28 Ocak 2023 Cumartesi

Arzular Katlanılmaz Olduğunda

Tragedyalar istediklerini elde edemeyen insanların hikâyeleridir, ama istediklerini elde edemeyen insanlarla ilgili her hikâye trajik bir görünüm taşımaz. Komedyalarda insanlar istediklerinin bir kısmını elde eder ama tragedyalarda insanlar istemenin bir işe yaramadığını keşfeder ve olay örgüsü çözüldükçe istediklerini sandıkları şeyin giderek daha azına erişirler. 


İşin aslı, hem istedikleri şey hem de isteklerine ulaşmaya çalışma yöntemleri bir tahribata yol açar; nihayetinde de trajik kahraman olarak adlandırılan karakterin ve tabii ki onun düşmanlarının ve yandaşlarının yıkımına sebep olur. Adına ister hırs, ister aşk veya hakikat arayışı densin, en basit şekliyle belirtmek gerekirse tragedyalar, herhangi bir şeyi (bir kralı tahtından etmeyi, babanın intikamını almayı, gözde kız evladın sevgisini dile getirmesini) arzulamanın acı sonunu gözler önüne serer. Trajik kahramanlar başarısızlığıa uğramış pragmatistlerdir. Hedefleri gerçekdışı, yöntemleri ipe sapa gelmezdir. 

Daima gereksinim durumunda bulunduğumuzu, psikanalist John Rickman'ın tabiriyle "içgüdülerin esiri" olduğumuzu ve mütemadiyen bir şeyler istediğimizi düşünürsek, arzuyu trajik, keyifli değil de netameli, hayat dolu değil de dehşet verici yapan nedir? 

İsteklerimiz her daim rekabet içindedir ve çoğunlukla da birbiriyle çelişir, dolayısıyla seçim yaparken temel unsurlar feda edilir. Yaşam, insanlar öyle her istediklerini elde edemedi diye değil, arzuları kendilerine hasar vermeye başladığında, istedikleri şey katlanılmaz kayıplara gebe olduğunda trajik bir hal alır. Bir tragedyadan yola çıkarak adlandırılmış olan Oidipus kompleksinin trajik olarak tasvir edilebilecek yanı şudur: Freudcu senaryoya göre, ebeveyninden birini arzulayan çocuk ötekini rakip pozisyona sokar ve ileride samimi arzulara sahip bir yetişkin olabilmek için eninde sonunda ebeveynine duyduğu ihtiyacı aşmak zorunda kalır. Cinselliği yaşayabilmek için çocukluğu geride bırakmanız gereklidir ve tabii bu geride bırakmanız gereken tek şey de olmayabilir.

Pragmatik bir insan, yaşam sanatının özünün birbiriyle bağdaşmayan istekleri bağdaşır duruma getirmek, arzuları birbirini saf dışı bırakmayacak şekilde tanımlamak olduğunu söyleyecektir. Liberal bir gerçekçi ise bu yaklaşımın insani gereksinimlerinin doğasına aykırı olduğunu ileri sürecektir. Arzunun yarattığı sıkıntı ve güçlükler hüsrandan doğar; bir şeyi tercih ettiğimizde başka bir şey yüzünden hüsrana uğrayabiliriz. Dolayısıyla hüsrana katlanıp katlanamayacağımız ya da bunu isteyip istemediğimiz son derece belirleyicidir. 

"İhtiyaçlarımız" dediğimiz şeyler konusunda bu kadar emin ve ikna edici varlıklar olmasaydık bu durumun ceremesini başka şekillerde çekiyor olurduk. Tragedyalar hüsrana uğramanın eşiğinde olan, bir şeye ihtiyaç duymaya başlayan bir kişiyle başlar ve ilk etapta anakarakterin gözünde henüz tragedya değildirler. 

