24 Mayıs 2022 Salı

Geceyi Anlat Bana

Doktorun bir Chambéry fraise, Baron'unsa kahve ısmarlayıp tükettikleri uzun bir sessizlikten sonra doktor, İrlandalı ve Yahudi'nin, biri yukarı diğeri aşağı doğru ilerlerken, sık sık aynı toprak üzerinde küreklerinin rastlaştığını söyledi.


"İrlandalılar okyanusun dibindeki -çok afedersin- balina pisliği kadar -kusura bakma- sıradan olabilir, ama düşgücüne," diye ekledi, "ve sefaletten kaynaklanan yaratıcılığa sahiptirler, bu da şeytandan sille yiyip melekler tarafından ayağa kaldırılmış olmalarından ileri gelir. Misericordioso! (Bağışlayıcı rabbim!) Sen beni kurtar Meryem Ana, ötekine ne olursa olsun! Peki Yahudi neyin nesidir? İşgüzarın tekidir -benzetmeyi mazur görün- genellikle üstün ve muhteşem bir işgüzardır ama işgüzardır işte." Hafifçe öne eğildi. "Tamam. Yahudiler her işe burunlarını sokar, biz de yalan söyleriz, aramızdaki küçücük fark da buradan gelir. Mesela birine güzel olduğunu söyleriz, oysa gerçekten pek gudubettir ama bu yalanımızla onu güçlendirmiş oluruz, işte şarlatanın, o büyük kuvvetin gücü budur! Ne söylesen inanırlar, bu da insanı sonunda mürşit yapar," ekledi, "ya da çok müthiş bir doktor. Tıp bilimi hakkında bir şeyler bilen yegâne insanlar hemşirelerdir, onlar da aşağılanma korkusuyla hiçbir şey söylemezler. Ama yüce doktor kutsal bir ahmak ve bilge adamdır. Gözlerinden birini, onca külliyatı devirdiği gözü kapatır ve parmaklarını vücuttaki atardamarlar üzerine koyarak: 'Bu yolun sahibi olan Tanrı, bana da üzerinde dolaşma izni verdi,' der, Tanrı hastanın yardımcısı olsun, bu söz doğrudur da; bu şekilde büyük tedaviler gerçekleştirebilir, ama arada bir Küçük Adam onu yoldan çıkarır."

Doktor bir Chambéry daha ısmarladı ve Baron'a ne içeceğini sordu; hiçbir şey istemediğini öğrenince ekledi: "İnsanlar kişisel hastalıklarını iyileştirmeye çalışacaklarına evrensel illetlerine baksınlar."

Baron, bunun kulağa dogma gibi geldiğini söyledi.

Doktor sırıttı. "Öyle mi? İyi öyleyse, o Küçük Adamı, gördüğünde bil ki sana bir omuz atıp yoldan çıkaracak."

"Şunu da biliyorum ki," diye devam etti: "Bir tastan bir başka tasa dökülen su aynı su değildir; bir gözün akıttığı yaşlar bir başkasına değerse kör eder. Neşeyle dövdüğümüz göğüs acıyla dövdüğümüz göğüsle bir değildir; birinin gülüşü başkasının dudağında dehşete dönüşür. Ebedi nehre girmeye gör kedere boğulursun! İnsanoğlunun tuttuğu her köprübaşı aynı zamanda bir pazarlıktır. Öyle olsun, n'apalım! Pacific Sokağı'na gülerek geldim ve oradan gülerek gideceğim; gülmek fakirin ekmeği. Yoksulları ve Serserileri seviyorum," ve ekledi "çünkü sefalet onları şahıs olmaktan çıkarıyor, ama ben - ben çoğunlukla can sıkıcı bir piç olarak görülüyorum, bir frengi çıbanı, safrayı tıkayan taş ya da kalbi durduran pıhtı, His hüzmesi. Dilatörü patlayasıca, spekulumu paslanasıca, işaret parmağı daha uzatamadan donup kalasıca!"

Dikkati (her zaman arka bacakları üzerinde yürüyen bir köpeğin patileri tuttuğu yerde) ellerine odaklanmıştı sanki, sonra büyük hüzünlü gözlerini içlerinde sıkça çakan bir parıltıyla kaldırarak: "Ne zaman müzik dinlesem kendimi gelin gibi hissediyorum, neden acaba?" dedi.

