10 Ocak 2022 Pazartesi

Çocukluk

Çocukluk tabut gibi uzun ve dar, kendi kendine içinden çıkmak mümkün değil. Hep ortada, herkesin gözü önünde, tıpkı Güzel Ludvig'in tavşan dudağı gibi. O da Güzel Lili'ye benzer şekilde o kadar çirkin ki, bir annesi olduğunu farz etmek imkânsız. Çirkin ve bahtsız olan her şeye güzel lakabı takılır ama neden, kimse bilmez. 

Çocukluğun içinden çıkmak mümkün değil, üstüne koku gibi siner. Her çocukluğun kendine has bir kokusu vardır. Diğer çocuklarınkini algılarsın. Kendi kokunu bilemediğinden, diğerlerinden daha kötü olmasından korkarsın bazen. Çocukluğu kül ve kömür kokan bir kızla konuşadurursun, birden o, senin çocukluğunun pis kokusunu algıladığından geriye doğru bir adım atar.


(Tove Ditlevsen, 1974'te Vesterbro'da çocukluğunun geçtiği Hedebygade caddesini ziyaret ediyor.)

Gizlice yetişkinlere bakarsın. Çocuklukları içlerinde, artık kimsenin ne aklına gelen ne de ihtiyacı olan eski, güvelenmiş, delik deşik, bir battaniye gibi durur. Dış görünümlerinden, bir çocukluk geçirdikleri belli olmaz ve o dönemi, suratlarında yara ve derin izler bırakmadan nasıl atlattıklarını sormaya da cüret edemezsin. Gizli, kestirme bir yoldan gittiklerinden, yetişkin hâllerine çok evvelinden, daha yaşı gelmeden büründüklerinden şüphelenirsin.

Bir gün, evde yalnızken yapmışlardır bunu çünkü çocuklukları kalplerini üç demir kemer gibi sarar, tıpkı Grimm masalındaki Demir Hans gibi, ki onun kemeri efendisi özgür bırakıldığında, kopup yere düşer. Ama böyle kestirme bir yol bilmiyorsan, çocukluğuna katlanıp, saatten saate, sayısız yıllar boyunca onu tüketip durmalısın. Ancak ölüm seni ondan kurtarabilir. O yüzden ölümü sık sık düşünürsün, onu beyazlara bürünmüş, müşfik bir melek olarak görür, bir gece, gözlerini bir daha açılmayacak şekilde öpeceğini hayal edersin. 

Annemin büyüdüğüm zaman beni seveceğine inanıyorum hep, tıpkı şimdi Edvin'i sevdiği gibi. Çünkü çocukluğum onu da beni sinirlendirdiği kadar çok sinirlendiriyor ve yalnızca birden onu unutuverdiğinde beraber mutlu oluyoruz. O zaman benimle arkadaşlarıyla veya Rosalia teyzeyle konuştuğu gibi konuşuyor, ben de hâlâ çocuk olduğum aniden aklıma gelmesin diye, cevaplarımı kısa tutuyorum. Elini bırakıp, aramıza biraz mesafe koyuyorum ki çocukluğumun kokusunu duymasın. 


- İkinci kitap Gençlik alıntısı için buraya tıklayabilirsiniz.

Tove Ditlevsen’in hatıralarını kaleme aldığı Kopenhag Üçlemesi; Çocukluk (Childhood – Barndom), Gençlik (Youth – Ungdom) ve Bağımlılık (Dependency – Gift) adında üç kitaptan oluşuyor. Bu üçleme Türkçede Monokl Yayınları tarafından yayınlanıyor. Şu ana kadar ilk iki kitap yayınlandı. Kitaplar Leyla Tamer tarafından Danca aslından çevriliyor. Dört kere evlenip boşanan yazar üçüncü kitabını ise evlilik üzerine yazmış. İngilizcede bağımlılık olarak çevrilen kitap Dancada ise evlilik anlamına geliyor. Aynı zamanda "gift" kelimesinin Dancadaki bir diğer anlamı ise "zehir."

6 Ocak 2022 Perşembe

Stoacı Bilgelik

- "Dayan ve nefsine hâkim ol..." Stoacıların ünlü özdeyişi. Söylemesi kolay...