- Kaçırdıklarımız

18 Ocak 2023 Çarşamba

Dağın Yükü

Karşımda duran bu dağın üzerime serpiştirdiği hüzünleri, çıkışsızlıkları ne yapacağım. Onları biriktirmek, biriken yığında boğulmaktan öte ne işe yarar? Yoksa, onların bedenime bedenime sızmalarına engel mi olmalıyım? Evet belki de yapılması gereken tek şey bu!


Bu yükü taşımaktan usandım artık. Dağın, denizin, dünyanın ağırlığını başkası yüklenmeli. Sırayla yapılmalı bu iş. Böylece duyarsızların duyargaları işlerlik kazanabilir. 

Sabah olunca doktorun karşısına çıkıp, dağı taşımaktan vazgeçtiğimi, yıprandığımı, yorulduğumu söyleyeceğim. Ama bunu da anlamayacak. Her zamanki gibi ruhumun elbisesini çıkarmaya yeltenen bakışlarıyla aynı şekilde nefes alıp nefesini verirken aynı ses tonuyla konuşacak. O öfkesiz, duru, kuru ses akordunu daha odasının kapısında hemencecik yapıveriyor. Ve dinlemeye başlıyor beni, ama duymadan. Biliyorum. Saçmaladığımı düşünüyor. Bunu kanıtlamak hiç zor değil. Örneğin şu dağ meselesi.

Ona ilk kez dağın yükünü söylediğimde bir babanın oğluna nasihat etmesi gibi "O avucunuzda tuttuğunuz bir taş, dağ değil" demişti. Avucumdaki taşın taş olduğunu bilmediğimi sanıyordu. Ve böylece bir kat daha artmıştı taşıdığım ağırlık. Dağları, denizleri, ağaçları, irili ufaklı tüm canlıları, insanları, okyanusları, yani dünyayı, yani dağı nasıl taşıdığımı insanlara gösterebilmek için bir dağ boyutlarında maket yapıp, onu avuçlarıma sığdırmamı beklemek gibi bir mantıksızlığın peşinden koşuyor. Bir de yeri geldiği zaman "Hastanın sözleri hastalıklı sözlerdir" diyor. Sanki o beklentisi çok sağlıklı! Biliyorum. Bana öyle söylediği zaman içinden kıkır kıkır, fıkır fıkır, tıkır tıkır gülüyor. Dudaklarına hapsettiği kahkahaların yankısı beynimin duvarlarında tokat gibi şaklıyor. 

Olsun, yine de seviyorum doktorumu. Dayatmaları, kibar zorbalıkları, kurallara bağımlı eşinmeleri, beynimi ilaçlarla uyuşturup kendince "hastalıklı-bozuk" düşüncelerden ayrıştırma hayalleri olsa da seviyorum onu. En azından Hipokrat'ın çocuklarından biri, ama biraz beni hastaların yatağına yatırmadan dinlemeye çalışsa her şey açığa çıkacak. O zaman "hastane korumalı bir yerdir" demekten vazgeçip kendisini ve beni rahatlatmış olacak. Hem kim ya da kimlerin korunması için söylüyor bunu? Beni insanlardan mı, yoksa insanları mı benden korumaya çalışıyor? Her ne şekilde olursa olsun bir şekilde hayvansallık çıkıyor ortaya. Hastalıkları standardize edip renkli çamaşır, beyaz çamaşır ayırır gibi ayırıp, çamaşır makinesine tıkıp kirli ruhları yıkamaya çalışıyor. 

Ama insan dünyaları iç çamaşırları ya da pantolonlar veya bluzlar gibi sayılı modellerle sınırlı değil ki. Hem acizliklerimi bildiğime göre aciz sayılabilir miyim?

Olsun. Artık hiç önemi yok bunların. Çünkü dağın, denizin, dünyanın, yani şimdi avucuma almakta olduğum bu taşın, yani YAŞAM'ın yükünü taşımayacağım. Onu yarın sabah doktorun masasına bırakacağım.

