18 Mayıs 2022 Çarşamba

Atlas'ın Yükü

Cezamın verileceği gündü.

Tanrılar toplandı. Kadınlar soldaydı, erkekler sağda. İşte Artemis, çalıştırdığı kaslı vücudu, arkaya topladığı saçlarıyla, benimle göz göze gelmemek için elindeki yayla oynuyor. Arkadaştık onunla. Birlikte avlanırdık. 

İşte Hera, küçümser, soğuk tavırlarıyla orada. Umurunda bile değil. Yeter ki ona dokunulmasın.

Şurada da Hermes, huzursuz ve solgun görünüyor, beladan hiç hoşlanmaz. Yanında, yayılmış oturan da Hephaistos, Hera'nın sakat oğlu, huysuz ve topal, ama altın işleme ustası olduğu için katlanırlar ona. Tam karşısında, karısı Aphrodite; kocasının vücudundan iğrenir. Aphrodite'yle hepimiz yatmışızdır, ama bakireymiş gibi davranırız. Bana gülümsedi. Buna bir tek o cüret etti...

Zeus kararını okudu. Atlas, Atlas, Atlas. Adımda da geçiyor bu, bilmem gerekirdi. Benim adım Atlas, "çilekeş" anlamına gelir.

Belimi büktüm, sol dizimin üstüne çöküp sağ bacağımdan destek aldım. Baaşımı eğerek ellerimi kaldırdım teslim olurcasına, avuçlarım yukarıdaydı. Teslimiyet buydu galiba. Yazgısından kaçacak kadar güçlü biri var mıdır? Kaderin istediği kişiye dönüşmekten kim kurtulabilir?

Söz söylenmişti bir kere, arabaya koşulmuş atlarla öküzler, yuvarlak uçlu bir sabanı çeker gibi Kozmos'u peşlerinden sürüklemeye koyuldular. Dev küre sonsuzluğu yarıp geçerken, zamanın parçaları da yerinden oynuyordu. Bazıları toprağa düştü, yeryüzüne kehaneti ve önseziyi armağan etti. Bazıları göklere savrulmuştu, geçmişle geleceğin ayırt edilemediği kara delikler açtılar. Zaman baldırlarımdaki kaslara, uyluklarımdaki tendonlara sirayet ediyordu. Dünyayı yaratılıştan önce hissettim, gelecek damgasını vurmuştu bana. Hep burada olacaktım. 

Kozmos yaklaştıkça, sıcaklığı sırtımı yaktı. Dünyanın yükünün tabanıma dayandığını hissediyordum. 

Derken, sessiz sedasız, yer ve gök yuvarlanarak üzerime yığıldı, onları omuzladım.

Neredeyse soluk alamıyordum. Başımı kaldıramıyordum. Azıcık kıpırdamayı ya da konuşmayı denedim. Dilim tutulmuştu, bir dağ kadar hareketsizdim. Çok geçmedi, Atlas Dağı koydular adımı, gücümden değil suskunluğumdan ötürü. 

Boynumun yedinci omuru sızım sızım sızlıyordu. Vücudumdaki yumuşak dokular çoktan sertleşmeye başlamıştı. Geleceğimin korkunç görünümü yaşam gücümü emiyordu. Zaman Medusa olmuştu bana. Zaman beni taşa çeviriyordu.

Böyle taş gibi kaskatı ve hareketsiz, ne kadar süründüm bilmiyorum. 

(...)

Dinozorlar saçlarımın arasında ağır adımlarla gezinirken, volkanik patlamalar yüzüme fışkırırken, taşımak zorunda olduklarımın bir parçası olduğuma ayıyorum. Artık ne Atlas var tek başına ne de dünya, var olan Dünya Atlası. Beni gezip dolaşın, kıtalardan oluşuyorum. Çıkmanız gereken yolculuk benim. 

Dinleyin, dünyayı omuzlarında taşıyan adamın öyküsünü anlatıyor biri. Herkes kahkahalarla gülüyor. Sarhoşlarla çocuklardan başka kim inanır ona.