- Sponville: Bunu tembelliğe ya da uyuşukluğa bir övgü olarak anlamamaya dikkat edelim! Stoacı bilgelik, kabullenme üzerine kuruludur: Bilge, olup biten her şeye razı olur, çünkü bütün bunlar ona bağlı değildir. Ama etkin olmaktan kesinlikle vazgeçmez. Tam tersine: Bilgeliği aynı zamanda eylem üzerine kuruludur. Müdahale edebileceği şeyler söz konusu olduğunda, bilge sadece kötü olandan, ona yakışmayandan ya da özgürlüğüyle bağdaşmayandan uzak durur. Geri kalanı için elinden geleni yapar. 


(André Comte-Sponville)

Epikurosçuluk bir zevk sanatıysa, Stoacılık bir irade sanatıdır. Epikuros'a göre giderilebileceği hemen hemen kesin olan arzulara, yani doğal ve gerekli olanlara ayrıcalık tanımak gerekir. Stoacılar da, bir bakıma tatmin edilmesi hemen hemen kesin olan arzuları üstün tutarlar. Ama bunlar, doğal ve gerekli arzular değildir: Zorbanın teki gelip pekâlâ yiyip içmemi engelleyebilir... Yüzde yüz tatmin edilebilen yegâne arzular, tatmini bize bağlı olanlardır, yani bir iradenin nesnesi olanlar. 

Suyunuz var mı? İçmek isteyebilirsiniz. Ama ya su yoksa? O zaman içmeyi umut edebilirsiniz ama kesinlikle isteyemezsiniz. (Yani size bağlı olmayanı arzulamış olursunuz; işte bu nedenle bilge kişi hiçbir umut beslemez.) Bu rahatsız durumda bilge, bazen zannedildiği gibi susuzluğu istemez (susuzluk ona bağlı değildir), ama susuzluğa ağır başlılıkla katlanmaya bakar, böyle de yapar zaten. Daha pek çok örnek verebiliriz. Hastayken keşke sağlıklı olsam, demeniz, bir istek değil -bu size bağlı değildir- bir umuttur. Ne var ki umut, doyurulması sizin elinizde olmayan bir arzudur. Mümkünse tedavi olmayı istemek ya da kaçınılmazsa ölümü serinkanlılıkla kabul etmek daha iyidir. Bize bağlı olmayanı kabul etmek bize bağlıdır!

- Yani mümkün olduğu kadar azını umut edeceğiz...

- Sponville: Mümkün olduğu kadar çoğunu isteyebilmek için! Bilge, hiçbir umut taşımamasından belli olur: O artık salt irade, yani kabulleniş (kendine bağlı olmayan her şey için) ve eylemdir (kendine bağlı olan her şey için.) İşte bu nedenle özgürdür (canı ne çekerse yapar); işte bu nedenle mutludur (bütün dilekleri olur, çünkü sadece olan ya da kendi yaptığı şeyleri ister.) İstemeyi öğrenmek için umuttan kendini kurtarmaktır söz konusu olan. 

Seneca'nın Lucilius'a yazdığı mektupta geçen bir cümlenin anlamı da budur: "Umut etmeyi unuttuğunda, sana istemeyi öğreteceğim." Sana bağlı olmayanı arzulamayı unuttuğunda, ki bu seni köleliğe ve mutsuzluğa mahkûm eder, sana bağlı olanı arzulamayı öğreteceğim, bu seni özgürlüğe ve mutluluğa götürür. 

André Comte-Sponville, Mutluluğun En Güzel Tarihi

3 Ocak 2022 Pazartesi

PDR Lisans mezunları hangi alanlarda çalışabilir?

21. yüzyılın ilk çeyreğinde olduğumuz şu günlerde multidisipliner ve interdisipliner çalışma olanaklarını neredeyse baktığımız her yerde görüyoruz. Bu iç-içelik ve bir-aradalık birçok alanın aslında birbirinden bağımsız olmadığı gerçeğini sıklıkla karşımıza çıkarıyor. Ben bu durumu kendi adıma oldukça olumlu karşıladığımı söyleyebilirim. Burada belki henüz lise ve lisans öğrencisiyken bilin(e)meyen bazı önemli kriterler söz konusu olabilir. Bu yazıda biraz bu kriter / yetkinlik / yeterliliklerden bahsetmeye çalışacağım. Her yazı gibi eksikler olacaktır elbette, siz okurların katkılarıyla bu yazının zenginleşebilmesini umuyorum.