- Bu yazı 3 Eylül 1997 tarihinde Bakır Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde yatan hasta Mustafa K.'ya ait. Cemal Dindar'ın NAL, Bir Akıl Hastanesinin Hatıra Defteri kitabından alınmıştır. 

8 Ocak 2023 Pazar

Her Şey Yolunda!

Ve bu da oldu, 2023'e girdik. Ne çabuk. Bazen Teoman'ın şarkısındaki gibi bir durumda buluyorum kendimi: "Nasıl oluyor vakit bir türlü geçmezken, yıllar hayatlar geçiyor?" Teoman sorunun yanıtını bulabildi bilmem, benim bulamadığım kesin.

Pandemi sırasında ve bitmek bilmeyen komplo teorilerinden sonra da covid denilen virüsü kapmadığım, kendimi koruduğum, aşılarımı olduğum için içim rahat. Maske takın dediler taktım, ellerinizi yıkayın dediler yıkadım, tokalaşmayın dediler tokalaşmadım, aşı olun dediler oldum. Kendimi ve ailemi korumak için elimden ne geliyorsa yaptım. Her şey yolunda gitti. 


Pandeminin ortasında iş değiştirdim, yüksek lisansa başladım, çoğu zaman kendimle ilgilenmeyi unutsam da kendime azıcık bakım verdim, iyi müzikler, iyi kitaplar buldum, dinledim ve okudum, araştırdım, kim neyi nasıl yapıyor, nasıl yaşıyor diye gözlemledim, bir sürü insanın büyük aksilikler yaşadığını gördüm, benim için her şey yolundaydı.

Tüm dünyada olduğu gibi diye dayatılan hayat pahalılığı asla tahmin edemeyeceğimiz bir noktaya geldi. Gelirimizin neredeyse bir anlamı kalmadı. Putin, Ukrayna'ya savaş açtı, Türkiye sınır ötesi operasyonlar düzenledi, Taksim'de bomba patladı, dünyanın ciddi bir kısmında ırkçı, kadın düşmanı ve homofobik hükümetler kuruldu, sokaklarda, toplu taşımalarda insanlar birbirine şüpheyle baktı, kimse göz göze gelmek istemez oldu, yanisi hayat sürekli zorlaştı, sıkışmaya başladık, ama her şey yolundaydı. 

Hiç anlamadığım bitcoin, borsa vs. finansal aktiviteler yüzünden birileri köşeyi döndü, birileri battı, askerlerden, polislerden, öğretmenlerden, doktorlardan birçok kişi canına kıydı; evlilikler bitti, özgüvensiz ve sevgisiz büyümek zorunda kalan daha çok çocuk yetişti, her yerde ekonomi ve siyaset konuşulur oldu, sadece 2022'de 2000 (iki bin) özel okul resmen iflas etti, battı. Saydıklarımdan anlaşılacağı üzere gündem denilen başlıklar takip edilemez bir noktaya geldi, bütün bunların içinde boğulduk, yine her şey yolundaydı.

Sabahları evden çıkarken metroda oturmaya yer bulur muyum, bir saldırganla durakta yan yana taşıt bekler miyim, iş yerinde bir sürprizle karşılaşır mıyım düşünceleri eşliğinde başım öne eğik sokakları adımlamaya başlıyorum. Dikkat ettim de bir gün, iki gün değil, aklımdan bunların geçmesi artık bir alışkanlık olmuş, bütünüyle tedirgin olmaya alışmışım gibi bir his yerleşmiş içime. Yaptığım işin doğası gereği insanların psikolojik sorunlarına beraber çözüm üretebilme çabası içindeyken 2022 Yılın Kelimesi ilan edildi; Gaslighting. Kelime şöyle tanımlanmış; “kişiyi, genellikle uzun bir zaman zarfında, psikolojik manipülasyonla kendi düşüncelerinin geçerliliğinden kuşkuya düşürmek.” Buna maruz kalan insanlar adına üzüldüm, öfkelendim, ama elimden bireysel anlamda bir şey gelmezdi, benim hayatımda her şey yolundaydı.