"Nevrasteni," dedi Felix.

Kafasıyla olumsuzladı. "Yo, nevrastenik değilim, insanlara o kadar saygım yok - laf aramızda nevrasteninin başlıca sebebidir bu saygı."

- Djuna Barnes, Geceyi Anlat Bana

21 Mayıs 2022 Cumartesi

Korkunun Fobiye Dönüşmesi

Bir tehlike sezdiğimizde iki tip yanlış yapabiliriz: Tehlike gerçektir ama ona tepki vermeyi beceremeyebiliriz ya da tehlike gerçek olmadığı halde onun gerçek olduğunu varsayarız. Bu iki hatanın çok farklı bedelleri olur. Yanlış negatifin (yani tehlikeli bir duruma, örneğin otlar arasındaki bir aslana tepki verememenin) bedeli yanlış pozitifin (yani sonradan zararsız olduğu görülen bir duruma, örneğin rüzgârın otların arasından geçerken sebep olduğu ıslık sesine aşırı tepki vermenin) bedelinden daha ağırdır. 

İlk hata ölümcül bir sonuç doğurabilir; ikincisi ise genelde bir parça zaman ve enerji kaybına neden olur. Bu nedenle olumsuzluk önyargısı diye anılan bir şey vardır; yani kayıplardan hoşlanmama eğilimimiz kazanımlardan hoşlanma eğilimimizden güçlüdür. 

Olumsuz uyaranlar kan basıncımızı ve nabzımızı artırır. Olumsuz duygularımız olumlu duygularımızdan fazladır ve İngilizcede acı hissiyle ilgili sözcüklerin sayısı güzel hislerle ilgili sözcüklerin sayısından çoktur. Tehditlere ve sevimsiz olaylara, olumlu fırsatlardan ve güzel durumlardan daha hızlı tepki veririz. Algılanan tehlikeden hızla uzaklaşmak, gecikmektense yanılmak bazen daha iyidir; ciddi bir hataya düşmekten ise kesinlikle daha iyidir! Bu ve diğer psikolojik ve davranışsal insan özellikleri evrim sürecimizin izlerini taşır; bunlar yiyecek peşinde koşarken diğer hayvanlara yem olmamaya çalışan atalarımızın yaşadığı hayatın yankılarıdır. Onların verdiği mücadeleler beyinlerimizde olumsuz izler bırakmıştır. 

Başta İsveç ve Norveç'te olmak üzere psikologlar, korku ve fobilerin nasıl edinilip sürdürüldüğünü gösteren yaratıcı deneyler yaptılar. Bu deneylerin çoğunda İsveçli psikolog Arne Öhman'ın öncülük ettiği bir yaklaşımdan yararlanıldı. Deneylerde araştırmacılar önce korku veren (yılanlar ve örümcekler gibi) veya nötr (geometrik şekiller gibi) uyaranlar göstererek savunma tepkileri uyandırdılar; bunlara bir de ısırık hissi veren elektrik şoku eşlik etti. Sonra aynı uyaranlar elektrik şoku olmadan tekrar tekrar gösterilerek korkuyla ilişkili uyaranlara ve nötr uyaranlara verilen kaçınmacı tepkilerin azalma oranı ölçüldü. Kaçınmacı tepkilerin, korkuyla ilişkili uyaranlar karşısında, korkuyla ilişkisiz (nötr) uyaranlara kıyasla daha çabuk edinildiği görüldü; yılan ve örümceklere verilen tepkiler, nötr uyaranlara kıyasla daha az tekrarlansa da hep daha uzun sürüyordu. 