    Not: PDR kısaltması bizler için bir ağız alışkanlığıdır. Bilindiği üzere programın tam adı Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık, yani RPD. Bu kısaltma önemli değil, alan dışı (mühendislik, ekonomi vs) bir okur geldiyse diye şimdiden bilgilendirmek istedim.


(Görsel: Rose Wong)

PDR, psikoloji ve eğitim bilimlerinin uygulama alanlarından biridir. Bu yüzden rehberlik ve psikolojik danışmanlığın temas ettiği alanlarla hem teorik hem de uygulamalı dersler okutulur. 2018 yılında PDR müfredatlarının değişmesiyle birlikte ders sayıları artmıştır, bu dersler arasında kariyer danışmanlığı, manevi danışmanlık dersleriyle, PDR'nin okul uygulamaları, kurum deneyimleri, bireyle psikolojik danışmanlık uygulamaları derslerinin varlığı dikkat çekmektedir. 

"Danışmanlık" alanı ise oldukça geniştir. Emlak, otomotiv ve ekonomi sektörlerinde bolca danışmanlık çeşidi bulunmaktadır. Biz burada; rehberlik / bireyle psikolojik danışma / grupla psikolojik danışma / önleyici ve koruyucu ruh sağlığı danışması / kariyer danışması / aile danışması gibi uygulama alanlarının ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Bu yüzden PDR lisans eğitimlerinde bol miktarda bu danışma alanlarının teorik ve uygulamalı dersleri verilir. 

Üniversite ve bölüm tercihi yapılırken birçok öğrenci tercih ettikleri bölümün içeriğini tam bilemediğinden bazı PDR öğrencileri de zaman içinde bu programın kendileri için pek de uygun olmadığını fark edebilirler, normaldir. Bu durum neredeyse tüm lisans programlarında görülür. Eğer öğrencinin PDR'yi bırakıp başka bir lisans programına geçme ya da PDR okurken çift anadal yapma şansı yoksa bu öğrencilerin de kariyerleri için yönelebilecekleri başka alanları kendileri için oluşturmaya başlamaları yerinde ve isabetli olacaktır. Bu diğer alanlarda benim ilk aklıma gelenler: Eğitim ve Gelişim Uzmanlığı, İnsan Kaynakları, Halkla İlişkiler Yönetimi/Reklamcılık'tır. Tıpkı PDR ve Psikoloji disiplinlerinde uzmanlaşmak için nasıl ki bazı eğitimler gerekliyse, bu saydığım diğer alanlar için de gereklidir. 

Örnekleyelim:

1) Eğitim ve Gelişim Uzmanlığı: Kariyer sitelerinde sıklıkla gördüğümüz bu kariyer alanları birbirine benzer isimlerle ilana çıkabilmektedir. Bu tarz ilanlarda ilk aranan kriter genellikle "İşletme, İktisat, Endüstri Mühendisliği, Psikoloji, Sosyoloji, PDR" lisans mezunlarının başvurularına açık olduğudur. Peki bu tarz ilanlar adaylardan neler bekliyor?

Eğitim ve Gelişim Uzmanı ilanı diyelim ki spor sektöründeyse, başvuran adayların hayatlarının bir bölümünde profesyonel sporculuk yapmış olmasını bekleyebilir. Spor ve spor tüketim ürünlerinin pazarlanmasında son kullanıcı deneyimini önemseyebilir, bu yüzden başvuran adaylardan pazarlama (marketing) bilgisi/deneyimi bekleyebilir. Bu tarz işlerde genellikle bol bol seminer ve eğitim verileceği için adaylardan Türkçeyi güzel konuşması, iyi bir hitap becerisi, yaratıcı drama yapmış/eğitimini almış olması, iletişim ve sunum becerilerinin gelişmiş olması, projelerde aktif yer alması/proje yazması, seyahat engelinin olmaması gibi niteliklerin sıralandığını görebiliriz. Eğer sektör hava taşımacılığı ise buna benzer başka nitelikler sektörün beklentileriyle alâkalı olarak sıralanabilir. 

