15 Ocak 2022 Cumartesi

Seneler

"Sahip olduğumuz tek şey tarihimiz, o da bize ait değil."

José Ortega y Gasset


Eşyaları arzulayacak zamanımız vardı, plastik kalem kutusu, kauçuk tabanlı ayakkabı, altın saat. Elde ettiğimizde bize hayal kırıklığı yaşatmıyordu onlar. Başkalarını hayran bırakmak için sergiliyorduk her birini. Seyretmekle ya da dokunmakla azalıp tükenmeyen bir sihir ve büyü barındırıyorlardı. Onlara sahip olduktan sonra bile durmadan evirip çevirerek, kim bilir ne bekliyorsak, hâlâ bir şeyler beklemeye devam ediyorduk.



Varoluşumuzun ufku ilerlemeydi. İlerleme refah anlamına geliyordu, çocukların sağlık ve afiyette, evlerin ışıl ışıl, sokakların aydınlık olması demekti, savaşın ve köy hayatının tüm karanlık unsurlarına sırt çevirmek demekti. İlerleme plastikte ve formikadaydı; antibiyotiklerde ve sosyal sigorta ödeneklerinde, mutfak musluğunda akan suda ve kanalizasyondaydı; tatil kamplarında, yüksek öğrenimde ve atomdaydı. Zekânın ve açık görüşlülüğün kanıtı olarak, zamana ayak uyduracaksın diye tekrarlıyordu herkes birbiriyle yarışırcasına. Orta ikideki kompozisyon dersinde "elektriğin faydaları" ya da "modern dünyayı karalayan birine karşı cevaplar" gibi konulardan birini seçiyorduk. Anne babalarımız, gençler bizden daha çok şey bilecek diye iddia ediyordu.

Gerçekteyse, evlerin darlığı çocuklarla anne babaları, kız, oğlan bütün kardeşleri aynı odada yatmaya mecbur bırakıyordu, hâlâ leğende el yüz yıkanıyor, âdet bezlerindeki kan soğuk suda akıtılıyordu. Çocukların nezle ve bronşitleri hardal tozu lapasıyla tedavi ediliyor, büyükler grip olduğunda kendilerini sıcak rom ve gripinle iyileştiriyordu. 

Erkekler güpegündüz duvar kenarlarına işiyordu. Yüksek öğrenime şüpheyle bakılıyor, gözünü fazla yukarılara dikmiş olmaktan ötürü, meçhul bir yaptırımla alaşağı edilip cezalandırılmaktan korkuluyordu, fazla okumak insana kafayı yedirirdi. Ağzında eksik diş olmayan yoktu. Zaman herkesin yüzüne aynı şekilde gülmüyor deniyordu.

- - - - - - -

Çocukları okula göndermek mi daha iyi yoksa kendi kendilerini eğitmeleri mi, Ajax toz temizleyici kullanmanın toksik etkisi var mı, yoga yapmak faydalı mı, grup terapisi işe yarıyor mu, günde sadece iki saat çalışmak ütopya mı, kadınlar erkeklerle eşit mi, yoksa farklılıkta eşitlik mi talep etmeli soruları masaya yatırılıyordu. 

Bütün alışkanlıklar, her şeyin en iyi nasıl yapılabileceği gözden geçiriliyordu: en iyi beslenme, doğum, tedavi ve bakım, çocuk yetiştirme, kendinle, başkalarıyla, doğayla uyum içinde yaşama ve toplumdan kaçma biçimleri. Kendini ifade etme yolları: çömlekçilik, dokumacılık, gitar, takı, tiyatro, yazı. Tanımsız ve uçsuz bucaksız bir yaratma arzusu vardı havada. Herkes kendini sanatsal bir faaliyete veriyor ya da ilerisi için planlıyordu. Şu ya da bu biçimde, bütün sanatsal ifade araçlarının aynı derecede değerli olduğu görüşündeydik, resim yapmak ya da yan flüt çalmak dışında, psikanaliz yoluyla kendini gerçekleştirmek de mümkündü. 