Bu sonuçların kültürel pekiştirmeye bağlı olup olmadığını sınamak isteyen araştırmacılar, yılan ve örümceklere verilen tepkileri, tabanca ve uçları açıkta kalmış elektrik kabloları gibi çok daha tehlikeli ve kültürel olarak güçlü bir şekilde koşullandırılmış modern uyaranlara verilen tepkilerle karşılaştırdılar. Bu deneylerde modern tehlikeli uyaranlara verilen kaçınmacı tepkilerin, yılan ve örümceklere verilen tepkilerden daha çabuk kaybolduğu görüldü. Kişiye sadece şok verileceğinin söylenmesi bile korkutucu bir doğal uyarana karşı kaçınmacı tepki edinmesini sağlayabiliyordu. Nötr doğal uyaranlara verilen kaçınmacı tepkiler ise bu şekilde ortaya çıkmıyordu. Görünüşe göre, korkutucu uyaranlar (yılanlar, örümcekler, sıçanlar) veya nötr doğal uyaranlar (böğürtlen, ahududu gibi yemişler) içeren slaytlardan korkuyormuş gibi yapan aktörleri sadece izleyerek bile korkuyla dolabiliyoruz. Fakat aktörün korkutucu uyarana verdiği tepkileri izleyen insanların verdiği kaçınmacı tepkiler, nötr uyaranlarla ilgili olanlara kıyasla daha uzun sürüyor. Rhesus maymunları da korkutucu uyaranlara (oyuncak yılan ve timsah) ve nötr uyaranlara (oyuncak tavşan) bizimkilere çok benzer tepkiler veriyor.

Bundan daha da çarpıcı sonuçların görüldüğü bir diğer deney grubu da, araştırmacının bir slaytı sadece on beş ila otuz milisaniye gösterdikten sonra hemen farklı bir slaytla "maskeleyip" örttüğü, "geriye dönük maskeleme" deneyleridir. Denekler, uyaranın olduğu slaytı gördüklerinin bilincinde değildir ama içinde yılan veya örümcek olan slaytlar çoğu kişide kolayca ayırt edilen güçlü kaçınmacı tepkiler uyandırır. 

Tehlikeli durum ve nesneleri fark edip temkinli olmak atalarımıza pek çok fayda sağlamış olmalı. Bu olay ve nesnelerin bazıları günümüz dünyasında da hâlâ tehlike kaynağı, bazıları ise değil. Modern dünya atalarımızın hayal bile edemeyeceği tehlikelerle dolu. 

- Gordon H. Orians, Yılanlar, Gündoğumları ve Shakespeare - Evrim Beğenilerimizi ve Korkularımızı Nasıl Şekillendirir?

18 Mayıs 2022 Çarşamba

Atlas'ın Yükü

Cezamın verileceği gündü.

Tanrılar toplandı. Kadınlar soldaydı, erkekler sağda. İşte Artemis, çalıştırdığı kaslı vücudu, arkaya topladığı saçlarıyla, benimle göz göze gelmemek için elindeki yayla oynuyor. Arkadaştık onunla. Birlikte avlanırdık. 

İşte Hera, küçümser, soğuk tavırlarıyla orada. Umurunda bile değil. Yeter ki ona dokunulmasın.

Şurada da Hermes, huzursuz ve solgun görünüyor, beladan hiç hoşlanmaz. Yanında, yayılmış oturan da Hephaistos, Hera'nın sakat oğlu, huysuz ve topal, ama altın işleme ustası olduğu için katlanırlar ona. Tam karşısında, karısı Aphrodite; kocasının vücudundan iğrenir. Aphrodite'yle hepimiz yatmışızdır, ama bakireymiş gibi davranırız. Bana gülümsedi. Buna bir tek o cüret etti...

Zeus kararını okudu. Atlas, Atlas, Atlas. Adımda da geçiyor bu, bilmem gerekirdi. Benim adım Atlas, "çilekeş" anlamına gelir.

Belimi büktüm, sol dizimin üstüne çöküp sağ bacağımdan destek aldım. Baaşımı eğerek ellerimi kaldırdım teslim olurcasına, avuçlarım yukarıdaydı. Teslimiyet buydu galiba. Yazgısından kaçacak kadar güçlü biri var mıdır? Kaderin istediği kişiye dönüşmekten kim kurtulabilir?