Kimse doğru olduğunu hissetmediği bir şeye inanmaz. Ben de kendime inanmayı bırakabilseydim keşke. Geceleri uyuyorum, sabah uyandığımda yok olmayı umut ediyorum. Bu hiç olmuyor. Bir dizim önde, bir dizim kıvrık, dünyayı sırtımda taşıyorum. 

- Jeanette Winterson, Atlas'ın Yükü

13 Mayıs 2022 Cuma

12 İletişim Engeli

Gençlerle konuşurken etkili olmayan yollar

Thomas Gordon meşhur kitabı "Etkili Öğretmenlik Eğitimi"nde iletişim engelleri konusuna oldukça önemli bir yer ayırır. İnsanlar yaşadıkları bir sorun karşısında bir bilene danışma ihtiyacı duyabilirler. Paylaşmak - Çözüm bulmakta unutulmaması gereken, karşınızdaki kişinin bir soruna sahip olduğu, yani kabul görme ve anlaşılma ihtiyacının yüksek olduğu bir durumda sizinle paylaşımda bulunduğudur. Amaç ne olursa olsun, sorun anlatan kişiyi dinlerken iyi niyetle ve yardım amacıyla yapılan, çoğu kez de alışkanlıklarımızdan kaynaklanan bazı tutum ve sözler iletişime engel oluşturabilmektedir. Bu da o kişi ile ilişkide yeni sorunlara yol açabilmektedir. Özellikle kendi kimliklerini kazanım sürecinde olan gençler bu konuda daha hassas olabilmektedir.


Dinleyen rolünde çoğu kez fark etmeden bu mesajları kullanırız. İletişim Engeli olarak tanımlanan bu tutum ve sözcükler, sorunu anlatan kişide aşağıda sıralanan algılamalara neden olabilmektedir:

 Ebeveynin söylediklerine karşı direnç geliştirmek, söylenenin tam tersini yapmak,

 Anne-baba tarafından anlaşılmadığını düşünmek,

 Anne-baba tarafından yeteri kadar akıllı ve güvenilir olmadığını düşünmek,

 Suçluluk duyguları,

 Kendine olan güveninde azalma,

 Gençte kendini savunma duygusu uyandırmak.

Herhangi bir sorun olmadığı zaman bunları kullanmak probleme sebep olmaz, bazıları eğlenceli dahi olabilir. Ancak karşımızdaki kişinin sorun yaşadığı durumda onu dinlerken, aşağıda sıralanan 12 İletişim Engelini kullanmak ilişkide sorun yaratır.

            1) Emir vermek, yönlendirmek:

“O kâğıdı buruşturma.”

“ Oda hemen toplanacak.”

“Hemen bırak o telefonu!”

Size sorununu anlatan bir kişiye bu tarz mesajlarla yaklaşmak, ”duygularının, ihtiyaçlarının ve sorunlarının önemsiz olduğu“ mesajını verir. Anne-baba gücü, korkuya dönüşür. Karşılık verme, inatlaşma, düşmanca duygular geliştirme, direnme vb. davranışlara yol açar.

2) Uyarmak, göz dağı vermek:

“Kendine çeki düzen vermezsen neler yapabileceğimi görürsün.”

“Karnende zayıf gelirse yaz tatilini unut.”

Karşımızdaki kişiye “senden daha güçlüyüm ve sana istediğimi yaptırırım” mesajını verir. Düşmanlık duyguları uyanabilir. Söylenen uyarının yapılıp yapılmayacağını görmek, sizi denemek isteyebilirler.

3) Ahlâk dersi vermek:

“Dürüst bir insan olarak doğruları söylemelisin.”

“İyi arkadaşlar birbirine küsmemelidir.”

Gençler “-meli, -malı”  içeren, dış otorite ve zorunluluğu temsil eden bu yaklaşımlar karşısında genellikle daha büyük bir şiddetle kendilerini savunurlar. Gence, onun yargısına güvenilmediği, başkalarınca doğru kabul edilen genel ahlak anlayışına uygun davranmasının daha iyi olacağı mesajı verilir. Yaş dönem özelliği ile bireyselleşme çabasında olan gençlerde bu tarz yaklaşımlar tam tersi etki uyandırır.