- Annie Ernaux, Seneler



"Bütün görüntüler yok olup gidecek" cümlesiyle başlayan bu kitapta Ernaux, farklı türden bir otobiyografik anlatıya soyunmuş. 1940'lı yıllardan 2000'li yıllara uzanan bu bir çeşit tarih yazımında kendini merkezden çıkaran yazar görsel malzeme kullanmadan, II. Dünya Savaşı sonrası Fransası, gündelik hayatı, bireysel ve toplumsal dönüşümleri yazmış. Oldukça etkileyici. 

13 Ocak 2022 Perşembe

Bir gencin ne olacağı hiç belli olmaz

Üstünde yeşil bir kıyafet ve yeşil bir kravat var. Kıvırcık saçları gri ve gür, gri bıyığının uçlarını sık sık parmaklarına doluyor. Bükük gömlek yakası eski moda ve köşeli çenesi onun üzerinden hafifçe sarkıyor. Gözleri bir çocuğunki gibi koyu mavi, cildi bir çocuğunki gibi kırmızı, beyaz ve şeffaf. Kollarını her şeyi kucaklarcasına, kavisler çizerek oynatıyor, elleri küçük ve zarif ve eklemlerinde gamzeler var. 


Sıcak, cana yakın bir tabiatı var ve onunla beraberken çabucak çekingeliğimi unutuyorum. Görünüşü Bay Krogh'a benzemiyor, yine de biraz onu andırıyor. Yemeğini seçmeden evvel menüyü uzun uzun inceliyor, ben de ne olduğunu bilmeden onun söylediğinden ısmarlıyorum. Yemeğine çok düşkün olduğunu ve bunun herhâlde görünüşünden de belli olduğunu söylüyor. Hayır diyorum nazikçe. Ne yediğimi hiç önemsemediğimi itiraf ediyorum, o da gülerek bunun görünüşümden gayet belli olduğunu söylüyor. 

Fazlasıyla incesin, diyor. Yemekle beraber şarap içiyoruz ve ekşi olduğundan yüzümü buruşturuyorum. Daha gençsin ondan diyor. Biraz büyüdüğümde şarabın tadına varmayı öğreneceğim. Kendimden biraz bahsetmemi, onu nasıl arayıp bulduğumu anlatmamı istiyor. Heyecanlı ve neşeliyim ve birçok şeyi aynı anda anlatmak istiyorum. Ona Albert'ten de bahsediyorum ama o sanki Albert öyle özel birisi değilmiş gibi omuzlarını silkiyor. "Bir gencin ne olacağı hiç belli olmaz," diyor bıyığını kıvırarak, "kimine inanırsın, sonradan başarısız olur. Kimine inanmazsın, bir bakarsın yine de başarılı olur."

Benim başarılı olacağıma inanıyor mu diye sorduğumda, bunu kimsenin bilemeyeceğini söylüyor. Elinde bir şiirle gelip "bunu on dakikada yazdım" diyen tiplerin başarısızlar cemiyetinden olduğunu söylüyor. Böyle dediklerinde hemen işe yaramadıklarını anlıyor. "Peki sonra?" diye soruyorum. "Sonra, onlara tramvay şoförü ya da ona benzer sağlam bir iş bulmalarını tavsiye ediyorum," diyor ve peçetesiyle ağzını siliyor. "Ölü çocuğa" şiirini kaç dakikada yazdığım hakkında mektupta bir şey söylemediğim için seviniyorum. Zaten bilmiyorum ki. 

- - - - - - -

Eve dönerken hep bebek arabalarının içine göz atıyorum çünkü fırfırlı yastıklara avuç içlerini yaslayarak uyuyan bebeklere bakmaya bayılıyorum. Bir şekilde hislerini açığa vuran insanlara da bakmayı seviyorum. Çocuklarını okşayan annelere bakmayı seviyorum ve el ele yürüyen, birbirlerine apaçık âşık olan genç bir çifti takip edip yolumu uzatmaktan üşenmiyorum.