Söz söylenmişti bir kere, arabaya koşulmuş atlarla öküzler, yuvarlak uçlu bir sabanı çeker gibi Kozmos'u peşlerinden sürüklemeye koyuldular. Dev küre sonsuzluğu yarıp geçerken, zamanın parçaları da yerinden oynuyordu. Bazıları toprağa düştü, yeryüzüne kehaneti ve önseziyi armağan etti. Bazıları göklere savrulmuştu, geçmişle geleceğin ayırt edilemediği kara delikler açtılar. Zaman baldırlarımdaki kaslara, uyluklarımdaki tendonlara sirayet ediyordu. Dünyayı yaratılıştan önce hissettim, gelecek damgasını vurmuştu bana. Hep burada olacaktım. 

Kozmos yaklaştıkça, sıcaklığı sırtımı yaktı. Dünyanın yükünün tabanıma dayandığını hissediyordum. 

Derken, sessiz sedasız, yer ve gök yuvarlanarak üzerime yığıldı, onları omuzladım.

Neredeyse soluk alamıyordum. Başımı kaldıramıyordum. Azıcık kıpırdamayı ya da konuşmayı denedim. Dilim tutulmuştu, bir dağ kadar hareketsizdim. Çok geçmedi, Atlas Dağı koydular adımı, gücümden değil suskunluğumdan ötürü. 

Boynumun yedinci omuru sızım sızım sızlıyordu. Vücudumdaki yumuşak dokular çoktan sertleşmeye başlamıştı. Geleceğimin korkunç görünümü yaşam gücümü emiyordu. Zaman Medusa olmuştu bana. Zaman beni taşa çeviriyordu.

Böyle taş gibi kaskatı ve hareketsiz, ne kadar süründüm bilmiyorum. 

(...)

Dinozorlar saçlarımın arasında ağır adımlarla gezinirken, volkanik patlamalar yüzüme fışkırırken, taşımak zorunda olduklarımın bir parçası olduğuma ayıyorum. Artık ne Atlas var tek başına ne de dünya, var olan Dünya Atlası. Beni gezip dolaşın, kıtalardan oluşuyorum. Çıkmanız gereken yolculuk benim. 

Dinleyin, dünyayı omuzlarında taşıyan adamın öyküsünü anlatıyor biri. Herkes kahkahalarla gülüyor. Sarhoşlarla çocuklardan başka kim inanır ona.

Kimse doğru olduğunu hissetmediği bir şeye inanmaz. Ben de kendime inanmayı bırakabilseydim keşke. Geceleri uyuyorum, sabah uyandığımda yok olmayı umut ediyorum. Bu hiç olmuyor. Bir dizim önde, bir dizim kıvrık, dünyayı sırtımda taşıyorum. 

- Jeanette Winterson, Atlas'ın Yükü

13 Mayıs 2022 Cuma

12 İletişim Engeli

Gençlerle konuşurken etkili olmayan yollar

Thomas Gordon meşhur kitabı "Etkili Öğretmenlik Eğitimi"nde iletişim engelleri konusuna oldukça önemli bir yer ayırır. İnsanlar yaşadıkları bir sorun karşısında bir bilene danışma ihtiyacı duyabilirler. Paylaşmak - Çözüm bulmakta unutulmaması gereken, karşınızdaki kişinin bir soruna sahip olduğu, yani kabul görme ve anlaşılma ihtiyacının yüksek olduğu bir durumda sizinle paylaşımda bulunduğudur. Amaç ne olursa olsun, sorun anlatan kişiyi dinlerken iyi niyetle ve yardım amacıyla yapılan, çoğu kez de alışkanlıklarımızdan kaynaklanan bazı tutum ve sözler iletişime engel oluşturabilmektedir. Bu da o kişi ile ilişkide yeni sorunlara yol açabilmektedir. Özellikle kendi kimliklerini kazanım sürecinde olan gençler bu konuda daha hassas olabilmektedir.


Dinleyen rolünde çoğu kez fark etmeden bu mesajları kullanırız. İletişim Engeli olarak tanımlanan bu tutum ve sözcükler, sorunu anlatan kişide aşağıda sıralanan algılamalara neden olabilmektedir:

 Ebeveynin söylediklerine karşı direnç geliştirmek, söylenenin tam tersini yapmak,

 Anne-baba tarafından anlaşılmadığını düşünmek,

 Anne-baba tarafından yeteri kadar akıllı ve güvenilir olmadığını düşünmek,

 Suçluluk duyguları,

 Kendine olan güveninde azalma,

 Gençte kendini savunma duygusu uyandırmak.