4) Öğüt vermek:

Bu tarz mesajlar karşıdaki kişiye sorunlarına çözüm bulma yeterliliğine inanılmadığı-güvenilmediğine yönelik mesaj verir.

“Arkadaşların olmadan da projeyi tamamlarsın. Aç internetini, araştır, yaz.”

“Bence gidip öğretmeninle konuşmalı, nasıl daha başarılı olacağını sormalısın.”

Öneri, üstünlük tavrı olarak algılanır. Karşı tarafın bağımlı kişilik geliştirmesine sebep olur. Öneriyi sunan kişinin kendisini anlamadığını düşündürür.

5) Nutuk çekmek:

“Şimdiki gençlerin bunu anlaması mümkün değil.”

“Biz çocukken ailemizin yanında gülemezdik bile. Siz ne kadar şanslısınız ama farkında değilsiniz.”

Sorun olmadığı zamanlarda gençlerin yetişkinlerden öğrenmesi kaçınılmazdır. Ancak sorun varken bu yaklaşım sergilendiğinde genellikle içe kapanıklık, anlaşılmamışlık, küskünlük uyandırır. Kendi düşüncelerine daha çok sarılırlar. Dinliyormuş gibi görünüp, dinlemeyebilirler. Bunu güç gösterisi olarak algılayabilirler.

 6) Yargulamak, suçlamak:

“Sen arkadaşını önceden arayıp anlatsaydın bunlar olmayacaktı.”

“Ne zaman verdiğin sözde durdun ki!“

"Bunu yapmış olduğuna inanamıyorum.“

Bu iletişim engelleri içinde kişinin benlik kavramını en olumsuz yönde etkileyenlerdendir. Karşı tarafı savunmaya iter. Yoğun kızgınlık, öfke duygusu açığa çıkarır. Benzer bir zorlukta kendisini eleştirmeyecek ve yargılamayacak bir kişi ile sorununu paylaşmayı tercih eder.

7) Övmek:

Olumlu da olsa bu da bir yargılama biçimidir. Kişi sürekli övülme beklentisi geliştirebilir. Kendisinin düşüncesi de farklı ise anlaşılmadığını düşünür.

"Neden beğenmedin, saçın güzel olmuş."

"Benim çocuğum çalışınca başarır.“

Unutulmaması gereken, gencin size anlaşılmak üzere bir sorunla geldiğidir. Bu yaklaşımla “anlaşılmıyorum“ düşüncesi uyanır.

8) Lakap takmak, alay etmek:

"Şimdi bebek gibi davrandın işte.“

"O kıyafet ne öyle, soytarıya dönmüşsün.“

Bu yaklaşım da gencin benlik algısını olumsuz etkiler. Hayal kırıklığı yaratır. İlişki ciddi anlamda zarar görür.

9) Yorumlamak, tanı koymak:

“Ben senin neden böyle davrandığını çok iyi biliyorum. Küçükken de istediğin olamayınca küsüp giderdin.“

"Arkadaşın senin dikkatini çekmeye çalışmış, o kadar belli ki.“

Bu mesajlar, karşı tarafa “ben tüm davranışların nedenlerini anlıyorum, çünkü güçlüyüm“ mesajını verir. Sorun anlatan kişi kendisinin yetersiz olduğunu düşünür. Konuşma isteğini ortadan kaldırır. Yapılan yorum doğru olduğunda bu duygular daha şiddetli yaşanabilir.

10) Güven vermek, desteklemek:

"Bunların hepsi geçecek.“

"Korkmana gerek yok, başaracaksın.“

Başlangıçta sorun anlatan gencin yararına görünür. Ancak anlaşılmadığı izlenimini uyandırabilir. “Abartıyorsun”  biçiminde anlaşılabilir. Kızgınlık, anlaşılmamışlık uyandırabilir.

11) Sık soru sormak:

"Ne zaman oldu, sen ne dedin?"

"O ne yapıyordu? Konuşabildin mi ?"

Sorun anlatan kişiye yöneltilen sorular, onun anlatım düzenini, sorunu algılayışını bozar. Sorgulanıyormuş duygusu uyandırır, anlatmaktan vazgeçirir. Sorun anlatan kişiye sorulan her soru onun konuşmasını sınırlar. Açık iletişimi engeller.

