14 Ekim 2023 Cumartesi

Viviane Elisabeth Fauville


Uzun bir çeyrek saat sonra doktor sizi kabul ediyor, dudaklarının kenarında tatmin dolu hafif bir tebessümü açık ederek. Hatta içeri girebilmeniz için geri çekilirken hafifçe reverans yapar gibi oldu.

Yapmacık bir babacanlıkla, pekâlâ diye söze başlıyor. Adeta size güzel bir hikâye anlatacakmış havasında. Oysa bu bir tuzak, hastanın yutacağı besbelli, bilinen bir numara. Uzun zamandır farkındasınız bu tuzağın, yine de doktorun karanlık gücüne karşı koymayı başaracak takatiniz yok.

Bu sabah oldu diye söze giriyorsunuz. Hamileyken ortadan kalkmıştı, geri geldi. Kendimi evde, kocamın evinde, yani işte eskiden oturduğum dairede yerde buluverdim. Bir şeyler yapmak gerek, dayanacak gücüm kalmadı, kızımla ilgilenmek zorundayım. 

Doktor, evet, diyor.

Ne eveti? diye tekrarlıyorsunuz. Size bir şeyler yapılması gerektiğini söylüyorum, ne eveti, ne hayırı? Yine cemaziyüevvelime dönmeye gelmedim, tükendim, yardıma şimdi ihtiyacım var.

Ama sizin de çok iyi bildiğiniz gibi Madam Fauville, özür dilerim, Hermant, evet bildiğiniz üzere, araz arazdan ibarettir. Kaynağına inmek gerekir, değil mi Madam Hermant?

Değerli beyefendi, sevgili doktor, şu kaynağın zerre kadar umurumda olmadığını size bir söyleyeyim. Üç yıldır aynı hikâyeyle beni oyalayıp duruyorsunuz, üç yılda değişen hiçbir şey olmadı. Benim için elinizden bir şey gelmiyorsa, söyleyin, başkasına gideyim.

Evet?

Doktor bey, beni dinlemiyorsunuz. Oyun bitti artık, çanak çömlek patladı. Ya başka bir yöntem uygulayın ya da artık buraya gelmeme gerek yok.

A, şantaj demek.

• Julia Deck, Viviane Elisabeth Fauville

9 Ekim 2023 Pazartesi

Herkes Gibi


Bazen paniklerim, herkes gibi. Her şey dağılıyormuş gelir, parça parça. Tutamam o dağılan parçaları, zaten tutmaya çalıştıkça başarısız olur daha da paniklerim.

Kalp atışlarım hızlanır, herkes gibi. Kulaklarımda patlayan kalp atışları korkutur, sesleri duyamaz olurum. Bir uğultu haline gelmeye başlar seslerine aşina olduğum dünya.

Ter dökerim, herkes gibi. Sıcak basar ve o dökülen terleri soğuk diye algılarım. Islanıyorumdur, hasta olacağım diye endişelenirim, ama derim, içimden, şu belayı bir atlatayım, hastalığa çözüm bulurum.

Sonra dururum biraz öyle, herkes gibi. Biraz durunca geçecek sanırım, aslında zihnimin bana bir oyunudur bu yaşadığım, ortalıkta tekinsizce gezen gerçek bir tehdit yoktur, terapistim böyle demiştir. Evet terapistim, onun söylediklerini anımsamaya çalışırım, herkes gibi. Bir yere tutunup oturur, gözlerimi kapatıp seans odasına dönerim, onun cümlelerini duymaya çalışırım. Bırak, der, serbest bırak korkunu-kaygını, duyguların en tepeye ulaşsın, kal orada! Kalıyorum. Bekliyorum, saniyeler saatler boyunca geçmiyormuş etkisi yaratır. Bu zamanı kim durdurdu? Kavga etme bununla, odaklan. Neye odaklanayım? Hah buldum, nefesime. Neydi o teknik? Burundan al, bekle, bekle, bekle, ve ağızdan yavaşça ver. Şimdi bir daha, burundan al, bekle, ağızdan ver. İşe yarıyor sanki, hadi bir daha.

