31 Mart 2023 Cuma

Dokunan Sözcükler

Hastanın Bütünleşme Arzusunun Güvencesi Olarak Analist

Bazı vakalarda, psikanalist hastanın nevrotik savunmalarını algılamaya hazır haldeyken, ilkel savunmalarını anlamaya değildir. Bu, ilkel savunmalarının varolmadığı anlamına gelmez. Analist hastanın kullandığı ilkel savunmaları tespit etmek ve heterojenliğini fark etmek için kimi zaman kendini zorlamak zorunda kalır -zira bazı hastalar, bilinçdışı olarak analiste kendilerinin yalnızca bir yönünü gösterme eğilimindedirler, bu durumda analist diğer bir yönün varolduğunu fark etmede başarısız olabilir. Böyle bir durumda, hasta bilinçdışı olarak analistin bölmeye kanmasını ister ve aynı zamanda kanmamasını da ister. 


Psikanaliz, hastayı düşlem dünyası ile temasa geçirmekle, psikotik ve nevrotik taraflar arasında salınıp duran hastaya bir seçim ortamı sağlar. Genel bir kural olarak, hasta analistin nasıl dinlediğine bağlı olarak bir tarafı ya da diğerini daha fazla göstermeye başlayacaktır. Hindistanlı bir hasta olan Laure'den bir örnekle bunu açıklayayım. Ön görüşmelerinin ilkine şöyle diyerek başlamıştı: "Altı aylık doğdum." Bu ilk cümle farklı şekillerde duyulabilir: Altı aylıkken kendisini evlat edinen ebeveynlerine bir saygı ifadesi olabilir, ancak eşit derecede yaşamının ilk birkaç ayının varlığının inkarı da olabilirdi -ve bu ihtimallerin hiçbiri, diğerini dışlamıyordu. Varmak istediğim nokta, analistin aynı kesinlikle hastayı nevroz ya da psikoz ya da aynı anda her ikisi bakımından değerlendirebilmesidir. Bununla beraber, heterojen bir hastanın analizden geçmeyi ve yola çıkmayı kabul etmesi için, analistin her iki yanının da varlığının bilincinde olduğunu ve her ikisini de dinlediğini hissetmeye ihtiyacı vardır. Eğer hasta kendinin farklı yanlarını kabul edecek ve geride kalan yanının yeterince büyümesine izin verecekse, diğer yanıyla bağlantı kurabilmesi önemlidir, böylece kendilik yeniden bir araya gelebilir.

Genel anlamda analist, hastanın bütünlük arzusunun emanetçisi ve bütünleşme ihtimalinin güvencesini sağlayan olarak hazır bulunur. Analist daha olgun yanları düzeyinde yorumda bulunmayı seçse dahi, heterojen hastalar, ilkel yanlarının varlığının unutulmadığını hissetmeye ihtiyaç duyarlar ve tam aksi de geçerlidir. Kendilerinin bir yanını seans dışında bırakmış olsalar bile, analistin bu dışarıda bırakılan yanı da dinlediğini hissetmeye ihtiyaç duyarlar. Örneğin, eğer hasta öfkesini dışarı vurduysa, analist bu sebepten başka zamanlarda gösterdiği şefkati unutmayacaktır ya da aksine, dışa vurulan şefkat ise karşıt duyguları ortadan kalkmış olmayacaktır: Analizanın ikisini de analistte bir arada bulmaya ihtiyacı vardır. 

25 Mart 2023 Cumartesi

Marcus Aurelius - Düşünceler

İnsan ömrü bir an sürer, özümüz artsız aralıksız bir akış*, algımız belirsiz, tüm bedenimiz bozulmaya yazgılı, ruhumuz bir kargaşa, yazgımız öngörülmez, ünümüz güvenilmezdir.   


Tek sözcükle, bedenimize ait olan her şey akan bir ırmaktır, ruhumuza ait olan her şey de salt düş ve yanılsamadır; yaşamımız yabancı bir ülkede savaş zamanı ve yolculuktur, ölümden sonraki ünümüz ise unutuluştur. Bize koruyacak ne kalıyor geriye?

Tek, biricik şey, felsefe. Bu da; içimizdeki koruyucu ruhu el değmemiş ve arı olarak koruyabilmekte yatar, her zaman hazlara ve acılara egemen, rastgele ya da yapmacık amaçlar ya da ikiyüzlülükle davranmayan, başkalarının belli bir şeyi yapmalarından ya da yapmamalarından bağımsız; bundan başka kendisine ait olan her şeyi, ona ayrılan her şeyi, kendisiyle aynı kaynaktan gelen bir şey gibi alır; her şeyden önce de ölümü dingince bekler, çünkü onun her canlının oluştuğu öğelerin serbest bırakılmasından başka bir şey olmadığına inanır. Eğer bu öğeler için durmadan birbirlerine dönüşmekte korkulacak bir şey yoksa, onların tümünün değişmesinden ve dağılmasından biz niçin korkalım? 

