10 Mart 2023 Cuma

Yeni Bir Hayat Kurmak

Soldaki Sıfır: İşsiz Aile Reisi

Koca olarak beklenti daha farklı. Kardeşinden beklediğini beklemiyorsun, babandan beklediğini beklemiyorsun, ne bileyim herhangi bir erkek arkadaşından beklediğini beklemiyorsun. Bak babana kızıyorsun, ne bileyim ya konuşmasan oluyor; kardeşine kızıyorsun, konuşmasan oluyor; çocuğuna kızıyorsun, ona bile konuşmasan oluyor... Kocaya kızıyorsun, kardeşim en ağır lafı söylüyorsun, ondan sonra yataktan "Ekmek al da gel akşama," bunu diyebiliyorsun. Böyle bir ilişki karı koca ilişkisi. (Deniz)


Bazı anlatıları dinlerken erkek ve kadını temsil eden ve yan yana duran iki sıfır hayal etmiştim. Sonra birden aralarına bir rakam düşüveriyordu. Bu rakam, çalışan konumda olmaya işaret ediyor ve erkeği temsil eden soldaki sıfırı öncül sıfıra dönüştürürken kadını temsil eden sağdaki sıfıra değer katıyordu. Böylece tüm ikiliklerin solunda yer alan eril, işsiz bir aile reisi olarak dezavantajlı bir pozisyona düşüyordu.

Endüstriyelleşmenin kadınlar ve erkek açısından tarihi akışları farklıdır. Endüstriyel ekonomi, tek güç kaynağı olan toprağın yerini aldığında erkekler de çalışarak kazandıkları ücretlerini güçlerinin dayanağı olarak görmeye başlarlar (Hochschild, 1990). Sancar (2013), erkeklikler üzerine yaptığı araştırmada endüstriyel kapitalist üretimin erkek işçinin kas gücüyle ağır sanayide yoğunlaştığını, kadın işçilerin ise daha düşük ücretli ve sosyal güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kaldığını belirtmektedir. Bu sektörel ayrım, kadının ücretsiz ev içi hizmet sağladığı, erkeğin aile reisi olarak evini geçindirmekle yükümlü olduğu yeni aile modeliyle başa baş gelişir. Kas gücünden başka satacak hiçbir şeyi olmayan erkekler için otorite sahibi olacakları bir ailenin geçimini sağlamak toplumda saygın bir statü elde etmenin, diğer bir ifadeyle erkeklik inşa etmenin en makbul yolu haline gelir. 

Kadınlık atfedilen, erkeklik ise daima kazanılan, elde edilen bir konumdur (Kandiyoti, 1987). Değer biçen ve yargılayan gözler eril olduğundan erkekliğin diğer erkeklerin gözünde ispatlanması gereklidir. Bu nedenle erkeklik yalnızca homososyal ortamlarda, kamusal alanda, spesifik olarak iş yerinde elde edilir (Kimmel, 2002). İşte tam da bu nedenle kapitalist üretim ilişkileri içerisindeki erkekler sınıfsal sömürü ilişkilerine aldırış etmeksizin her koşulda emeklerini satmaya razıdırlar çünkü aile reisi olma ayrıcalığı yalnızca çalışarak kazanılır. Kısacası erkeklerin deneyimlediği sınıf bilinçsizliği erkekliğin bir gereği olarak yaşanır veya yorumlanır (Sancar, 2013).

3 Mart 2023 Cuma

Delilik nedir? "Psikoz"

Öznenin haksızlığa uğradığını hissettiği gerçek bir olayın, çoğu zaman bir kazanın yahut miras mevzusunun peşinden hukuki bir dava, bir adalet arayışı geldiğinde, paranoya daha görünür bir hal alabilir. Otoritelere ve gazetelere mektuplar yazılır. Günümüz toplumunda kendimizi mağdur olarak görmeye teşvik ediliyoruz; insan faaliyetlerinin neredeyse tümü için haklarında şikâyette bulunabiliyor olmamız yasallık ölçütünü oluşturuyor. Dolayısıyla toplumsal kuvvetler, vatandaşlar için şikâyetin son çare değil, tüm alışverişleri tanımlayan temel bir özellik olduğu bir manzara yaratmaktadır. Hatta günümüzde çocuklar, ebeveynleri hakkında resmî şikâyette bulunup, dava açabiliyorlar. Yani modern öznellik ile paranoya arasında, normallik ile delilik arasında bir ahenk mevcut. 