Bana hazin bir mutluluk ve gelecek için belirsiz bir umut veriyor bunlar... Yalnızlığı, aile ve akrabadan tamamen yoksun olmayı, bir çatı katında, tek bir mumu, kâğıdın üstünden haşırdayarak geçen bir kalemi ve şimdilik yüzü ve ismi benden saklı bir adamı düşünüyorum.

Ölüm bir zamanlar zannettiğim gibi yumuşak bir kendinden geçiş değil. Zalim, iğrenç ve pis kokulu. Kendi kendime sarılıyorum, genç ve sağlıklı olduğuma seviniyorum. Yoksa gençliğim sadece bir yokluk, bir an evvel geride bırakmak istediğim bir engel.


Kopenhag Üçlemesi'nin ilk kitabı Çocukluk'tan yaptığım alıntıyı buradan okuyabilirsiniz.

10 Ocak 2022 Pazartesi

Çocukluk

Çocukluk tabut gibi uzun ve dar, kendi kendine içinden çıkmak mümkün değil. Hep ortada, herkesin gözü önünde, tıpkı Güzel Ludvig'in tavşan dudağı gibi. O da Güzel Lili'ye benzer şekilde o kadar çirkin ki, bir annesi olduğunu farz etmek imkânsız. Çirkin ve bahtsız olan her şeye güzel lakabı takılır ama neden, kimse bilmez. 

Çocukluğun içinden çıkmak mümkün değil, üstüne koku gibi siner. Her çocukluğun kendine has bir kokusu vardır. Diğer çocuklarınkini algılarsın. Kendi kokunu bilemediğinden, diğerlerinden daha kötü olmasından korkarsın bazen. Çocukluğu kül ve kömür kokan bir kızla konuşadurursun, birden o, senin çocukluğunun pis kokusunu algıladığından geriye doğru bir adım atar.


(Tove Ditlevsen, 1974'te Vesterbro'da çocukluğunun geçtiği Hedebygade caddesini ziyaret ediyor.)

Gizlice yetişkinlere bakarsın. Çocuklukları içlerinde, artık kimsenin ne aklına gelen ne de ihtiyacı olan eski, güvelenmiş, delik deşik, bir battaniye gibi durur. Dış görünümlerinden, bir çocukluk geçirdikleri belli olmaz ve o dönemi, suratlarında yara ve derin izler bırakmadan nasıl atlattıklarını sormaya da cüret edemezsin. Gizli, kestirme bir yoldan gittiklerinden, yetişkin hâllerine çok evvelinden, daha yaşı gelmeden büründüklerinden şüphelenirsin.

Bir gün, evde yalnızken yapmışlardır bunu çünkü çocuklukları kalplerini üç demir kemer gibi sarar, tıpkı Grimm masalındaki Demir Hans gibi, ki onun kemeri efendisi özgür bırakıldığında, kopup yere düşer. Ama böyle kestirme bir yol bilmiyorsan, çocukluğuna katlanıp, saatten saate, sayısız yıllar boyunca onu tüketip durmalısın. Ancak ölüm seni ondan kurtarabilir. O yüzden ölümü sık sık düşünürsün, onu beyazlara bürünmüş, müşfik bir melek olarak görür, bir gece, gözlerini bir daha açılmayacak şekilde öpeceğini hayal edersin. 

Annemin büyüdüğüm zaman beni seveceğine inanıyorum hep, tıpkı şimdi Edvin'i sevdiği gibi. Çünkü çocukluğum onu da beni sinirlendirdiği kadar çok sinirlendiriyor ve yalnızca birden onu unutuverdiğinde beraber mutlu oluyoruz. O zaman benimle arkadaşlarıyla veya Rosalia teyzeyle konuştuğu gibi konuşuyor, ben de hâlâ çocuk olduğum aniden aklıma gelmesin diye, cevaplarımı kısa tutuyorum. Elini bırakıp, aramıza biraz mesafe koyuyorum ki çocukluğumun kokusunu duymasın. 


- İkinci kitap Gençlik alıntısı için buraya tıklayabilirsiniz.