2) İnsan Kaynakları Uzmanı/Uzman yardımcısı: Sektörde oldukça yaygın bir şekilde İK ya da İngilizce kısaltmasıyla HR olarak bilinir. Bu alanda iş akdi/iş sözleşmesi, sosyal sigortalar bilgisi, işe alım yapma/işten çıkarma gibi mevzuat bilgileri önemlidir. Adaylarda olması gereken niteliklerde; sabırlı olmak, dikkatli olmak, karmaşık raporları okuyup analiz etmek, personel/bordro ve özlük işlemleri alanında deneyim sahibi olmak, iş kanunu, iş sağlığı ve güvenliği hakkında da mevzuata hakim olmak beklenebilir. 

3) Reklamcılık/Halkla İlişkiler: Sektörde oldukça yaygın bir şekilde İngilizce kısaltması PR olarak bilinir. PR ajansları genellikle metin yazarı, sosyal medya yöneticisi olarak ayrı ayrı ilanlara çıkarlar. Son dönemde Digital Marketing Manager ilanları var. Marketing/pazarlama özellikle de dijital alanda son yılların gözde mesleklerinden birisidir. Burada önemli kriterler: Google Analytics, Data Studio, Tag Manager, Google Ads, Facebook & Instagram & Linkedin & Twitter reklam yönetimi yapabilmek, Google Ads ve sosyal medya remarketing reklamlarında tecrübe sahibi olmaktır. 

Özetlemeye çalıştığım alanlar hemen hemen tüm mezunlara açık olmakla birlikte, belirli yetkinlik alanlarına vurgu yapmaktadır. Bu yetkinlik/yeterlilik alanlarını geliştirmediyseniz bu firmalara yapacağınız başvurulardan sonuç alamazsınız. Yani PDR öğrencisiyseniz ve programı bir şekilde bitirmeniz gerekiyorsa henüz mezun olmadan staj yaparak, kendiniz sektörü takip ederek, LinkedIn üzerinden ilgilendiğiniz markaların yöneticileriyle iletişime geçerek, seminerleri / konferansları / buluşmaları takip edip oralara katılarak aktif öğrenmeye devam edebilirsiniz.

- Peki, PDR/psikoloji alanında devam etmek isteyen lisans öğrencileri neler yapabilir?

Bunun için PDR veya Klinik Psikoloji alanlarında yüksek lisans yapmanıza gerek yok. (İllâ psikoterapist olmak istemiyorsanız.) Birçok kişi PDR ve psikoloji lisans programlarına büyüyünce psikoterapist olma hayalleriyle geliyor ancak karşılaştıkları durum yaklaşık şöyle bir şey oluyor: Öncelikle alanda inanılmaz bir klinik psikoloji kavgası var. Ben bu konudaki görüşlerimi PDR vs Psikoloji kavgasında asıl neden: Klinik Psikoloji başlıklı yazımda dile getirmeye çalışmıştım. PDR mezunları, klinik psikoloji yüksek lisans yapacak yeterliliğe sahiptir. Ancak iş bununla sınırlı değil, alanın en önemli sıkıntılarından biri, açılan PDR ve Klinik Psikoloji yüksek lisans programlarının çok az olmasıdır. Açılan az programın büyük bir kısmı ise vakıf üniversiteleri tarafından dudak uçuklatan program ücretleriyle devam ederken, devlet üniversitelerindeki ölü toprağının sürmesidir. (Klinik psikoloji programlarının hepsinin PDR mezunu kabulü aldığını söyleyemiyorum bu arada, çoğu okul PDR mezunlarını alan dışı saymaya devam ediyor ne yazık ki. Psikolojinin diğer disiplinlerinde de benzer bir durum görülebiliyor. Bu yüzden yüksek lisans kriterlerine tek tek bakmak gerekiyor.) Açılan devlet üniversitesi programlarında da inanılmaz bir başvuru sayısı göze çarpıyor. 2021 Güz döneminde Yıldız Teknik-PDR tezli yüksek lisansına 1154 kişi başvurdu!