12) Konuyu değiştirmek:

"Sizin gibi gençleri okullarda görmek isteriz“

"Çocuğum boşver şimdi partiyi, sınavlar ne zaman? "

Bu iletiler karşı tarafa anlattığının ve kendisinin önemli olmadığını düşündürür. Sıkıntılarını anlatmaktan vazgeçer, erteler ya da kendilerini anlayacaklarına inandıkları başkalarına yönelirler.

10 Mayıs 2022 Salı

Aşk ve Yasak

Tam bir seçme özgürlüğünün ortasında, aşk ve cinsellik mevzuları ilk başta özgürleştirici görünebilir. Cinsellikten keyif almak söz konusu olduğunda, toplumsal yasaklardan tamamen azat olma fikrinden daha iyi ne olabilir ki? Nihayet ebeveynlerin ve toplumun gözünde neyin doğru ve normal olduğunu dert etmemek ne kadar da güzeldir! Cinsel eğilimimizi ve hatta cinsel farkın fiziksel görünümünü bile değiştirmek ne kadar da özgürleştirici!

Psikanaliz insan arzularını incelerken, arzuyu daima yasakla ilişkilendirmiştir. İstediğini elde edemediği için acı çeken birisi söz konusu olduğunda çözüm, istediğini elde etmesinin önündeki engelden kurtulmak değil, o insana bir şekilde o sınırın ta kendisini "kucaklamayı" öğretmek ve arzu nesnesinin tam da erişilmez olduğu için çekici olduğunu görmesini sağlamaktır.

Cinsellik söz konusu olduğunda bugün pedofili, ensest ve tecavüz haricinde yasak bir bölge yok gibi görünüyor. Bunaltıcı bir keyif alma baskısı var. Cinsel ihlaller nihai haz olarak pazarlanıyor. Fikir şu: Cinsel performansımızı geliştirmeye çalışır, yeni numaralar öğrenip alıştırma yaparsak, erişebileceğimiz tatminin sınırı yoktur. Cosmopolitan dergisi, en son haz tekniklerinde henüz ustalaşmamış olanları seks okuluna kaydolmaya teşvik ediyor. Gelgelelim popüler medyada, keyif almanın pazarlanmasının yanında, oturmuş birçok ilişkide cinsel heyecanın kaybolduğundan da bahsediliyor. Erkekler Mars'tan Kadınlar Venüs'ten kitabının yazarı John Gray'in, "Niye anneannem benden daha çok sevişiyormuş gibi görünüyor?" konulu bir yazısı var. Gray'in bu soruya yanıtı yine bir sürü tavsiye içeriyor: Gevşeyin ve arzuyu uyandırmak için şöyle veya böyle bir strateji uygulayın vs. Yasaklar her daim hayatımızdaydı ve hâlâ da öyleler, ama kalıpları değişti. Geçmişte yasaklar, toplumsal ritüeller yoluyla aktarılırken, bugün birey kendi sınırlarını kendisi koyuyor. Birey artık hem kendi kendini yaratan, hem de kendine yasaklar koyan bir özne.

Toplumsal yasaklar beraberinde her zaman bir tür tatminsizlik getirir. Tatminimizin önünde engeller olduğunda genelde yakınırız: mesela paramızın yetmediği bir nesneye sahip olmak istediğimizde veya karşılık vermeyen birine âşık olduğumuzda. Ama tuhaftır, tatminimizin önündeki engeller ortadan kalkar da istediğimizi alacak olursak, istediğimiz şeyin hiç de bu olmadığı hissine kapılıp başka bir şey aramaya başlayabiliriz. Bu tür tatminsizlik belirtileri arzunun işleyişinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Sınırsız tatmin ve kendini gerçekleştirme vadeden ama yine de tatminsizlikten beslenen bir toplumda (aksi halde böylesine tutkulu tüketiciler olmazdık!), hüsran hissi yeni sorunlar doğurur. Hüsran çoğu zaman birey için tatminsizlikten daha sancılıdır. Tatminsizlik arzuyla iç içe olabilir, oysa hüsran, jouissance -keyif alma şeklimizin ta kendisi- ile ilgili sorunlarımıza ilişkindir. Jean-Pierre Lebrun şöyle yazar: "Jouissance istemi toplumsal alana hâkim olduğunda, proleterler arası kardeşçe dayanışmanın yerini çekişme ve rekabet alır. Toplumsal öfkenin azdığı yer burasıdır."