Çünkü bu doğaya uygundur, doğaya uygun olarak meydana gelen hiçbir şey kötü olamaz.

* Marcus Aurelius burada, ölümün ve yok oluşun "ilgilenilmemesi gereken sorunlar" olduğunu; önemli olanın "içimizdeki koruyucu ruhu" korumak olduğunu öne süren temel Stoacı görüşü güçlendirmek için; Herakleitos'un imgeleriyle (akış, akan bir ırmak, durmadan değişen), kinik imgeleri (düş ve aldanış, ünün güvenilmezliği) birleştiriyor.

- Marcus Aurelius, Düşünceler

17 Mart 2023 Cuma

Lacan'da Ayrılma Kavramı

Ayrılma kavramını anlamayı kolaylaştırmak için bilgisayar benzetmesinden yararlanabiliriz. İnsanın bilgisayarlar hakkında çok sayıda kurgusal esere konu olmuş, korku dolu bir düşlemi vardır: Onları üretirken eksik (fazla veya yanlış) yapılacak bir şeyin, bir gün onların otonomilerini kazanmalarına yol açabileceği. Böylece, bilgisayarların, kendi arzularına sahip olup insanın (Öteki'nin) yazılımından, onlardan beklenenden ve içinde bulundukları yabancılaşmadan kurtularak bağımsızlaşacaklarını ve sonrasında insan türünü bir felaketin beklediğini kurgulmaktayız.


Böyle bir düşlem-kurgunun var olmasını, insanın belki de kendine yabancılaşmış bir varlık olduğunu az biraz sezdiği ve bu varoluş biçiminden çıkmak (kendi ebeveyninin arzusundan ayrılarak, öznel arzularını oluşturabilmiş, ileri düzeyde özneleşmiş biri haline gelmek) istediğine dair bilinçdışı bir düşleme sahip olduğu ama yine de son kertede durumun değişmesinden korktuğu şeklinde yorumlayabiliriz. Bu kurguda insan, kendini Öteki'nin (anne-ebeveynler-insan toplumu-kültür) yerine koyarken, bilgisayarları ise yabancılaşmayı feshetmiş, özgürlüğüne kavuşmuş (özbilince sahip) özneler yerine koymuş oluyor. Teknolojik ürünler yalnızca zihinlerimize ve bedenlerimize değil, yansıtmalarımızın nesnesi olma rolünü üstlenerek ruhsal meselelerimize de çözüm sunup hizmet verirler. 

Lacancı özne böylece iki hareket aracılığıyla oluşur: İlki, öznenin Öteki'nin diline ve arzusuna tabi olduğu yabancılaşma sürecine ve ikincisi de öznenin ve Öteki'nin arzularının ayrılmasına tekabül eder.

Ayrılma, öznede düşlem nesnesinin -nesne a- ortaya çıkmasına yol açar. Lacan'ın en ünlü kavramlarından biri olan ve bu kitapta yer vermediğimiz nesne a (nesne küçük a), anne-çocuk birliği bozulduğunda (ayrılma gerçekleştiğinde), bu birliğin ardında bıraktığı iz olarak tanımlanabilir. Çocuk artık anneyle birlik zamanının tamlık duygusu içinde değildir; düşlem yoluyla nesne a ile temasa geçmeye çalışarak eksikliğini gidermeye çalışan bir varlığa dönüşmüştür. Böylece özne, ayrılmayla düşlem dünyasına giriş yapar ve arzulu-arzulayan bir varlık olarak varlığını sürdürebilir.

Lacan'ın çalışmasının sonraki dönemlerinde ayrılma kavramı gözden kaybolur. Bunun yerine daha ileri bir ayrılma olarak nitelenen yeni bir kavram ortaya çıkar: "Düşlem katetme" (la traversée du fantasme). Öznenin temel düşlemi, varlığının nedenini oluşturan nesne a ile, biraz evvel söz edildiği gibi, düşlem yoluyla temasta kalmaya çalışmaktır. Öznenin temel nesnelerinden ve temel düşleminden daha ileri düzeyde bir ayrılma ancak bir psikanaliz çalışması içerisinde mümkündür.