Ev almak gibi hayaller artık ütopik geliyor benim yaşımdaki insanlar için. E-posta kutuma sürekli reklamlar geliyor, asla sahip olamayacağım ev, villa, yazlık, otomobil, ultra akıllı cep telefonları, elektrikli ev aletleri ve daha niceleri. Böyle şeylere özenmediğim, lüks arayışında olmadığım, elimde olanla yetinmeyi bildiğim için kendimi şanslı sayarak her şey yolunda dedim kendime, bir kez daha her şey yolunda Tuna, sakin ol, derin bir nefes al, işine odaklan ve bir günü daha herhangi bir terör saldırısına kurban gitmeden tamamladığın için haline şükret, ailenden birine bir şey olmadığı için şükret, sağlık sorunu yaşamadığın için haline şükret. 

Görüldüğü gibi elimde maddi-manevi tatmin yaşatacak net bir şey olduğunu söylemek mümkün değil ve işte belki de bu yüzden her şey yolunda!

31 Aralık 2022 Cumartesi

2022 Biterken...

Yılın son günündeyiz sevgili blog okuru. "2021 Biterken..." adlı yazımı tam bir yıl önce bugün yayınlamıştım, Ingmar Bergman'ın (özenmekten kendimi duvardan duvara döşediğim) çalışma odasının görselleri eşliğinde paylaşmıştım yılın dökümünü; bu yıl çok sevdiğim ressam Edward Hopper'ın Felsefeye Yolculuk (Excursion into Philosophy, 1959) tablosu eşlik ediyor yazıma. Yıl boyunca felsefe, özellikle stoacı felsefe okumaları yapmaya çalıştım, yaşam felsefesi kurma gayretimi ciddi biçimde ilerlettim, bu yüzden aklıma ilk gelen görsel bu tablo oldu. 


Gelelim yılın dökümüne: 2022'nin bahar dönemi klinik psikoloji yüksek lisans eğitimimde süpervizyonla geçti, çok da iyi oldu. Üç hocamdan ayrı ayrı süpervizyon almak beni hem mutlu etti hem de geliştirdi. Bahar döneminin sonunda bitirme tezi için etik kurul başvurusu yaptım, onayımı aldım, çalışmaya başladım. Aralık itibariyle de tez tamamlandı, muhtemelen Şubat 2023 gibi savunmaya çıkıp bu macerayı da geride bırakmış olacağım. 

Ocak 2022'de serbest zamanlı başladığım Gülümse Terapi'deki psikoterapi uygulamalarım tüm hızıyla devam ediyor. Ofiste iyi bir ekip olduğumuzu düşünüyorum, kurumda liseli öğrencilerle çalışırken ofiste yetişkin yaş grubuyla bireysel ve çift terapi seansları yapıyorum, danışanlarla birlikte büyüyorum, öğreniyorum. 

Film/dizi adına yine ölü bir yıl geçirdim desem yeridir. Beğendiğim filmler blogda yazılarına yer verdiğim Son Düello, C'mon C'mon, Macbeth'in Trajedisi ve Dünyanın En Kötü İnsanı oldu. Dizi olarak annemle en baştan başladığımız Person of Interest yolculuğumuz devam ederken, ortalığı toza dumana katan House of the Dragon'u (eleştirdiğim yerleri olsa da) heyecanla izledim. 

Müzik... Spotify hesabıma göre 2022'de en çok Turgut Çıngı, Şebnem Ferah, Gojira, Sertab Erener ve Pentagram dinlemişim. Sertab'la Şebnem'i bu kadar çok dinlediğimi fark etmemiştim, Turgut Çıngı'yı Gidemem şarkısı yüzünden onlarca kez dinlerken favori metal gruplarımdan Gojira'nın özellikle Fortitude albümüne fena sardım. Pentagram ise benim için tüm zamanların favorilerinden, her sene 5. sıradaki yerini alıyor. Bu sene de Makina Elektrika albümleriyle fanlarını memnun ettiler. 