Mesela günümüz ırkçılığının nadiren tartışılan yönlerinden biri, insanların başkalarının keyif alma biçimlerine yönelik itirazıyla ilgilidir. İnsanlar kimi zaman diğer ulusların veya ırkların fazla gürültücü olduğundan veya yemeklerinin kokusundan şikâyet eder ya da aşırı olduğunu farz ettikleri cinsel faaliyetleriyle dalga geçer. Bu yakınmaların arkasında, kendi erişimleri dışında olan sınırsız bir hazzın, bir tür jouissance'ın başkaları için erişilebilir olduğu korkusu yatar. Bu da belli bir hüsran veya haset doğurur. Burada bizi rahatsız eden, bizim istediğimiz bir şeye başkalarının sahip olduğu gerçeği değildir sadece: Onların keyif alma şeklinin kendisine itiraz ederiz. Başkalarının aldığı farz edilen bu keyif konusundaki hüsran çabucak şiddete dönüşebilir. İstediğimiz belli bir arzu nesnesini başkalarının elinden kapmak değildir; onların farz edilen keyfini bozmak ve onları insan olarak küçük düşürmektir. 

Kişisel ilişkilerde hayali haz doruklarına ulaşma girişimlerimiz çoğunlukla başarısız olur. Biz de partnerimizden kurtulmayı tercih ederiz. Hüsran devreye girer ve jouissance bulma aczimiz başkasına dönük bir şiddete yol açar. Sonrasında kimi zaman bu kayıp jouissance'ı, bağımlılık yapan maddeler yoluyla bulmayı dener veya bir partnerden diğerine geçerek eksiğimizi kapatmaya çalışırız. 


- Renata Salecl, Seçme İkilemi 

5 Mayıs 2022 Perşembe

Çalış(ma)mak: Daha Ciddi Bir Mesai

Tembel bölümünden

(...) Aslında bu eğilimin evrenselliğinin bir kez farkına vardığımızda örnekler hızla çoğalır. Spagetti ya da balık filetosunu keşfetmiş bir çocuğun başka bir şey denemeye ikna edilememesini, diğer bütün ilgilerinden feragat etmek pahasına idolünün ağzından çıkan en ufak bir şeyi ve her hareketini takip eden ünlü hayranını ya da "yaşamına devam etmeyi" redderek kaybettiği kişi için yaşamını teselli edilemez bir özlem duyarak geçiren reddedilmiş âşığı düşünün. Birbirinden çok farklı bu olgular devinim ve değişim mevzubahis olduğunda aynı derin direnci paylaşır. Bütün bunlar Freud'un "libidonun ataleti" dediği seçtiğimiz kişi, yer ya da şeye bir tür inatçı yapışmanın yanı sıra bunları geride bırakmaya yönelik herhangi bir baskı söz konusu olduğunda duyulan kaygı ve hınçla sağlama alınmıştır.

Tutkularımızı etken ve amaca yönelik şeyler olarak düşünmeye o kadar alışkınız ki ne kadar tembel ve halinden memnun hale gelebileceklerini fark edemiyoruz. Libidoyu gümbürdeyen bir motordan bolca, hızla ve direnç görmeden akıp giden bir yakıt gibi resmediyoruz, yakıt borusundan yavaşça ve ağır ağır ilerleyen, karbüratörü tıkayan ve motorun stop etmesine neden olan tortulaşmış yağ olarak değil. Libidonun dinamizminin farkındayız ama "libidonun uyuşukluğunun" (Freud'un bir başka unutulmaz deyişi) pek de farkında değiliz.