Herhangi bir sorun olmadığı zaman bunları kullanmak probleme sebep olmaz, bazıları eğlenceli dahi olabilir. Ancak karşımızdaki kişinin sorun yaşadığı durumda onu dinlerken, aşağıda sıralanan 12 İletişim Engelini kullanmak ilişkide sorun yaratır.

            1) Emir vermek, yönlendirmek:

“O kâğıdı buruşturma.”

“ Oda hemen toplanacak.”

“Hemen bırak o telefonu!”

Size sorununu anlatan bir kişiye bu tarz mesajlarla yaklaşmak, ”duygularının, ihtiyaçlarının ve sorunlarının önemsiz olduğu“ mesajını verir. Anne-baba gücü, korkuya dönüşür. Karşılık verme, inatlaşma, düşmanca duygular geliştirme, direnme vb. davranışlara yol açar.

2) Uyarmak, göz dağı vermek:

“Kendine çeki düzen vermezsen neler yapabileceğimi görürsün.”

“Karnende zayıf gelirse yaz tatilini unut.”

Karşımızdaki kişiye “senden daha güçlüyüm ve sana istediğimi yaptırırım” mesajını verir. Düşmanlık duyguları uyanabilir. Söylenen uyarının yapılıp yapılmayacağını görmek, sizi denemek isteyebilirler.

3) Ahlâk dersi vermek:

“Dürüst bir insan olarak doğruları söylemelisin.”

“İyi arkadaşlar birbirine küsmemelidir.”

Gençler “-meli, -malı”  içeren, dış otorite ve zorunluluğu temsil eden bu yaklaşımlar karşısında genellikle daha büyük bir şiddetle kendilerini savunurlar. Gence, onun yargısına güvenilmediği, başkalarınca doğru kabul edilen genel ahlak anlayışına uygun davranmasının daha iyi olacağı mesajı verilir. Yaş dönem özelliği ile bireyselleşme çabasında olan gençlerde bu tarz yaklaşımlar tam tersi etki uyandırır.

4) Öğüt vermek:

Bu tarz mesajlar karşıdaki kişiye sorunlarına çözüm bulma yeterliliğine inanılmadığı-güvenilmediğine yönelik mesaj verir.

“Arkadaşların olmadan da projeyi tamamlarsın. Aç internetini, araştır, yaz.”

“Bence gidip öğretmeninle konuşmalı, nasıl daha başarılı olacağını sormalısın.”

Öneri, üstünlük tavrı olarak algılanır. Karşı tarafın bağımlı kişilik geliştirmesine sebep olur. Öneriyi sunan kişinin kendisini anlamadığını düşündürür.

5) Nutuk çekmek:

“Şimdiki gençlerin bunu anlaması mümkün değil.”

“Biz çocukken ailemizin yanında gülemezdik bile. Siz ne kadar şanslısınız ama farkında değilsiniz.”

Sorun olmadığı zamanlarda gençlerin yetişkinlerden öğrenmesi kaçınılmazdır. Ancak sorun varken bu yaklaşım sergilendiğinde genellikle içe kapanıklık, anlaşılmamışlık, küskünlük uyandırır. Kendi düşüncelerine daha çok sarılırlar. Dinliyormuş gibi görünüp, dinlemeyebilirler. Bunu güç gösterisi olarak algılayabilirler.

 6) Yargulamak, suçlamak:

“Sen arkadaşını önceden arayıp anlatsaydın bunlar olmayacaktı.”

“Ne zaman verdiğin sözde durdun ki!“

"Bunu yapmış olduğuna inanamıyorum.“

Bu iletişim engelleri içinde kişinin benlik kavramını en olumsuz yönde etkileyenlerdendir. Karşı tarafı savunmaya iter. Yoğun kızgınlık, öfke duygusu açığa çıkarır. Benzer bir zorlukta kendisini eleştirmeyecek ve yargılamayacak bir kişi ile sorununu paylaşmayı tercih eder.

7) Övmek:

Olumlu da olsa bu da bir yargılama biçimidir. Kişi sürekli övülme beklentisi geliştirebilir. Kendisinin düşüncesi de farklı ise anlaşılmadığını düşünür.

