kaygı çağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kaygı çağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Kasım 2021 Salı

Kaygı Çağı

Freud için kaygıdan bahsetmek demek, öncelikle ve temel olarak kastrasyondan bahsetmek demekti, ki buna katılmamak mümkün değil. Kastrasyon kavramını içermeyen bir kaygı teorisi olamaz. Hatta Freud başlarda kendi kendine bir çıkmaz yaratıp kastrasyonu penisin kaybedilmesi tehdidiyle ilişkilendirince, buradan mantıksal -ama klinik değil- bir çıkarsama yaparak erkeklerde kaygının daha çok olduğunu, kadınlarda ise penis olmadığı için kaygının olmadığını, bunun yerine penis hasetinin [Penisneid] olduğunu söyleyecekti. 


Klinik gözlem Freud'u doğrulamadı. Lacan bu soruyu ciddiye alır. Kadınlarda mı daha çok kaygı vardır? Yoksa erkeklerde mi? Ve burada Kierkegaard'ı anar, o, kadınlarda daha çok kaygı gözlemlendiğini söylemişti ve Lacan ona hak verir, Freud'a değil. Kierkegaard'ın kaygı tartışmasında haklı olduğu bir nokta daha var: Kaygıyı korkuya dönüştürmek evladır. Kaygı eksikle [manque/lack] ilgilidir, doğru, ama anatomik olarak bir organın eksikliğiyle değil. Freud, kastrasyonun analizin geçilemez sınırı olduğunu da söyleyecekti: Kastrasyon kayası. (Freud, 1937) Lacan buna da katılmaz, Lacancı analizle kastrasyon bertaraf edilmez; ama ona yeni bir yaklaşım getirilebilir. Kısacası Lacancı ve Freudcu analizlerin sonuna ilişkin, aralarında bir farklılık vardır.

Anlaşılacağı üzere, Freud için kaygı ya da psikanalitik travma hemen tedavi edilmesi gereken bir olgu değil, öncelikle anlaşılması gereken bir olguydu. Freud'un çağı, başlarda "histeri çağı"ydı, ama 1910'ların sonlarına doğru bir "travmatizmler çağı"na dönüşmüştü ve bu adlandırma İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra da devam etti, ama burada kalmadı: "Kaygı çağı", "borderline çağı", "bipolar çağı" ve yine tekrar "travma çağı", bu ilk adlandırmayı takip etti. "Kaygı" kelimesi, gitgide, özellikle Anglo-Amerikan geleneği içinde, "post travmatik stres bozukluğu", "stres", "panik bozukluk" gibi sözde adlandırmaların içinde boğuldu. Ancak mesele hâlâ ortada duruyor: Dünya sahnesinde olanlarla psikanalizin nevrotik kaygısını bir araya getirebilecek bir teoriye hâlâ ve her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Ama indirgeme yapmadan ve doğrudan, basitleştirilmiş denklikler kurmadan bunu başarmak gerekiyor. İşte bu zor sorunu Freud ve Lacan'la birlikte ele almak mümkün. Ve Freud'un keşfinin en radikal boyutunu oluşturan "cinsel" kategorisini dikkate alarak bunu yapmak gerekiyor, ki bu bizi psiko-lojikleştirilmiş, bilinçdışını yok sayan yaklaşımlardan koruyacaktır. 

Bugüne gelirsek, içinde bulunduğumuz dönemin, çeşitli nedenlerle -bu terime katılalım ya da katılmayalım, bunu meşru bulalım ya da bulmayalım- "kaygı çağı" olarak adlandırabileceğini söyleyebiliriz: İş güvencesinin azalması ve işçi sınıfının proleteryadan prekaryaya dönüşümü, sınıflar ve ülkeler arasında muazzam ölçülerde derinleşen eşitsizlikler, iklim felaketi, "terörizm", göç meselesi, nükleer savaş tehdidinin güncelleşmesi, bölgesel ama çok şiddetli savaşlar ve savaş tehditleri, vb. Bunlar "dünya sahnesi"nde olup bitenler, tarih adına yazılanlar, çizilenler, söylenenler. Psikanaliz bir kulağını dünya sahnesine verse de bununla yetinmemesi gerektiği, yetinemeyeceği açık. Çünkü psikanaliz, sosyoloji, antropoloji ya da Freud'un deyimiyle bir Weltanschauungen (dünya görüşü) değil: "Weltanschauungen üretilmesine hiç eğilimli olmadığımı itiraf etmeliyim." (Freud, 1999)

Çağımızın bir kaygı çağı olduğu iddiası doğru olsun ya da olmasın kaygıdan muzdarip insanların buna bir çare bulmaya çalıştıkları aşikâr. Kaygının psikiyatri-psikoloji-psikanaliz alanına en sık başvuru nedeni olduğu yönünde birbiriyle tutarlı gözlemler var. Ve kaygının ele alınması için şu anda dünyadaki ilk seçenek psikanaliz değil, ama seçeneklerden birisi olduğı açık. Kaygının tedavisinde bütün dünyada en çok kullanılan yöntem ise içki içmek ve bunu madde kullanımı takip ediyor; yani kaygılı kişilerin ilk tercihi bir tür oto-tedavi, kendi-kendine tedavi. Bunları kaygıyı gideren ilaçlar izliyor. Psikiyatride kaygı en kısa yoldan geçirilmesi gereken bir belirti olarak görülüyor, pssikanaliz için ise durum bundan bir miktar farklı. Psikanalizde kaygı öncelikle öznenin sözünün dinlenmesi gereken bir alan teşkil ediyor.

- Özgür Öğütcen, Kaygı, Yanıltmayan Tek Afekttir!, Suret 9 - Tekinsiz