Eski psikiyatride paranoyayı tanımladığı düşünülen özellikler -masumiyet ve adaletsizlik hissi- günümüz modern bireyinin özellikleri haline gelmiş durumdadır. İnsanların kimi zaman çeşitli kurumlardan zulüm ve yanlış muamele gördüğü yadsınamaz elbette. Fakat önemli olan bunun nasıl yorumladığı, nasıl işlendiği, nasıl anlamlandırıldığıdır. Güçlü bir doğruluk-yanlışlık hissi çoğu zaman altta yatan bir psikozun emaresidir. Dış dünyaya atfedilen kabahat ne kadar sıkı ve sabitse, paranoya teşhisi de o kadar muhtemeldir. Zaman zaman uğradıkları tüm haksızlıkları en ince ayrıntısına kadar tarif eden paranoyaklarla karşılaştığımız olur: Arkadaşlarının ona sırt çevirmesi, iş yerinde maruz kaldığı bir mağduriyet, başına gelen korkunç bir kaza veya felaket. Verilen örneklerin hiçbirinde şüpheye mahal olmamasına rağmen, bu şikâyet sağanağı paranoyanın alameti farikası olan katılığı açığa vurmaktadır. Tek tek örnekler sahiden talihsizlik gibidir, diğer insanlar sahiden hatalı gibidir... ama yine de, şikâyetçinin günahsız oluşunun ta kendisi, tanıya uyanmamızı sağlamalıdır. 

Bazı paranoyaklar uysal ve sakin görünürken, bazıları kıpır kıpırdır ve çoğu kez önemli toplumsal değişimlerin failleri olurlar. Nevrotik insanlar fazla mücadeleci değildir, daha ziyade hayatlarını başka birilerinin yoluna koyacağı hayaliyle yaşar, risk almaktan kaçınırlar. Oysa paranoyaklar inandıkları dava uğruna tüm enerjisini seferber eder; toplumumuzda meydana gelen dönüşümlerin en iyilerini ve en kötülerini onlara borçluyuzdur. 

Belli bir hakikati aktarmayı, belli bir yanlışı veya kötülüğü açığa çıkarmayı görev edindikleri için, gayet hayırlı işlerde bulunabilirler; hem daha önce belirttiğimiz gibi, paranoyak bir hezeyan hakikate birebir denk düşebilir. Macar doktor Ignaz Semmelweiss, doğum esnasındaki kötü hijyen koşullarının bebek ölümlerine yol açtığını gözlemleyerek milyonların hayatını kurtarmıştı; gelgelelim, düşüncesinin doğruluğuna duyduğu hezeyanlı inanç, akıl hastanesine kapatılmasına yol açmıştır.

Klinisyenlerin sık sık yanlış anladığı bir şeydir bu; şayet hastanın başına korkunç bir olay gelmişse, hezeyan ihtimali olmadığı sanılır. Oysa gerçek bir olay ile hezeyan arasında herhangi bir uyuşmazlık yoktur. Çocukken suistimal edilmiş birisi de suistimal edildiği hezeyanına kapılabilir: İşin püf noktası, o kişinin belli bir olay etrafında nasıl anlam oluşturduğu, bu olaya hayatında nasıl bir yer atfettiğidir. 

- Darian Leader, Delilik Nedir?

26 Şubat 2023 Pazar

Küçük bir çocuk

"Başkalarına nasıl göründüğümü bilemeyeceğim, ama ben kendimi henüz keşfedilmemiş gerçekliklerle dolu uçsuz bucaksız okyanusun kıyısında oyun oynayan, kaygan bir çakıltaşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda mutlu olan küçük bir çocuk gibi gördüm hep."