Dünyanın aşina olduğum sesleri geri geliyor, gözlerimi açsam mı, biraz daha beklesem mi? Rahatlıyorum, biraz daha durayım böyle.

O sesler ne? İnsanlar konuşuyor, iyi mi, diyorlar, kalabalık yapmayın, açılın biraz, diyorlar. Gözlerimi açıyorum hafiften, başımda bir kalabalık, şaşkın ve meraklı gözlerle bana bakıyorlar. Su vermeye çalışıyorlar. Ölmemişim. Kafayı kırıp aklımı oynatmamışım. Dışarıdan nasıl görünüyorum acaba? Rezil olmuş muyumdur? Gülmüşler midir bana?

Sonra ayağa kalkarım, iyiyim derim, teşekkürler derim. Ve düşünürüm; neydi beni panikleten o şey? Yine bulamam ne olduğunu, bu sefer de elimden kaçırmışımdır, herkes gibi.

Ekim’23, İstanbul

Görsel: Jenny Brough

28 Eylül 2023 Perşembe

Fotoğrafların Anlattığı

İnsanın kendi çocukluk fotoğraflarıyla çalışmasının zorlukları vardır. Kimi danışanlar, yönergeyi anlamamış gibi dergilerden bebek resmi kesip getirir çünkü onlar için gerçek imgeyle yüzleşmek imkansızdır. İdeal fotoğrafla aile fotoğrafı arasındaki zıtlık uyuşmazlık yaratır ve bazen insanın canını acıtır. Çocukluk fotoğraflarına bakmak çoğu zaman insanın kardeşleriyle kıyaslanmaya maruz kalması anlamına da gelir, hangisinin kaç adet fotoğrafı var, diyelim kendisinin daha az fotoğrafı varsa ya da çok fazla öne çıkarılmamışsa daha az seviliyor olduğu sanısına kapılabilir. 


Mesela Marie'nin getirdiği fotoğrafta ablası bir sandalyede oturuyordu ama kendisi onun yanında ayakta durmak zorunda kalmıştı. Coralie, objektifin annesine dönük olduğunu, iki erkek kardeşinin onun etrafında olduğunu, kendisinin de yanlışlıkla fotoğrafta çıkmış gibi daha kenarda bir yerde durduğunu fark etmişti. Ya da tersine, Romain anne ve babasının tüm etkinliklerde hem kardeşinin hem de kendisinin fotoğraflarını çekmiş olduğunu görünce mutlu olmuştu. 

Kişi bedenen ya da psikolojik olarak suistimale maruz kalmışsa, gücünü istismar eden aile sistemini göstermesi, fotoğrafta bulunan her bir kişinin yüzünde, bedeninde ve tavrında o gücün izlerini bulması ve kendisini iyi niyetle dinleyen ve bakan dışarıdan birinin hissettiklerini onayladığını görmesi önemlidir. Böylece fotoğraf, kişinin manipülasyonla, çelişkili ve kapalı söylemlerle işleyen bir sistemin kendisine çocukken aşıladığı, algılarına dair duyduğu şüpheden sıyrılmasını sağlar. 

Mesela bir anne, çığlıklar komşunun evinden duyulmasın diye pencereleri kapattıktan sonra, çocuğunun başucuna gidip "Gören de işkence görüyorsun sanır" demişti. Bir diğer anne, babası, yatakta yatan çıplak kız çocuğunu kırbaçla cezalandırırken, "Senin iyiliğin için" demişti tekrar tekrar. İşte korkudan gözleri fal taşı gibi açılmış, üzgün ve asık suratlı, cılız veya bulimik, çevrelerine iyi görünmeleri gerekse de kamera karşısında huzursuz duran o çocuk fotoğraflarında, en saygın evlerde sessizce halledilen, dış dünyadan da neredeyse görünmez olan işkence ritüelleri ortaya çıkar. Fotoğraf burada anne babanın inkarından kurtulmak için bir kanıt, bir dayanak olur. İmge aynası sayesinde kelimeler akar, maruz kalınan tacizin emareleri dışsallaştırılır ve farkına varılır, acı ıslah edilir, yetişkinin içindeki çocuk duyulur. 