Tove Ditlevsen’in hatıralarını kaleme aldığı Kopenhag Üçlemesi; Çocukluk (Childhood – Barndom), Gençlik (Youth – Ungdom) ve Bağımlılık (Dependency – Gift) adında üç kitaptan oluşuyor. Bu üçleme Türkçede Monokl Yayınları tarafından yayınlanıyor. Şu ana kadar ilk iki kitap yayınlandı. Kitaplar Leyla Tamer tarafından Danca aslından çevriliyor. Dört kere evlenip boşanan yazar üçüncü kitabını ise evlilik üzerine yazmış. İngilizcede bağımlılık olarak çevrilen kitap Dancada ise evlilik anlamına geliyor. Aynı zamanda "gift" kelimesinin Dancadaki bir diğer anlamı ise "zehir."

6 Ocak 2022 Perşembe

Stoacı Bilgelik

- "Dayan ve nefsine hâkim ol..." Stoacıların ünlü özdeyişi. Söylemesi kolay...

- Sponville: Bunu tembelliğe ya da uyuşukluğa bir övgü olarak anlamamaya dikkat edelim! Stoacı bilgelik, kabullenme üzerine kuruludur: Bilge, olup biten her şeye razı olur, çünkü bütün bunlar ona bağlı değildir. Ama etkin olmaktan kesinlikle vazgeçmez. Tam tersine: Bilgeliği aynı zamanda eylem üzerine kuruludur. Müdahale edebileceği şeyler söz konusu olduğunda, bilge sadece kötü olandan, ona yakışmayandan ya da özgürlüğüyle bağdaşmayandan uzak durur. Geri kalanı için elinden geleni yapar. 


(André Comte-Sponville)

Epikurosçuluk bir zevk sanatıysa, Stoacılık bir irade sanatıdır. Epikuros'a göre giderilebileceği hemen hemen kesin olan arzulara, yani doğal ve gerekli olanlara ayrıcalık tanımak gerekir. Stoacılar da, bir bakıma tatmin edilmesi hemen hemen kesin olan arzuları üstün tutarlar. Ama bunlar, doğal ve gerekli arzular değildir: Zorbanın teki gelip pekâlâ yiyip içmemi engelleyebilir... Yüzde yüz tatmin edilebilen yegâne arzular, tatmini bize bağlı olanlardır, yani bir iradenin nesnesi olanlar. 

Suyunuz var mı? İçmek isteyebilirsiniz. Ama ya su yoksa? O zaman içmeyi umut edebilirsiniz ama kesinlikle isteyemezsiniz. (Yani size bağlı olmayanı arzulamış olursunuz; işte bu nedenle bilge kişi hiçbir umut beslemez.) Bu rahatsız durumda bilge, bazen zannedildiği gibi susuzluğu istemez (susuzluk ona bağlı değildir), ama susuzluğa ağır başlılıkla katlanmaya bakar, böyle de yapar zaten. Daha pek çok örnek verebiliriz. Hastayken keşke sağlıklı olsam, demeniz, bir istek değil -bu size bağlı değildir- bir umuttur. Ne var ki umut, doyurulması sizin elinizde olmayan bir arzudur. Mümkünse tedavi olmayı istemek ya da kaçınılmazsa ölümü serinkanlılıkla kabul etmek daha iyidir. Bize bağlı olmayanı kabul etmek bize bağlıdır!

- Yani mümkün olduğu kadar azını umut edeceğiz...

- Sponville: Mümkün olduğu kadar çoğunu isteyebilmek için! Bilge, hiçbir umut taşımamasından belli olur: O artık salt irade, yani kabulleniş (kendine bağlı olmayan her şey için) ve eylemdir (kendine bağlı olan her şey için.) İşte bu nedenle özgürdür (canı ne çekerse yapar); işte bu nedenle mutludur (bütün dilekleri olur, çünkü sadece olan ya da kendi yaptığı şeyleri ister.) İstemeyi öğrenmek için umuttan kendini kurtarmaktır söz konusu olan. 