Psikoterapist olup danışan görmek isteyenler için psikoterapi eğitimleri şart olmakla birlikte, kimlerin hangi eğitimleri verirken hangi yeterliliğe sahip oldukları kafa karıştırıcı bir diğer sorundur. Alanda okuyan / çalışan kişiler için bu psikoterapi eğitimleri seçilirken ne yazık ki hangisi kısa süreli ve ucuzsa oraya yönelim artmaktadır. (Bilişsel ve Davranışçı Terapiler eğitimini hem Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu'ndan hem de yüksek lisans kapsamında Prof. Dr. Mehmet Sungur'dan alan biri olarak diyebilirim ki, 2-4 günlük BDT eğitimi gördüğünüzde lütfen oradan uzaklaşın.)

Genel ve uygulamalı psikoloji yüksek lisans programlarının ise amaçlarını ben henüz anlayabilmiş değilim. Gelişim psikolojisi, sosyal psikoloji, adli psikoloji, endüstri ve örgüt psikolojisi, travma ve ruh sağlığı, bilişsel psikoloji, deneysel psikoloji, nöropsikoloji, nöropazarlama, bağımlılık danışmanlığı ve rehabilitasyon, ruhsal rehabilitasyon gibi spesifik alanlar bence daha elle tutulur ve somut ilerlemeler kaydedilmesini sağlıyor. 

PDR mezunları diğer bir taraftan da (birçok lisans mezunu gibi) aile danışmanlığı, eğitim yönetimi, eğitim teknolojileri, erken çocukluk eğitimi, okul öncesi eğitimi, çocuk gelişimi, sosyal hizmet, üstün zekâlılar, zihinsel engelliler, kadın çalışmaları, göç çalışmaları, oyun geliştirme teknolojileri, oyun tasarımı, sağlık yönetimi, halk sağlığı, insan kaynakları gibi birbirinden değerli alanlarda yüksek lisans yapma imkânına sahipler. (Peki bu konuda öncü olan tanıdığımız uzmanlar var mı? Açıkçası benim yok, ama yok diye de yeni bir yol açılamaz mı? Bu düşünülebilir.)

Bitirirken şunu eklemek zorunda hissediyorum kendimi: Bazıları felaket tellallığı yaparak PDR / psikoloji yazmayın, çok mezun var, alan öldü-bitti diyor. Bunu diyen kişilerden şunu beklerim ben: Madem öyle, okuduğunuz PDR veya psikoloji programlarından lütfen kayıt sildirin. Mezunsanız ve alanda çalışıyorsanız da lütfen başka bir sektöre geçin. Benim haddime mi bilmiyorum ama şunu söylemeliyim: Bizim alanımız asla ölmez. Zaten hiçbir alan ölmez, gerekiyorsa şekil değiştirir. Dünya tarihinde birçok meslek şekil değiştirmek durumunda kalmış, bu değişimlere ayak uydurabilenler ayakta kalmış, uyduramayanlar ise saf dışı kalmıştır. Bu yüzden hangi alana yönelirseniz yönelin yabancı dil bilgisi, programlama/yazılım bilgisi, istatistik raporlama bilgisi, güçlü iletişim becerileri, karmaşık problemlerin çözümü alanlarında bilgilerinizi güncelleyerek sürekli artırmak adına eğitim kovalayın bence. 

Ve elbette okuyun arkadaşlar. Okulunuzun kütüphanesi başta olmak üzere ulaşabildiğiniz tüm kütüphaneleri sömürün derim ben. 

Umarım sizleri araştırmaya, soru sormaya teşvik etmiştir bu yazı. Yorumlarınızla katkıda bulunabilir, yorumunuzun başkaları tarafından görünmesini istemiyorsanız tunabaharr@gmail.com üzerinden bana e-posta gönderebilirsiniz. 

Sevgiler,

Tuna

31 Aralık 2021 Cuma

2021 Biterken...

2021 yılının son günündeyiz sevgili blog okuru. Bu yıl boyunca herkes kadar ben de arıza yaptım, yolda kaldım, vaziyetler sıklıkla patladı. Bloga yazamadığım zamanlarda da çalıştım durdum, zira yapacak başka bir şey bilmiyorum. Ara ara paylaştığım yazı ve kitap alıntılarını takip ettiğiniz için teşekkür ederim.

Ben de kendi 2021'im için bir döküm yaptım. Neler yaşadım ana hatlarıyla; düşününce, bazı yerler fantastik geldi bu fani kulunuza. 