Ve kitaplar... Blogun sıkı takipçilerinin çok iyi bildiği üzere kitaplar vazgeçilmezimdir. Yine çok iyi kitaplar okudum, üzerine düşündüm, taşındım, yazdım, sildim, karaladım, tekrar yazdım. Geçen yılki yazımda kitap fiyatları ve yayıncılık krizinin olduğuna değinmişim. Malumunuz, bu sene yayıncılık daha da büyük krizlerle devam etti, kitap fiyatları sürekli arttı. Buna rağmen indirim yakaladığımda kaçırmadım; alıp henüz okuyamadıklarım da var elbette, ancak okuduklarım bana "vuhu" dedirtti. Okuyup çok sevdiğim kitaplardan bazıları:

1) Marieke Lucas Rijneveld, Akşamlar Rahatsız Edicidir

2) Tea Obreht, Bozkır

3) Evelio Rosero, Öğle Yemekleri

4) Saul Bellow, Günü Yaşa

5) Merce Rodoreda, Ölüm ve Bahar

6) Tim Winton, Dönüş

7) Douglas Stuart, Shuggie Bain

8) Jenny Offill, Hava Durumu

9) William B. Irvine, Güzel Yaşam Kılavuzu: Antik Stoacı Sevinç Sanatı

10) Frederic Lenoir, Spinoza Mucizesi, Öngörülemeyen Bir Dünyada Yaşamak ve Arayanlar İçin Açıklamalı Bilgelik

11) Louis Cozolino, Terapi Neden İşe Yarar?: Zihnimizi Kullanarak Beynimizi Değiştirmek

12) Latife Tekin, Sevgili Arsız Ölüm ve Berci Kristin Çöp Masalları

13) Ari Folman, David Polonsky, Anne Frank’ın Hatıra Defteri (Grafik Uyarlaması)

14) Faruk Duman, Sus Barbatus! 1-2-3

15) Annie Ernaux, Seneler

2021 yılın dökümünde 7 kitap yazmışım, bu sene 15 maddede 20 kitap sığdırmış oldum, demek ki daha isabetli tercihler yapmışım. Bir de geçen yıl yazıyı bitirirken bitirme tezi ve yeni roman projesinden bahsetmişim. Bitirme tezine zaten yukarıda değinmiştim, roman da tamamlandı, kitaplarını okuduğum bazı yayınevlerine gönderdim, bazıları olumsuz dönüş yaptı, bazıları henüz dönüş yapmadı. Olumlu dönüş olur mu olmaz mı şu an için bilemiyorum, beklemedeyim. Ama pek bir umudum yok, çünkü bir editörün gözünden geçmeden bir kitap dosyasının kabul alabilmesi pek mümkün görünmüyor. Yazı dili ve üslûbun yayınevine uygunluğunu da o yayınevinden bir editörle çalışmadan pek bilme durumumuz olmuyor. En azından ben üstüme düşeni şimdilik yaptığımı düşünüyorum. Sırada bir çocuk romanı var, 2023'de bunu bitirmek için mesai harcayacağım gibi görünüyor. 

Ruh ve beden sağlığımızı koruduğumuz, huzurlu ve mutlu olduğumuz, sevdiğimiz işleri yaptığımız ya da yaptığımız işleri sevdiğimiz bir yıl dilerim hepimize. Görüşmek üzere...

- Tuna 

30 Kasım 2022 Çarşamba

Spinoza Mucizesi

Etika'nın üçüncü kitabının 6 numaralı önermesi, Spinoza doktrininin en kilit temalarından biridir: "Her şey, var olma gücü uyarınca, varlığını sürdürmeye gayret eder." Bu gayret (Latincede conatus), hayatın evrensel kanunudur ve modern biyoloji bunu doğrulayacaktır. Nitekim nörolog Antonio Damasio, Spinoza üzerine yazdığı Spinoza Haklıydı başlıklı kitapta şunu ifade eder: "Yaşayan organizma; yapılarının ve işlevlerinin bütünlüğünü, hayattaki muhtelif tehditlere karşı koruyacak şekilde meydana gelmiştir." 


