Yalnızlık, başkasıyla olan ilişkiyle tanımlanır; tecrittse ise bu böyle değildir. Belki şu söylenebilir: Tecrit yalnızlığa göre ne ise, dilsizlik de sessizliğe göre odur. Susmak, sessizlik içinde olmak, insanın canı söylemek istemese de, söyleyecek bir şeyleri olduğu ya da olabileceği anlamına gelir; oysa dilsizlikte bir şey söyleme imkânı yoktur. Bir diğer deyişle yalnızlıkta, insanların ve nesnelerin dünyasına açık olunur, hatta başkalarıyla ilişki içinde olma arzusu ve özlemi de vardır; bunun karşı savı ise tecrit, daha iyi bir tabirle, insanın kendi içine kapanma, dünyadan ve dünyadaki aşkınlıktan elini ayağını çekme hali olan olumsuz yalnızlıktır.
Yalnızlık somut hedef ve sonuçların ateşli arayışıyla zarar görmüş ilişkilere kök salıp daldığımız günlük hayattakinden farklı bir şekilde de olsa, insanın kişilerarası ve toplumsal değerlerini gerçekleştirmeye devam ettiği bir hayat dilimidir.
Duygusal dikkatsizliklerimizin peşinden canlanan, her birimizin içinde saklı homo faber* tarafından daima yutulma tehlikesiyle karşı karşıya olan yalnızlık, hayatın diyastolik** boyutu gibidir.
*Homo faber: Lat. Yapan, üreten insan. Teknik insan.
**Diyastolik: Kan akımıyla kalbin ve arterlerin genişlemesi sırasında oluşan.
• Eugenio Borgna, Ruhun Yalnızlığı
• Görsel: Leny