Tutku ve arzu zihinlerimizde ayrılmaz bir şekilde yapmakla ilişkilenmiştir, o yüzden de hareketsizlik ya da yavaşlık, "yapmayı tercih etmek" için tutku duyma fikri bizim için neredeyse anlaşılmazdır. Libidonun içinde uyuyşukluğun da olduğu fikri insan yaşamı ve benliğe ilişkin genel kabul gören fikirlerimize kökten kafa tutar -bu kafa tutma çılgınca program yapma, hiperaktivite ve sürekli dikkat dağınıklığı yaşayan kültürümüz için acil bir önem taşır. Kendimizi bu kadar dar biçimde eylem ve amaç yaratıkları olarak tahayyül edip bütün zamanımızı işe vermekte ısrar ederek benliğimizin asli bir boyutuna savaş ilan eder ve kendimizi Winnicott'un "deneyimlerin en basiti, varolma deneyimi" dediği şeyden mahrum bırakırız. 

Winnicott bu basit ama gizemli sözcüğü henüz annesinden kendisini ayrıştırmamış bir bebeğin iç yaşamını tanımlamakta kullanmaktadır. Kendilik duygumuz en nihayetinde bu dağınık, örgütlenmemiş varolma deneyiminden ortaya çıkar. Ama kendimizi bilinçli olarak düşünüp eyleyen, psikolojik açıdan gelişmiş kendilikle (Winnicott'un dilinde söyleyecek olursak bir "yapıp etme" yaratığıyla) özdeşleştirirken (ya da karıştırırken), ruhsal yaşamın bu asıl katmanı bizim için giderek ulaşılmaz hale gelir.

Amerikalı psikanalist Jonathan Lear'ın vurguladığı üzere, ne kadar anlaşılmaz görünebilecek olsalar da Freud zihnin bütün etkinliklerine işlev ve amaç atfetme eğilimiyle dolaylı olarak insanın varolan bir yaratıktan ziyade yapıp eden bir yaratık olduğu anlayışını destekler görünmektedir. Kendi çıkarlarımıza zarar verir ya da bu çıkarları baltalar göründüğümüzde dahi doğrudur bu. Freud bu tür davranışlar görünürde ne kadar kendi kendini engelleyen davranışlar olsa da, bunların daima bir motivasyonla gerçekleştirildiğinde ısrar etmektedir. En uç ruhsal ve davranışsal eğilimlerimizin rasyonelliğine ilişkin bu ısrarın altında yatan şey, dolaylı bir zihin "teolojisi", bizden ne kadar gizlenmiş olsa da yaptığımız her şeyin bir amacı olduğu inancıdır. 

Freud'un düşüncesinin ıskaladığı şey, Lear'ın belirttiği üzere "kimi zihinsel etkinliklerin amaçsız gerçekleştiği" olasılığıdır. Eyleme geçme ve dünyevi amaçlarımızı yerine getirme dürtümüzün yanı sıra, içimizde daha belli belirsiz ama eylem ve amacı reddetme, yalnızca varolmamıza olanak tanıma yönünde aynı derecede güçlü bir eğilim barındırıyor olabiliriz. Böyle bir eğilimi tanımanın ciddi politik ve psikolojik sonuçları vardır. 

- Josh Cohen, Çalış(ma)mak: Daha Ciddi Bir Mesai

30 Nisan 2022 Cumartesi

Psikoloji Kitap Önerileri (Psikoterapi)

Bana en çok sorulan sorulardan biri "Psikolojiyle ilgili kitap okumak istiyorum, hangilerini okumalıyım?" sorusudur. Öncelikle "okumalıyım" kelimesindeki gereklilik kipine hiç gerek yok :) İlgi duyuyorsanız, merak ediyorsanız, okusanız iyi olabilir diyebileceğimiz kitaplar vardır. Her liste eksik listedir, bu yüzden benim de hazırladığım 20 kitaplık seçki eksiklikler barındıracaktır. Bu tür önerilerdeki amaç kitapların tavsiye edilme sıklığını, görünürlüğünü artırmak olabilir. Diğer listelerdeki kitaplarla karşılaştırma yapabilmek mümkün olabilir. Nihayetinde okurun içine sinen, bu kitaptan başlayayım demesine vesile olabilir. Aşağıda göreceğiniz listede yer alan kitaplara kısa açıklamalar, kitabın ismine yayınevi sayfasının olduğu linkleri ekledim, detayları oradan görebilmek mümkündür. Son olarak şunu söyleyeyim, Psikoloji kitapları denilince genellikle aslında sorulan "Psikoterapi içerikli kitaplardır." Yoksa psikoloji çok geniş bir alan, psikolojinin diğer alt alanları benim uzmanlık alanıma girmiyor, bu yüzden psikoterapi içerikli kitapları aldım listeye. O zaman başlayalım.