• Christine Ulivucci, Fotoğrafların Anlattığı

22 Eylül 2023 Cuma

Çiftlerde Tükenmişlik

Çift terapisinde psikanalitik nesne ilişkileri yaklaşımının temel unsurları, James L. Framo tarafından aşağıdaki şekilde özetlenmiştir (1990):

1. İnsanların doyurucu bir nesne ilişkisine duyduğu ihtiyaç, yaşamın en temel güdülerinden biridir.

2. Ebeveynlerini bırakma ya da değiştirme şansı olmayan bebekler, onlarla olan ilişkilerinin en kötü yanlarını içselleştirirler. Bu içselleştirmeler, daha sonra ebeveynlerin psikolojik temsilleri olarak kalıcılaşır. 

3. Psişik çatışmalar, doğduğumuz ailede yaşananlardan doğar. Birey, bu çatışmaları çözmeye çabalarken, içinde bulunduğu ilişkiyi doğduğu ailedekine benzer kalıplarla şekillendirir.

4. Eş, büyük ölçüde kişinin ihtiyaçları çerçevesinde görünenler kapsamında algılanır; mesela eş, kişinin kendinde inkâr ettiği veya kendinden ayırdığı kişilik özelliklerini taşıyor olabilir. Eşler birbirlerini ilk kurdukları nesne ilişkisinden yitirdikleri özellikleri tamamlamak için seçer; bu özellikleri yansıtmalı özdeşim yoluyla birbirlerinde yeniden yaşatırlar. Evlilikte yaşanan uyumsuzlukların en temel nedenlerinden biri de, eşlerin kendilerinde kaybettikleri özellikleri karşı tarafa yansıtıp sonra da bu özelliklerle eşleri üzerinden çatışmalarıdır.


Gördüğümüz gibi, çiftlerin yaşadıkları sorunların psikanalitik açıklaması doğrusal bir yaklaşımdır. Çocukluk travmaları, mevcut sorunlarla ifade edilir. (Kötü muamele görülen bir ilişkiyi sürdürmek veya sevdiğiniz birini sizi terk etmeye zorlamak gibi) mantık dışı davranışlar, hastalıklı içe yansıtmalar ve bilinçsiz* dürtüler aracılığıyla açıklanır. Eşler kişinin kendinde inkâr edip kendinden ayırdığı yönleri birbirlerine yansıtan aynalar olarak görülür (kendisini sevgiyi hak etmeyen biri olarak gören kadın sevgi göstermeyi bilmeyen adamı seçer, böylelikle kadın duygularının suçunu adama atabilir). 

Eşlerin bilinçsizce ihtiyaç duyduğu yönler ayrılmış ve bastırılmış hastalıklı içselleştirmeler olduğundan, bu eşler birbirlerini tamamlarlar: Mağdurla tacizci, peşinden koşanla kaçan, sadistle mazoşist bir araya gelir. Yansıtma ve içselleştirmeler, her iki eşte de, eşlerin birbirlerine ayrılmış  ve bilinçsiz yönlerini yansıttıkları ve eşten ziyade bu yansıtmalara bilinçsizce tepki verdikleri karşılıklı bir süreç meydana getirir. Eşlerin arasında böyle bir ayrım olmadığı zaman ise, her iki eş de diğerinin yansıttığı şeyi yansıtmalı özdeşim aracılığıyla içselleştirir. İç çatışmalar, eşlerin birbirleri arasındaki çatışmalara dönüşür. Bir diğer deyişle, çift çatışmaları, her iki eşin de taşıdığı aynı iç çatışmanın yeniden sahnelendiği bir alana dönüşür; burada her bir eş de içsel çatışmanın bir yönünü sergiler.