"Neden beğenmedin, saçın güzel olmuş."

"Benim çocuğum çalışınca başarır.“

Unutulmaması gereken, gencin size anlaşılmak üzere bir sorunla geldiğidir. Bu yaklaşımla “anlaşılmıyorum“ düşüncesi uyanır.

8) Lakap takmak, alay etmek:

"Şimdi bebek gibi davrandın işte.“

"O kıyafet ne öyle, soytarıya dönmüşsün.“

Bu yaklaşım da gencin benlik algısını olumsuz etkiler. Hayal kırıklığı yaratır. İlişki ciddi anlamda zarar görür.

9) Yorumlamak, tanı koymak:

“Ben senin neden böyle davrandığını çok iyi biliyorum. Küçükken de istediğin olamayınca küsüp giderdin.“

"Arkadaşın senin dikkatini çekmeye çalışmış, o kadar belli ki.“

Bu mesajlar, karşı tarafa “ben tüm davranışların nedenlerini anlıyorum, çünkü güçlüyüm“ mesajını verir. Sorun anlatan kişi kendisinin yetersiz olduğunu düşünür. Konuşma isteğini ortadan kaldırır. Yapılan yorum doğru olduğunda bu duygular daha şiddetli yaşanabilir.

10) Güven vermek, desteklemek:

"Bunların hepsi geçecek.“

"Korkmana gerek yok, başaracaksın.“

Başlangıçta sorun anlatan gencin yararına görünür. Ancak anlaşılmadığı izlenimini uyandırabilir. “Abartıyorsun”  biçiminde anlaşılabilir. Kızgınlık, anlaşılmamışlık uyandırabilir.

11) Sık soru sormak:

"Ne zaman oldu, sen ne dedin?"

"O ne yapıyordu? Konuşabildin mi ?"

Sorun anlatan kişiye yöneltilen sorular, onun anlatım düzenini, sorunu algılayışını bozar. Sorgulanıyormuş duygusu uyandırır, anlatmaktan vazgeçirir. Sorun anlatan kişiye sorulan her soru onun konuşmasını sınırlar. Açık iletişimi engeller.

12) Konuyu değiştirmek:

"Sizin gibi gençleri okullarda görmek isteriz“

"Çocuğum boşver şimdi partiyi, sınavlar ne zaman? "

Bu iletiler karşı tarafa anlattığının ve kendisinin önemli olmadığını düşündürür. Sıkıntılarını anlatmaktan vazgeçer, erteler ya da kendilerini anlayacaklarına inandıkları başkalarına yönelirler.

10 Mayıs 2022 Salı

Aşk ve Yasak

Tam bir seçme özgürlüğünün ortasında, aşk ve cinsellik mevzuları ilk başta özgürleştirici görünebilir. Cinsellikten keyif almak söz konusu olduğunda, toplumsal yasaklardan tamamen azat olma fikrinden daha iyi ne olabilir ki? Nihayet ebeveynlerin ve toplumun gözünde neyin doğru ve normal olduğunu dert etmemek ne kadar da güzeldir! Cinsel eğilimimizi ve hatta cinsel farkın fiziksel görünümünü bile değiştirmek ne kadar da özgürleştirici!

Psikanaliz insan arzularını incelerken, arzuyu daima yasakla ilişkilendirmiştir. İstediğini elde edemediği için acı çeken birisi söz konusu olduğunda çözüm, istediğini elde etmesinin önündeki engelden kurtulmak değil, o insana bir şekilde o sınırın ta kendisini "kucaklamayı" öğretmek ve arzu nesnesinin tam da erişilmez olduğu için çekici olduğunu görmesini sağlamaktır.