Seneca'nın Lucilius'a yazdığı mektupta geçen bir cümlenin anlamı da budur: "Umut etmeyi unuttuğunda, sana istemeyi öğreteceğim." Sana bağlı olmayanı arzulamayı unuttuğunda, ki bu seni köleliğe ve mutsuzluğa mahkûm eder, sana bağlı olanı arzulamayı öğreteceğim, bu seni özgürlüğe ve mutluluğa götürür. 

André Comte-Sponville, Mutluluğun En Güzel Tarihi

3 Ocak 2022 Pazartesi

PDR Lisans mezunları hangi alanlarda çalışabilir?

21. yüzyılın ilk çeyreğinde olduğumuz şu günlerde multidisipliner ve interdisipliner çalışma olanaklarını neredeyse baktığımız her yerde görüyoruz. Bu iç-içelik ve bir-aradalık birçok alanın aslında birbirinden bağımsız olmadığı gerçeğini sıklıkla karşımıza çıkarıyor. Ben bu durumu kendi adıma oldukça olumlu karşıladığımı söyleyebilirim. Burada belki henüz lise ve lisans öğrencisiyken bilin(e)meyen bazı önemli kriterler söz konusu olabilir. Bu yazıda biraz bu kriter / yetkinlik / yeterliliklerden bahsetmeye çalışacağım. Her yazı gibi eksikler olacaktır elbette, siz okurların katkılarıyla bu yazının zenginleşebilmesini umuyorum.

    Not: PDR kısaltması bizler için bir ağız alışkanlığıdır. Bilindiği üzere programın tam adı Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık, yani RPD. Bu kısaltma önemli değil, alan dışı (mühendislik, ekonomi vs) bir okur geldiyse diye şimdiden bilgilendirmek istedim.


(Görsel: Rose Wong)

PDR, psikoloji ve eğitim bilimlerinin uygulama alanlarından biridir. Bu yüzden rehberlik ve psikolojik danışmanlığın temas ettiği alanlarla hem teorik hem de uygulamalı dersler okutulur. 2018 yılında PDR müfredatlarının değişmesiyle birlikte ders sayıları artmıştır, bu dersler arasında kariyer danışmanlığı, manevi danışmanlık dersleriyle, PDR'nin okul uygulamaları, kurum deneyimleri, bireyle psikolojik danışmanlık uygulamaları derslerinin varlığı dikkat çekmektedir. 

"Danışmanlık" alanı ise oldukça geniştir. Emlak, otomotiv ve ekonomi sektörlerinde bolca danışmanlık çeşidi bulunmaktadır. Biz burada; rehberlik / bireyle psikolojik danışma / grupla psikolojik danışma / önleyici ve koruyucu ruh sağlığı danışması / kariyer danışması / aile danışması gibi uygulama alanlarının ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Bu yüzden PDR lisans eğitimlerinde bol miktarda bu danışma alanlarının teorik ve uygulamalı dersleri verilir. 

Üniversite ve bölüm tercihi yapılırken birçok öğrenci tercih ettikleri bölümün içeriğini tam bilemediğinden bazı PDR öğrencileri de zaman içinde bu programın kendileri için pek de uygun olmadığını fark edebilirler, normaldir. Bu durum neredeyse tüm lisans programlarında görülür. Eğer öğrencinin PDR'yi bırakıp başka bir lisans programına geçme ya da PDR okurken çift anadal yapma şansı yoksa bu öğrencilerin de kariyerleri için yönelebilecekleri başka alanları kendileri için oluşturmaya başlamaları yerinde ve isabetli olacaktır. Bu diğer alanlarda benim ilk aklıma gelenler: Eğitim ve Gelişim Uzmanlığı, İnsan Kaynakları, Halkla İlişkiler Yönetimi/Reklamcılık'tır. Tıpkı PDR ve Psikoloji disiplinlerinde uzmanlaşmak için nasıl ki bazı eğitimler gerekliyse, bu saydığım diğer alanlar için de gereklidir. 