*Sanırım metinde "bilinçsiz" olarak çevrilen kavramı "bilinçdışı" olarak düşünmek daha uygun olacaktır.

• A.M. Pines, Çiftlerde Tükenmişlik

Görsel: Pexels.

18 Ağustos 2023 Cuma

İhtimam Göstermek

Hayvanlar ve insanlar başlangıçta aynı aşamalardan geçerler. Yeni doğmuş bir yavru, ihtimam gösterilmezse hayatta kalabilir mi? Korunması, etrafının çevrilmesi, konuşulması, düşünülmesi, hayal edilmesi gerekmez mi dünyaya gerçekten gelebilmesi için? Mutlak bir yumuşaklık yokluğunda ne olurdu? Küçük bir memelinin annesinden gördüğü bakım, bütünlüğü tehlikede olanın ve gelişimini henüz tamamlamamış olanın sarmalanmasının başka bir ifadesidir. İlk bağlanma üzerine yapılan çalışmalar, bebek vücuduna -aynısı hayvanlar için de geçerlidir- uygulanan her türlü şiddetin (ve bütün kırıcılıkların) hafızada tutulduğunu göstermektedir. Herhangi bir ciddi saldırı, şimdi veya daha sonra, hayatta kalabilme kabiliyetini tehlikeye atacaktır.


Amerikalı filozoflar bu düşünceye "care" demişlerdir; çünkü bu kavram onlara varlıklarının kırılganlıkları hakkında çığır açıcı bir şekilde konuşabilme imkânı sağlamıştır. İnsanlığın başlangıcından bugüne bakım ve ihtimam yumuşaklıkla ilişkilidir: Hastalığı tedavi etmek, yarayı kapatmak veya acıyı dindirmek. Buradaki ihtimam verili olanın ötesindeki; tıbbi bir eylemi veya ağrı kesici maddeyi aşan iyi niyeti dile getirir. Prematüre bebekler üzerine çalışanlar bunu bilir; çünkü hem öylesine kırılgan olup hem de benzersiz bir direnç gösteren bu bebeklerin esrarengiz bir biçimde hayatta kalabilmeleri, belki de onlardan hiç esirgenmeyen şefkatli sözlere, hareketlere bağlıdır. 

Yumuşaklık iyileştirmeye yeter mi? Yumuşaklığın üzerine giyebileceği bir gücü veya bilgisi yoktur. Başkasının kırılganlığını kucaklamak, öznelerin kendi kırılganlıklarından kaçamayacaklarının farkına varmaları anlamına gelir. Bu kabul bir kuvvettir, yumuşaklığı, basit bir özenden daha yüksek bir birlikte hissetme mertebesine çıkarır. Duygusunu paylaşmak, "birlikte acı çekmek", ona tamamıyla teslim olmadan onun ne hissettiğini hissedebilmektir. Kendini başkalarına, başkalarının kederine ve acısına açabilmek ve acıyı başka bir yere taşıyarak içinde tutabilme gücüdür.

Fakat, onu harekete geçiren yoğunluk ne olursa olsun yumuşaklık bir ilişki ilkesinden ibaret değildir. Başkalarındaki en müstesna şeye alan açmaktır. Yumuşaklığın dikkati, Patocka'nın "ruhun bakımı" olarak adlandırdığı anlamda, insan varlıkları olarak etrafımızdaki dünyaya, bu dünyayı meydana getiren varlıklara ve hatta ona yönelttiğimiz düşüncelere karşı sorumluluklarımıza işaret ediyorsa, o halde yumuşaklık hayvanlar, mineraller, bitkiler ve yıldızlarla olan yakın bağımızın bir parçasıdır. 

- Anne Dufourmantelle, Yumuşaklığın Gücü