır," dedim. "Doktorların da devlet komplosunun bir parçası olduğunu düşünüyor."

"Bu sahiden işi zorlaştırır," dedi. 

Bir buldozerin gizli kapaklılığıyla tez konumu, bipolar ebeveynlerin çocukları üstündeki etkileri olarak belirledim. Suçlayıcıydım, gaddardım. Bipolar ebeveyn çocukları çifte risk altındadır, diyordum: Birincisi, kalıtımsal olarak duygudurum bozukluklarına yatkındırlar, ikincisi stresli ortama ve bu tür bozuklukları olan ebeveeynlerin yetersiz ebeveynliklerine maruzdurlar.

Derste sinir ileticileri ve onların beyin kimyası üstündeki etkilerini öğrenmiştim. Hastalığın bir tercih olmadığını biliyordum. Bu bilgi Babama karşı anlayışlı olmamı sağlayabilirdi ama sağlamadı. Tek hissettiğim öfkeydi. Bedelini biz ödedik, diye düşünüyordum. Anne. Luke. Shawn. Yaralandık berelendik, sarsıntı geçirdik, bacaklarımız yandı, kafamız kesilip açıldı. Daimi bir dikkat hali, kesintisiz bir dehşet içinde yaşadık. Beyinlerimiz kortizol akınına uğradı çünkü tüm bu olanların her an yeniden yaşanabileceğini biliyorduk. Çünkü Babam için inanç daima güvenlikten önce gelirdi. Çünkü kendisinin haklı olduğuna inanırdı ve inanmaya devam etti; ilk araba kazasından sonra, ikincisinden sonra, çöp tenekesinden, yangından, paletten sonra. Bedelini ödeyense hep bizdik.

Tezimi teslim etmemden sonraki hafta sonu Buck's Peak'e gittim. Eve geleli bir saat olmamıştı ki Babamla tartışmaya tutuştuk. Arabaya karşılık ona borçlu olduğumu söylüyordu. Aslında sadece biraz lafını etti ama ben çılgına döndüm, histerikleştim. Hayatımda ilk defa Babama bağırdım; araba konusunda değil, Weaver'lar konusunda. Öfkeden öyle tıkanmıştım ki konuştuklarım kelime gibi değil, boğuk, kesik hıçkırıklar şeklinde çıkıyordu. Niye böylesin sen? Neden bizi öyle korku içinde yaşattın? Neden uydurma canavarlara karşı o kadar savaştın da, kendi evindeki canavarlarla ilgili hiçbir şey yapmadın? 

Babam hayretler içinde bakakaldı. Ağzı açıldı, elleri iki yanına sarktı, bir şey yapmak için kaldırmak istiyormuş gibi seğirmeye başladı. Onu steyşın vagonumuzun enkazı yanına çömelip elektrik telleri ölümcül akımlar gönderdiği için dokunma imkânı bile olmadan Annenin yüzünün gerilip şişmesini izlediği günden beri böyle çaresiz görmemiştim.

Utançtan ya da öfkeden, fırlayıp gittim. Arabayı hiç durmadan BYU'ya kadar sürdüm. Babam birkaç saat sonra aradı. Cevap vermedim. Ona bağırmak bir çare olmamıştı, aldırmamak olurdu belki.

Dönem bittikten sonra Utah'tan ayrılmadım. Buck's Peak'e gitmediğim ilk yazdı bu. Babamla hiç konuşmadım, telefonda bile. Kasti bir yabancılaşma değildi bu. İçimden ne görmek geliyordu onu ne de sesini duymak. O yüzden de hiçbirini yapmadım. 

- Tara Westover, Talebe