Spinoza da her organizmanın aynı derecede doğal biçimde ilerlemeye, büyümeye, daha kusursuzlaşmaya ve bu yolla gücünü artırmaya çalıştığını söyler. Ancak dış dünya kaynaklı başka pek çok beden ve fikir, bedenimize ve zihnimize etkide bulunur. Bu "duygulanışlar" (Latince affectio), ille de olumsuz değildir: Zarar verip geriletebilecekleri gibi canlandırıp büyütebilirler de. Örneğin güzel bir manzarayı seyretmek bir dış bedenle yaşadığımız, bizi canlandıran türde bir karşılaşmadır. Kendimize dair yaralayıcı bir söz işitmek ise aksine, bize acı veren bir düşünceyle karşılaşmadır. 

Bir dış beden yahut fikirlerle karşılaşma doğamızla uyumlu olduğunda kudretimizi artırır. Doğamızla uyumlu olmayan karşılaşmalar, tam tersine kudretimizi azaltır. Spinoza kudretimizin artmasına sevinçli bir duygunun, kudretimizin azalmasına ise kederin eşlik ettiğini söyler: "Sevinç, daha eksik bir halden daha eksiksiz bir hale geçiş, keder ise eksilmedir." Yani sevinç, eyleme kudretimizdeki her artışa eşlik eden temel duygu, keder de eyleme kudretimizdeki her düşüşe eşlik eden temel duygudur. O halde Spinoza etiğinin hedefi; akıl sayesinde hayatını, kederi azaltacak ve sevinçli ebedi saadete ulaşana dek artıracak şekilde düzenlemektir. 

"Akıl sayesinde" diye özellikle belirtiyorum çünkü Spinoza için; yaşama gücümüzü, eyleme gücümüzü artırma ve böylelikle ondan kaynaklanan sevinci artırma arayışı doğal ve evrenseldir. Cahil kişi bu arayışı muhayyilesi ve şeylerin kısmi, dolayısıyla "uygun olmayan" bilgisiyle sürdürürken bilge insan, kendisine şeylerin "tümüyle uygun" bilgisini veren akıl vasıtasıyla ilerlemeye çalışır. Bu demek oluyor ki Spinoza iki temel bilgi türünü birbirinden ayırır: İlk tür sadece, bedenimize ve ruhumuza tesir eden dışımızdaki fikir ve cisimlerle karşılaşmalardan meydana gelir. Bu karşılaşmalar nesnel hakikate değil o hakikate dair temsilimize denk düşen imgeler üretir. 

Spinoza kendimize dair bilgiyi ve dünyaya dair bunun dolayımında elde ettiğimiz bilgiyi "uygun olmayan" olarak niteler. Bu, ilk bilgi türüdür: Bir şeyin hayali ve kısmi temsilinden yola çıkarak, ona dair oluşturduğumuz kanıdır. Ancak kusursuz olmayan bu safha, "bütün cisimlerin herkes tarafından tümüyle uygun, yani açık ve seçik biçimde algılanabilmesinden ötürü tüm insanlarda ortak olması gereken mefhumlara" dayanan aklı geliştirmek suretiyle aşılabilir. 

Tüm insanlarda ortak olan bu mefhumların yani bu evrensel uygun bilgilerin üzerleri hayali tasavvurlarımız ve kanaatlerimizle örtülü olduğundan, bu ortak mefhumların üstünü açarak onları özgürleştirmek ve sonra bizim için neyin iyi neyin kötü olduğunun ayırdına varmak için aklımıza başvurmamız gerekir. 

- Frederic Lenoir, Spinoza Mucizesi

Görsel.