Ama önce, ilk defa bu yıl gördüğüm, efsanevi oyun yazarı ve yönetmen Ingmar Bergman'ın İsveç'teki çalışma odasının fotoğraflarını paylaşayım, zira bu odaya kalbimi bıraktım desem yeridir.



(Fotoğraflar: Anders Danielsen Lie)

2021'e eski çalıştığım okulda girdim, pandeminin etkileri ve okulun yaşadığı mali kriz beni Şubat ayında ayrılmaya zorladı. Yaklaşık 5 yıldır çalıştığım ve bir çeşit duygusal bağ kurduğum kurumdan radikal bir şekilde ayrılmak benim için de sürprizdi aslında. İstifamın ardından bir hafta sonra yeni kurumda çalışmaya başladım ve adresim Beşiktaş oldu. Beşiktaş'la birlikte Marmaray seferleri ve Üsküdar-Beşiktaş arası çalışan deniz motorları her gün işe gelip-giderken kullandığım taşıtlar oldu. 

Şubat ayında bir sürpriz de yüksek lisans kabulü almamdı. Aslında olurdu-olmazdı, yapardım-yapamazdım derken kendimi Klinik Psikoloji bilim sınavında buldum ve programa kabul aldım. Yeni bir meydan okuma böylece hayatıma girmiş oldu. Bu program daha çok çalışmak, artık alanımda bir uzman adayı olmam demekti. İnsan psikolojisine dair dünya kadar şey öğrendim, farkındayım ki bildiklerim bilmediklerimin belki yüzde biri. 

Şubat ayında yaşadığım bu iki büyük değişim hayatımı yeniden yapılandırmamı sağladı. Eskisine göre zamanı daha iyi kullanmam, işimi daha iyi yapmam, daha iyi kitap seçmem anlamına geliyordu benim için.

Film/dizi adına oldukça ölü bir yıl geçirdim. Neler izledim pek hatırlamıyorum bile. Hatırladığım iki film kalmış aklımda. Şiva Bebeği ve The Father. Dizi olarak travma sonrası stres bozukluğunu iyi anlattığını düşündüğüm dört bölümlük Apple Tree Yard var. 

Kitaplar adına yine oldukça mutlu olduğum bir seneydi. Daha iyi kitaplar okuduğumu düşünüyorum. Sürekli artan kitap fiyatları birçok okuru korkuttuğu gibi beni de korkutuyor. Yayıncılık sektörü çok ama çok ciddi bir krizin içinde şu an. Okuyup çok sevdiğim kitaplardan bazıları:

1) Lucia Berlin, Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı

2) Vigdis Hjort, Miras

3) Edouard Louis, Eddy'nin Sonu

4) Albert Sanchez Pinol, Soğuk Deri

5) Aleksandros Papadiamantis, Hadula

6) Jean Louis Fornuier, Tek Yalnız Ben Değilim

7) Fethiye Çetin, Anneannem

Yılın son günlerinde Faruk Duman okumaya başladım, Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur'dan sonra Sus Barbatus üçlemesine başladım, şu an ikinci kitaptayım. Çok beğendiğimi söylemeliyim. İlerleyen günlerde Annie Ernaux'nun Seneler'ini, Tara Westover'ın Talebe'sini okuyacağım. Kurgu dışı olarak da sırada; Beyin ve İç Dünya ile Sanatçının Kendine Yolculuğu var. 

Son olarak... bunu söylemeli miyim hiç bilmiyorum ama kendime motivasyon olsun diye yazmak belki daha sağlıklı olur. 2009'da Petunya'nın yazımını bitirdiğimden beri hiç kitap yazmadım. Ancak herkesten gizlediğim yeni romanımın ilk notlarını 2016'da almaya başlamıştım. Kasım 2021'den beri bu kitabı bitirmem gerektiği yönünde kendime baskı yapıyorum. 2022'de yüksek lisansla birlikte yeni romanı bitirebilmeyi gerçekten çok istiyorum. Tüm enerjimi bu ikisine vereceğim gibi duruyor. 

Ruh ve beden sağlığımızı koruduğumuz, huzurlu ve mutlu olduğumuz, sevdiğimiz işleri yaptığımız ya da yaptığımız işleri sevdiğimiz bir yıl dilerim hepimize. Görüşmek üzere...