Lacan'a göre bu amaçla analist "nesne a rolünü oynamalıdır." "Öznenin arzusu Öteki'nin arzusudur," veya "Öznenin arzusu Öteki tarafından arzulanmaktır," der Lacan. Hayatının başında kendi arzusunu annenin arzusuna göre konumlandırarak hayata başlayan özne, analizde aktarım içinde analistiyle bu temel döngüyü tekrar etmek isteyecektir. Onun gibi arzulamaya çalışacak ve analistinin kendisiyle ilgili her yanıta ve hakikatin bilgisine sahip olduğunu düşünecektir. Ancak analist, hem "bildiği varsayılan özne" konumunu işgal etmeyerek hem de analist olarak arzusunun ne olduğu konusunda esrarengiz konumunu daima sürdürerek, analizanın düşleminde bir sarsıntı yaratmanın peşindedir. Böylece analizanın arzusunu kendi arzusuna göre biçimlendirmeye değil, öznenin nesne a ile ilişkisini dönüştürmeye çalışır.

Analistin rolü, analizanı yeniden ve bir kez daha Öteki'nin arzusuna tabi olmaktan yani yabancılaşmaktan uzaklaştırır ve öznenin Öteki'nin arzusuna göre konum alma yönündeki temel düşlemini katetmesini sağlar. İlk Öteki'nin (annenin) diliyle kendine yabancılaşan özne, bu kez yeni bir Öteki'nin (analistin) dili ile aynı süreci tersine çalıştırır. İleri bir ayrılma olarak nitelenen bu dönüşüm, öznenin kendi varlığının nedenini ve sorumluluğunu üstlenmesini mümkün kılmayı amaçlar. Özne kendi eksiği ile karşılaşmış olarak; "Başıma şu geldi," "Bana şunu yaptılar," yerine "Ben yaptım," ve "Bu benim," diyebilir.

- Sezai Halifeoğlu'nun Lacan'ın bazı kavramlarını anlattığı Çocuk ve Ergen Psikanalizi: Kuramcılar ve Kavramlar kitabından alınmıştır.

10 Mart 2023 Cuma

Yeni Bir Hayat Kurmak

Soldaki Sıfır: İşsiz Aile Reisi

Koca olarak beklenti daha farklı. Kardeşinden beklediğini beklemiyorsun, babandan beklediğini beklemiyorsun, ne bileyim herhangi bir erkek arkadaşından beklediğini beklemiyorsun. Bak babana kızıyorsun, ne bileyim ya konuşmasan oluyor; kardeşine kızıyorsun, konuşmasan oluyor; çocuğuna kızıyorsun, ona bile konuşmasan oluyor... Kocaya kızıyorsun, kardeşim en ağır lafı söylüyorsun, ondan sonra yataktan "Ekmek al da gel akşama," bunu diyebiliyorsun. Böyle bir ilişki karı koca ilişkisi. (Deniz)


Bazı anlatıları dinlerken erkek ve kadını temsil eden ve yan yana duran iki sıfır hayal etmiştim. Sonra birden aralarına bir rakam düşüveriyordu. Bu rakam, çalışan konumda olmaya işaret ediyor ve erkeği temsil eden soldaki sıfırı öncül sıfıra dönüştürürken kadını temsil eden sağdaki sıfıra değer katıyordu. Böylece tüm ikiliklerin solunda yer alan eril, işsiz bir aile reisi olarak dezavantajlı bir pozisyona düşüyordu.

Endüstriyelleşmenin kadınlar ve erkek açısından tarihi akışları farklıdır. Endüstriyel ekonomi, tek güç kaynağı olan toprağın yerini aldığında erkekler de çalışarak kazandıkları ücretlerini güçlerinin dayanağı olarak görmeye başlarlar (Hochschild, 1990). Sancar (2013), erkeklikler üzerine yaptığı araştırmada endüstriyel kapitalist üretimin erkek işçinin kas gücüyle ağır sanayide yoğunlaştığını, kadın işçilerin ise daha düşük ücretli ve sosyal güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kaldığını belirtmektedir. Bu sektörel ayrım, kadının ücretsiz ev içi hizmet sağladığı, erkeğin aile reisi olarak evini geçindirmekle yükümlü olduğu yeni aile modeliyle başa baş gelişir. Kas gücünden başka satacak hiçbir şeyi olmayan erkekler için otorite sahibi olacakları bir ailenin geçimini sağlamak toplumda saygın bir statü elde etmenin, diğer bir ifadeyle erkeklik inşa etmenin en makbul yolu haline gelir. 

Kadınlık atfedilen, erkeklik ise daima kazanılan, elde edilen bir konumdur (Kandiyoti, 1987). Değer biçen ve yargılayan gözler eril olduğundan erkekliğin diğer erkeklerin gözünde ispatlanması gereklidir. Bu nedenle erkeklik yalnızca homososyal ortamlarda, kamusal alanda, spesifik olarak iş yerinde elde edilir (Kimmel, 2002). İşte tam da bu nedenle kapitalist üretim ilişkileri içerisindeki erkekler sınıfsal sömürü ilişkilerine aldırış etmeksizin her koşulda emeklerini satmaya razıdırlar çünkü aile reisi olma ayrıcalığı yalnızca çalışarak kazanılır. Kısacası erkeklerin deneyimlediği sınıf bilinçsizliği erkekliğin bir gereği olarak yaşanır veya yorumlanır (Sancar, 2013).