1) Engin Geçtan - Varoluş ve Psikiyatri: Engin Hoca'ya birçok kişi gibi ben de hayranım. Rahmetli büyüğümüz yaşamı boyunca o kadar çok iyi iş yapmış ki, geride bıraktığı külliyatı Metis tarafından basılmaya devam ediyor. Onca kitabı arasından özellikle Varoluş ve Psikiyatri'yi seçtim, çünkü Hayat'la birlikte en etkilendiğim kitabıdır. 

2) Donald WinnicottOyun ve Gerçeklik: Psikoterapi ilginiz hangi alanda olursa olsun Oyun ve Gerçeklik kilometre taşı niteliği taşıyan bir kitap olduğu için kitaplığınızda bulunsa çok iyi olur dediğimiz kitaplardandır. Winnicott'ın en çok gönderme yapılan eseri olan bu kitap, psikanalistler için olduğu kadar genel okur için de pek çok ipucu taşıyor.

3) Stephen Groszİncelenen Hayatlar: Nefis psikoterapi hikâyelerinin yer aldığı bu kitaba resmen bayılmıştım. İki defa okudum. Seans odasındaki gizlilik ilkesiyle terapistin hikâye paylaşma arzusu arasında çok iyi bir denge yakaladığını düşünüyorum bu kitabın. 

4) Gabriel Rolon - Bir Psikanalistin Notları: Psikoterapi anlatıları çok ilgimizi çektiğinden bu tarz kitaplara yer vermek istedim. Bu kitap hakkında ilk yazdığım blog yazısında iyi bir editörün gözünden geçmeli bu metin demiştim, yeni baskısı yapıldı mı bilmiyorum, metindeki dil hataları düzeltilirse okumamızın ritmi bozulmaz. İçindeki seans hikâyeleri ise öğretici.

5) Robert Lindner - 50 Dakikalık Seans: Lindner, seçtiği üç hastanın hikâyesine yer veriyor bu kitapta. Oldukça öğretici, düşündürücü metinler. Hastaların hikâyeleri uzun uzun anlatıldığı için bir zaman sonra okurken kendinizi seans odasında bulmanız işten bile değil. 

6) Philippa Perry ve Junko GraatKoltuk, Çizgilerle Psikoterapi: Bu kitap bir grafik roman tadında. Seans odasında yaşananları gizli bir gözmüşcesine size gösteriyor. Üstelik sadece danışan tarafını değil, terapist tarafında da neler yaşanabileceğini görmenizi sağlıyor. Okurken çok eğlenmiştim. 

7) Susie OrbachTerapi Odasında: Oldukça sade bir dille terapi odasında, kapıların ardından konuşulan hikâyeleri anlatıyor Orbach. 

8) Vamık D. VolkanKusursuz Kadının Peşinde: Ustalaşmış bir terapistin psikanaliz kullanarak bir hastasını beş yıldan biraz daha uzun bir süre boyunca tedavi etmesini anlatıyor bu kitap. Volkan'ın başka kitapları mevcut, örneğin Divanda Kılıç Dövüşü de etkilemiştir beni. 

9) Saffet Murat Tura- Freud'dan Lacan'a Psikanaliz: Psikanalitik metin okumak isteyen, analitik terapinin tarihçesini, gelişiminin temellendiği felsefik öğeleriyle birlikte okumak isteyen okurlara önerebiliriz bu kitabı. 

10) Louis Cozolino - Terapist Olmak: Özellikle alanda çalışan, çalışmayı düşünen meslektaşlara önerebiliriz bu kitabı. Cozolino zor bir iş başarmış, yıllarca edindiği deneyimleri rafine bir halde meslektaşlarına sunmuş. 