- Tuna 

29 Aralık 2021 Çarşamba

Roman Kahramanları Aramızda

Geçenlerde haber sitelerinde denk gelip şahsen çok sevindiğim, sonra da "MEB'in amacı ortalama TC vatandaşı yetiştirmektir," ifadesiyle af buyrun "dumur" olduğum bir haber gördüm: Sakarya Cemil Meriç Sosyal Bilimler Lisesi'nde 21 Aralık Dünya Roman Kahramanları Günü'nde o roman kahramanlarına bürünmüş öğrenciler. Ne güzel, değil mi?


Şikayet edilmesi sayesinde (!) tüm ülke bu güzel etkinliği duymuş oldu. Yoksa okulun internet sayfasına girince benzer etkinliklerin 2018 ve 2019 yıllarında da yapıldığını görüyoruz, link.

Öğrencilerin büründükleri kahramanlar, muhtemelen kendilerinin okuyup-bütünleştikleri roman kahramanlarından oluşuyor. Şayet lise yıllarımda böyle bir etkinliğe ben denk gelseydim muhtemelen Dorian Gray ya da Nikolay İrtinyev olmak isterdim, kendileriyle bütünleştiğimi duyumsardım.

20 Aralık 2021'de gerçekleştirilen bu etkinliği Sakarya İl Millî Eğitim Müdürlüğü twitter hesabından duyurmuş. Bu posttan il millî eğitim müdürünün etkinliğe bizzat katıldığını öğreniyoruz. Ancak bir de işin şikayet boyutu var. Bu şikayetle ilgili bakındım ama bir şey bulamadım. Ortalama TC vatandaşı cümlesi kimden çıkmış, kim ya da kimler şikayet etmiş?

Bu şikayette bir korku olabilir mi, diye düşünmedim değil. Çocuklarımız "gâvur" icadı romanları okuyarak, onların dilini-dinini-yaşayışlarını benimserler mi? Türk-müslüman-sünni üçlemesinden saparlar mı? Bu sapma ihtimali onları sapkınlığa iter mi? Çocuklarımızın beyni yıkanır mı? Soruları ve yersiz korkuları artırmak mümkün ancak burada kesiyorum, zira neyi kastettiğimi anladınız.

Tahminim şudur; muhtemelen hayatında hiç kitap okumamış, bir yazarı takip etmemiş, kendi damak tadına uygun edebi lezzetler keşfetmemiş, hayatında bir kez tiyatroya gitmemiş insan/insan topluluğu tarafından bu şikayet gerçekleşti. Yoksa şikayetin bir mantığı da kalmaz. Ancak kendilerine göre oldukça mantıklı nedenleri vardır. 

Roman kahramanları günü aynı zamanda rol canlandırmayı da kapsıyor. Öğrenciler, büründükleri roman kahramanının yer aldığı kitaptan unutulmaz sahneleri canlandırmışlar, replikleri okumuşlar, bir nevi rol yapmışlar. Seyirci kitlesi önünde bu tür beceriler aynı zamanda kişinin topluluk önünde konuşabilme, bir başkasının duygusunu anlayabilme, duyguyu aktarabilme becerilerini de geliştiriyor. 

Ne mutlu bana ki, ilk sahneye çıkıp rol yapmam 1996'da 10 yaşımdayken gerçekleşti. Ondan sonra iki piyeste daha başrolde oynadım, ondan da sonra eğitimci olunca seminerler için sahnelere çıktım. Sahne heyecanım hep oldu, ama korkum hiç olmadı. 

Diğer taraftan roman kahramanları zaten hep aramızda değil mi? Sanat eserleri hayatın bir taklidi değilse de nedir? Hayatın yeniden ifade edilme biçimi, kişiye-zamana-duruma göre ele alınan konular bizim burnumuzun ucunda, hayatımızın tam içinde yer almıyor mu? Bu şikayeti yapan kişi/kişiler de birer roman kahramanı değil mi zaten? Okuduğumuz romanlardaki bağnaz karakterler tek tek aklımıza gelmiyor mu? Bu şikayetin kendi içinde barındırdığı ironiyi (bir yere kadar) hoş karşılamamak benim açımdan mümkün değil. 

Sakarya Cemil Meriç Sosyal Bilimler Lisesi'nin öğrenci ve öğretmenlerini kutluyorum 🌺 Umarım bu etkinliği geleneksel hale getirirler.