3 Mart 2023 Cuma

Delilik nedir? "Psikoz"

Öznenin haksızlığa uğradığını hissettiği gerçek bir olayın, çoğu zaman bir kazanın yahut miras mevzusunun peşinden hukuki bir dava, bir adalet arayışı geldiğinde, paranoya daha görünür bir hal alabilir. Otoritelere ve gazetelere mektuplar yazılır. Günümüz toplumunda kendimizi mağdur olarak görmeye teşvik ediliyoruz; insan faaliyetlerinin neredeyse tümü için haklarında şikâyette bulunabiliyor olmamız yasallık ölçütünü oluşturuyor. Dolayısıyla toplumsal kuvvetler, vatandaşlar için şikâyetin son çare değil, tüm alışverişleri tanımlayan temel bir özellik olduğu bir manzara yaratmaktadır. Hatta günümüzde çocuklar, ebeveynleri hakkında resmî şikâyette bulunup, dava açabiliyorlar. Yani modern öznellik ile paranoya arasında, normallik ile delilik arasında bir ahenk mevcut. 

Eski psikiyatride paranoyayı tanımladığı düşünülen özellikler -masumiyet ve adaletsizlik hissi- günümüz modern bireyinin özellikleri haline gelmiş durumdadır. İnsanların kimi zaman çeşitli kurumlardan zulüm ve yanlış muamele gördüğü yadsınamaz elbette. Fakat önemli olan bunun nasıl yorumladığı, nasıl işlendiği, nasıl anlamlandırıldığıdır. Güçlü bir doğruluk-yanlışlık hissi çoğu zaman altta yatan bir psikozun emaresidir. Dış dünyaya atfedilen kabahat ne kadar sıkı ve sabitse, paranoya teşhisi de o kadar muhtemeldir. Zaman zaman uğradıkları tüm haksızlıkları en ince ayrıntısına kadar tarif eden paranoyaklarla karşılaştığımız olur: Arkadaşlarının ona sırt çevirmesi, iş yerinde maruz kaldığı bir mağduriyet, başına gelen korkunç bir kaza veya felaket. Verilen örneklerin hiçbirinde şüpheye mahal olmamasına rağmen, bu şikâyet sağanağı paranoyanın alameti farikası olan katılığı açığa vurmaktadır. Tek tek örnekler sahiden talihsizlik gibidir, diğer insanlar sahiden hatalı gibidir... ama yine de, şikâyetçinin günahsız oluşunun ta kendisi, tanıya uyanmamızı sağlamalıdır. 

Bazı paranoyaklar uysal ve sakin görünürken, bazıları kıpır kıpırdır ve çoğu kez önemli toplumsal değişimlerin failleri olurlar. Nevrotik insanlar fazla mücadeleci değildir, daha ziyade hayatlarını başka birilerinin yoluna koyacağı hayaliyle yaşar, risk almaktan kaçınırlar. Oysa paranoyaklar inandıkları dava uğruna tüm enerjisini seferber eder; toplumumuzda meydana gelen dönüşümlerin en iyilerini ve en kötülerini onlara borçluyuzdur. 

Belli bir hakikati aktarmayı, belli bir yanlışı veya kötülüğü açığa çıkarmayı görev edindikleri için, gayet hayırlı işlerde bulunabilirler; hem daha önce belirttiğimiz gibi, paranoyak bir hezeyan hakikate birebir denk düşebilir. Macar doktor Ignaz Semmelweiss, doğum esnasındaki kötü hijyen koşullarının bebek ölümlerine yol açtığını gözlemleyerek milyonların hayatını kurtarmıştı; gelgelelim, düşüncesinin doğruluğuna duyduğu hezeyanlı inanç, akıl hastanesine kapatılmasına yol açmıştır.

Klinisyenlerin sık sık yanlış anladığı bir şeydir bu; şayet hastanın başına korkunç bir olay gelmişse, hezeyan ihtimali olmadığı sanılır. Oysa gerçek bir olay ile hezeyan arasında herhangi bir uyuşmazlık yoktur. Çocukken suistimal edilmiş birisi de suistimal edildiği hezeyanına kapılabilir: İşin püf noktası, o kişinin belli bir olay etrafında nasıl anlam oluşturduğu, bu olaya hayatında nasıl bir yer atfettiğidir. 

- Darian Leader, Delilik Nedir?