11) Jeffrey A. Kottler - Terapist Olmak Üzerine: Bu kitabı yeni edindim, okumayı bitirdikten sonra bir şeyler yazabilirim üstüne. Yurt dışında övgüyle karşılanmış, hatta genişletilmiş basımı 2022 yılı içinde yapılmış. Hacimli olan kitap oldukça doyurucu görünüyor. 

Edit: Yazarımız kitap boyunca başarısızlıklarını, terapistlerin bazen bir şey bilmeden, ne yapacağını kestiremeden seans yaptığına vurgu yapıyor, ilk başlarda yapılan hatalar sevimli gözükse de bir zaman sonra sürekli bunun tekrarlanması bıkkınlık verdi bana. Bu kadar uzun bir kitap olmasına bence gerek yokmuş. Yine de oldukça tatmin edici bölümlere de sahip olduğunu söyleyebilirim. 

12) Catherine Mathelin - Freud'a Ne Yaptık da Çocuklarımız Böyle Oldu?: Okuyanların zaman içinde tekrar tekrar okumak istedikleri kitaptır. Kurgusuyla okuru kendine çeker, bol bol bilgi de verir. 

13) Serge Tisseron - Empatik Bir Psikanalizden Kesitler: Bu kitap hakkında yazdığım yazı blogun en çok okunan yazılarından biri olmuştu. Tisseron çok zor bir işe kalkışıyor, kendisinin ikinci analiz sürecini şeffaflıkla anlatıyor. 

14) Viktor Emil Frankl - İnsanın Anlam Arayışı: Ülkemizde de bestseller niteliği kazanan bu kitap hakkında yorum yapmaya gerek yok sanırım. 

15) Irvin D. Yalom  - Bağışlanan Terapi: Yalom okumak bana her zaman iyi gelmiştir. Yalom'un çok kitabı var. Aslında Bugünü Yaşama Arzusu'nu, Divan'ı da önerebilirdim. Bu kitapta işin mutfağını anlatıyor daha çok, okur kendi kararını verebilir diye düşünüyorum. 

16) Carl Gustav Jung - Anılar, Düşler, Düşünceler: Jung'un çok kitabı var, beni en etkileyen kitabı ise bu otobiyografisi olmuştu nedense. 

17) Johann Hari - Kaybolan Bağlar, Depresyonun Gerçek Nedenleri ve Beklenmedik Çözümler: Bu kitap aslında psikoterapi kitabı değil, bir gazetecinin kendi depresyonundan hareketle bu işi araştırması, çözüm aramasıdır. Kitabı çok beğenmiştim, yazarın yeni kitabı İngiltere'de satışa sunuldu diye biliyorum, Stolen Focus - Çalınmış Dikkat diye çevrilir muhtemelen, ülkemizde de yakında satışa sunulur umarım.

Edit: Çalınan Dikkat adıyla satışa sunuldu.

18) David Rensin, Dr. Brandy Engler - Divanımdaki Erkekler: Çok iyi yazılmış bir kitap olduğunu düşünüyorum. Yazarın terapist olma yolculuğuyla birlikte kendi hayat yolculuğunu, başına gelenleri de hikâyeler arasına serpiştirmesi şaşırtıcı olmuştu benim için. 

19) Sarah Tomley - Freud Bu İşe Ne Derdi?: Çok eğlenceli bir kitap. Birçok usta terapistin karşılaştığımız yaşam zorlukları karşısında tahminen ne diyeceğini anlatıyor. Kitabın adında sadece Freud yazsa da içinde Maslow'dan Jung'a, Beck'ten Fromm'a, Winnicott'tan Horney'e kadar birçok terapistin kuramı, çalışma şekli veriliyor. 

20) Kay Redfield Jamison - Durulmayan Bir Kafa: Bipolar bozukluğu olan bir kişinin otobiyografisi tadında okunabilir bu kitap, bir anı kitabı. Bu kitabı okuyana kadar bipolaritenin ne olduğunu tam anlayamamıştım. 


Bol kitaplı günler dilerim, sevgiler.

Tuna