- Isaac Newton

23 Şubat 2023 Perşembe

Wittgenstein'ın Yeğeni

Paul nasıl yıllar yılı kendi deliliği içinde az çok ölümüne koşmuş durmuşsa, ben de kendi deliliğim içinde ölümüme koşmuş durmuştum. Paul'un yolu nasıl dönüp dolaşıp bir akıl hastaları kliniğinde sona ermek zorunda kaldıysa, yarıda kesilmesi gerektiyse, benimki de dönüp dolaşıp bir akciğer hastaları kliniğinde sona ermek zorunda kaldı, yarıda kesilmesi gerekti. Nasıl Paul daima kendine ve çevresine karşı kendi bildiğini okumayı en uç noktasına vardırmış ve bu yüzden akıl hastaları kliniğine sokulması gerekmişse, ben de hep kendime ve çevreme karşı kendi bildiğimi okumayı sonuna kadar sürdürdüğüm için akciğer hastaları kliniğine sokulmuştum. Paul tahmin edilebileceği gibi nasıl giderek kısalan aralarla, kendini ve dünyayı artık kaldıramaz olduysa, ben de giderek kısalan aralarla kendi kendimi kaldıramaz oldum ve tıpkı Paul için akıl hastaları kliniğinde yeniden kendine geldi denebilirse ben de akciğer hastalıkları kliniğinde kendime geldim. 


Nasıl Paul'u hep sonuç olarak deli doktorları mahvettiler de sonra gene kendi gayretleriyle ayağa kalkmasını sağladılarsa, beni de akciğer uzmanları mahvetti ve kendi gayretlerimle ayağa kalkmamı sağladılar sonra da, yani sonuç olarak açıkça söylemek gerekir ki onun üzerine akıl hastaneleri damgasını vurduysa, ben de akciğer kliniklerinin damgasını taşıdığımı düşünüyorum, hayatının uzun dönemleri boyunca onu nasıl deliler eğittiyse, sonuç olarak nasıl delilerin içinde gelişip serpildiyse, ben de akciğer hastalarının yanında gelişip serpildim, akciğer hastalarının yanında gelişip serpilmek de delilerin yanında yanında gelişip serpilmekten pek farklı değil. Ona hayatı ve insan varoluşunu son hesaplaşmada deliler öğrettilerse bana da akciğer hastaları aynı şeyleri aynı şaşmazlıkla öğrettiler, ve nasıl Paul'un günün birinde denetimini kaybedip delirdiği söylenebilirse benim de günün birinde denetimimi kaybedip akciğer hastası olduğum söylenebilir. Nasıl ben günün birinde her şeye karşı durmuşsam Paul da birden her şeye karşı durduğu ve tabii karşı durdukları tarafından altedildiği için delirdi, yalnız fark şurada ki ben bu yüzden akciğer hastası oldum, o ise delirdi. Ama Paul'un benim kendi deliliğimden fazla bir deliliği de yok, çünkü ben de en az Paul kadar deliyim, en azından herkesin Paul'un olduğunu iddia ettikleri kadar deli, yalnız ben üstüne üstlük bir de akciğer hastası oldum. Paul'la aramızdaki tek fark Paul'un kendi deliliğinin onu tamamıyla avucuna almasına izin vermesi, benimse en az onunki kadar büyük olan deliliğimin beni avucuna almasına hiçbir zaman izin vermememdir, deyim yerindeyse kendi deliliğinin içerisinde eridi gitti o; ben kendi deliliğimi hayat boyu sömürmüş, gemlemişken Paul kendi deliliğini hiçbir zaman gemleyemedi ve belki de bu yüzden benim kendi deliliğim Paul'unkinden çok daha deli bir delilik oldu. Paul'un sadece deliliği vardı, o bu delilikle varoldu, benimse deliliğimin yanı sıra bir de akciğer hastalığım vardı ve ben ikisini de, akciğer hastalığını olduğu gibi deliliği de sömürdüm; bir gün baktım bunları, varoluşumun kaynağı haline getirmişim, göz açıp kapayıncaya kadar, bir hayat boyu. Paul nasıl yıllar yılı deliyi yaşadıysa, ben de yıllarca akciğer hastasını yaşadım, Paul nasıl yıllar yılı deliyi oynadıysa, ben de yıllar yılı akciğer hastasını oynadım, o nasıl deli rolünü kendi amaçları için sömürdüyse, ben de akciğer hastası rolünü sömürdüm. 