Cinsellik söz konusu olduğunda bugün pedofili, ensest ve tecavüz haricinde yasak bir bölge yok gibi görünüyor. Bunaltıcı bir keyif alma baskısı var. Cinsel ihlaller nihai haz olarak pazarlanıyor. Fikir şu: Cinsel performansımızı geliştirmeye çalışır, yeni numaralar öğrenip alıştırma yaparsak, erişebileceğimiz tatminin sınırı yoktur. Cosmopolitan dergisi, en son haz tekniklerinde henüz ustalaşmamış olanları seks okuluna kaydolmaya teşvik ediyor. Gelgelelim popüler medyada, keyif almanın pazarlanmasının yanında, oturmuş birçok ilişkide cinsel heyecanın kaybolduğundan da bahsediliyor. Erkekler Mars'tan Kadınlar Venüs'ten kitabının yazarı John Gray'in, "Niye anneannem benden daha çok sevişiyormuş gibi görünüyor?" konulu bir yazısı var. Gray'in bu soruya yanıtı yine bir sürü tavsiye içeriyor: Gevşeyin ve arzuyu uyandırmak için şöyle veya böyle bir strateji uygulayın vs. Yasaklar her daim hayatımızdaydı ve hâlâ da öyleler, ama kalıpları değişti. Geçmişte yasaklar, toplumsal ritüeller yoluyla aktarılırken, bugün birey kendi sınırlarını kendisi koyuyor. Birey artık hem kendi kendini yaratan, hem de kendine yasaklar koyan bir özne.

Toplumsal yasaklar beraberinde her zaman bir tür tatminsizlik getirir. Tatminimizin önünde engeller olduğunda genelde yakınırız: mesela paramızın yetmediği bir nesneye sahip olmak istediğimizde veya karşılık vermeyen birine âşık olduğumuzda. Ama tuhaftır, tatminimizin önündeki engeller ortadan kalkar da istediğimizi alacak olursak, istediğimiz şeyin hiç de bu olmadığı hissine kapılıp başka bir şey aramaya başlayabiliriz. Bu tür tatminsizlik belirtileri arzunun işleyişinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Sınırsız tatmin ve kendini gerçekleştirme vadeden ama yine de tatminsizlikten beslenen bir toplumda (aksi halde böylesine tutkulu tüketiciler olmazdık!), hüsran hissi yeni sorunlar doğurur. Hüsran çoğu zaman birey için tatminsizlikten daha sancılıdır. Tatminsizlik arzuyla iç içe olabilir, oysa hüsran, jouissance -keyif alma şeklimizin ta kendisi- ile ilgili sorunlarımıza ilişkindir. Jean-Pierre Lebrun şöyle yazar: "Jouissance istemi toplumsal alana hâkim olduğunda, proleterler arası kardeşçe dayanışmanın yerini çekişme ve rekabet alır. Toplumsal öfkenin azdığı yer burasıdır."

Mesela günümüz ırkçılığının nadiren tartışılan yönlerinden biri, insanların başkalarının keyif alma biçimlerine yönelik itirazıyla ilgilidir. İnsanlar kimi zaman diğer ulusların veya ırkların fazla gürültücü olduğundan veya yemeklerinin kokusundan şikâyet eder ya da aşırı olduğunu farz ettikleri cinsel faaliyetleriyle dalga geçer. Bu yakınmaların arkasında, kendi erişimleri dışında olan sınırsız bir hazzın, bir tür jouissance'ın başkaları için erişilebilir olduğu korkusu yatar. Bu da belli bir hüsran veya haset doğurur. Burada bizi rahatsız eden, bizim istediğimiz bir şeye başkalarının sahip olduğu gerçeği değildir sadece: Onların keyif alma şeklinin kendisine itiraz ederiz. Başkalarının aldığı farz edilen bu keyif konusundaki hüsran çabucak şiddete dönüşebilir. İstediğimiz belli bir arzu nesnesini başkalarının elinden kapmak değildir; onların farz edilen keyfini bozmak ve onları insan olarak küçük düşürmektir. 

Kişisel ilişkilerde hayali haz doruklarına ulaşma girişimlerimiz çoğunlukla başarısız olur. Biz de partnerimizden kurtulmayı tercih ederiz. Hüsran devreye girer ve jouissance bulma aczimiz başkasına dönük bir şiddete yol açar. Sonrasında kimi zaman bu kayıp jouissance'ı, bağımlılık yapan maddeler yoluyla bulmayı dener veya bir partnerden diğerine geçerek eksiğimizi kapatmaya çalışırız. 


- Renata Salecl, Seçme İkilemi