Wittgenstein'ın Yeğeni, Thomas Bernhard

19 Şubat 2023 Pazar

Afacan Bir Psikanalistin Düşünceleri

“Divanı hâlâ kullanıyor musunuz yahu?”

“Birlikte çalışmaya ne dersin? Sen hastalara sorunlarının nereden kaynaklandığını açıklarsın, ben de danışmanlık hizmeti veririm.”

“Doktor Bey, benim bugünden söz etmem gerek, yoksa siz yalnızca geçmişle mi ilgileniyorsunuz?”


Her geçen gün işte ve arkadaşlarımla olduğumda fark ediyorum ki, psikanaliz günümüzde biraz eski moda zihinsel bir hobi gibi, geçmişe özlem duyanların yaşamları hiçbir şey olmamışcasına akıp giderken kendilerini şımartmak (ya da içlerini dökmek) için yıllarca sürdürdükleri bir şıklık gibi görülüyor.

Büyük bir tutkuyla sevdiğim, uğruna yıllarca çalıştığım, emek ve para harcadığım bu disiplin üzerinde artık baskı oluşturan bu ağır önyargılar, bir yanıyla moda yaklaşımlara ayak uydurma kaygısıyla bir yana bırakılmış klasik kurumlara yönelik tahammülsüzlükten kaynaklanıyor elbette, ama psikanaliz dünyasının da sütten çıkmış ak kaşık olduğu söylenemez.

Özellikle burjuva sınıfından son derece namuslu kadınların cinsel dürtülerini dile getirmeleri nedeniyle kültürel bir skandal olarak doğan disiplinimiz, diktatörlüğe dönüşen pek çok devrim gibi, zaman içinde yenilikçi gücünü sürdürmekte zorlandı. Pek çok analist psikanalizin evrilmesine fırsat tanımaktansa, ruhunu kaybedeceğinden korkarak sıkı bir kalıba hapsolmasını göze almayı yeğledi. Bunun sonucunda da zavallı hastası içindeki fırtınaları gözyaşlarına dökerken koltuğunda çıt çıkarmadan oturan, hatta uyuklayan analisti –ama haklı ama haksız yere– alaya alan karikatürler çıktı ortaya.

İçerik ve üslupla ilgili ağır ilerleyen bu kültürel devrimin, meslek camiasının dışında yeterince yayılmamış olması beni müthiş üzüyor. Bunun nedeni, Freud gibi her şeye karışan bir babanın gölgesinden kurtulmanın çocukları açısından zorluğu veya analistlerin medyada yer alarak ya da daha geniş kitlelere hitap edecek nitelikte yazılar yazarak kavramlarını gereğinden fazla yalınlaştırmaktan korkmaları olabilir. Sonuçta pek çoklarının gözünde psikanalizin üstü toz tutmuş bir saçmalık olduğu bir gerçek.

Peki kendi içlerine gitmek isteyen ve bu yolda çok da korkmadan ilerlemelerini sağlayacak birini bulmayı umut eden meraklı insanlar ne olacak? Ya da şu aralar pek geçerli olan bilişsel-davranışçı uygulayımlara başvurmak zorunda kalmadan düşleri dinlemek ve karşısındakini kucaklamak isteyen bugünün ve yarının genç analistleri?

Eğitim ve analiz masraflarını karşılayabilmek için geceleri barlarda çalışan, garsonluk yapan ve haftada ancak birkaç saat terapist gömleğini giyen sağlık ya da üniversite çalışanlarını düşünüyorum. Meslekten olmayanların anlamakta zorlanacağı bir tutkuyla yanıp tutuşan, terapiye başlayıp sonra bir anda gelmeyi bırakan hastalarla özelde çalışan (ve hastalar gelmeyi kestiklerinde ne hata yaptım diye düşünerek içi karalar bağlayan) uzmanlar ne olacak?

Bu kitap işte bu düşe kapılanlara seslenmek için ortaya çıktı.

- Antonino Ferro, Luca Nicoli, Afacan Bir Psikanalistin Düşünceleri