Örnekleyelim:

1) Eğitim ve Gelişim Uzmanlığı: Kariyer sitelerinde sıklıkla gördüğümüz bu kariyer alanları birbirine benzer isimlerle ilana çıkabilmektedir. Bu tarz ilanlarda ilk aranan kriter genellikle "İşletme, İktisat, Endüstri Mühendisliği, Psikoloji, Sosyoloji, PDR" lisans mezunlarının başvurularına açık olduğudur. Peki bu tarz ilanlar adaylardan neler bekliyor?

Eğitim ve Gelişim Uzmanı ilanı diyelim ki spor sektöründeyse, başvuran adayların hayatlarının bir bölümünde profesyonel sporculuk yapmış olmasını bekleyebilir. Spor ve spor tüketim ürünlerinin pazarlanmasında son kullanıcı deneyimini önemseyebilir, bu yüzden başvuran adaylardan pazarlama (marketing) bilgisi/deneyimi bekleyebilir. Bu tarz işlerde genellikle bol bol seminer ve eğitim verileceği için adaylardan Türkçeyi güzel konuşması, iyi bir hitap becerisi, yaratıcı drama yapmış/eğitimini almış olması, iletişim ve sunum becerilerinin gelişmiş olması, projelerde aktif yer alması/proje yazması, seyahat engelinin olmaması gibi niteliklerin sıralandığını görebiliriz. Eğer sektör hava taşımacılığı ise buna benzer başka nitelikler sektörün beklentileriyle alâkalı olarak sıralanabilir. 

2) İnsan Kaynakları Uzmanı/Uzman yardımcısı: Sektörde oldukça yaygın bir şekilde İK ya da İngilizce kısaltmasıyla HR olarak bilinir. Bu alanda iş akdi/iş sözleşmesi, sosyal sigortalar bilgisi, işe alım yapma/işten çıkarma gibi mevzuat bilgileri önemlidir. Adaylarda olması gereken niteliklerde; sabırlı olmak, dikkatli olmak, karmaşık raporları okuyup analiz etmek, personel/bordro ve özlük işlemleri alanında deneyim sahibi olmak, iş kanunu, iş sağlığı ve güvenliği hakkında da mevzuata hakim olmak beklenebilir. 

3) Reklamcılık/Halkla İlişkiler: Sektörde oldukça yaygın bir şekilde İngilizce kısaltması PR olarak bilinir. PR ajansları genellikle metin yazarı, sosyal medya yöneticisi olarak ayrı ayrı ilanlara çıkarlar. Son dönemde Digital Marketing Manager ilanları var. Marketing/pazarlama özellikle de dijital alanda son yılların gözde mesleklerinden birisidir. Burada önemli kriterler: Google Analytics, Data Studio, Tag Manager, Google Ads, Facebook & Instagram & Linkedin & Twitter reklam yönetimi yapabilmek, Google Ads ve sosyal medya remarketing reklamlarında tecrübe sahibi olmaktır. 

Özetlemeye çalıştığım alanlar hemen hemen tüm mezunlara açık olmakla birlikte, belirli yetkinlik alanlarına vurgu yapmaktadır. Bu yetkinlik/yeterlilik alanlarını geliştirmediyseniz bu firmalara yapacağınız başvurulardan sonuç alamazsınız. Yani PDR öğrencisiyseniz ve programı bir şekilde bitirmeniz gerekiyorsa henüz mezun olmadan staj yaparak, kendiniz sektörü takip ederek, LinkedIn üzerinden ilgilendiğiniz markaların yöneticileriyle iletişime geçerek, seminerleri / konferansları / buluşmaları takip edip oralara katılarak aktif öğrenmeye devam edebilirsiniz.

- Peki, PDR/psikoloji alanında devam etmek isteyen lisans öğrencileri neler yapabilir?

Bunun için PDR veya Klinik Psikoloji alanlarında yüksek lisans yapmanıza gerek yok. (İllâ psikoterapist olmak istemiyorsanız.) Birçok kişi PDR ve psikoloji lisans programlarına büyüyünce psikoterapist olma hayalleriyle geliyor ancak karşılaştıkları durum yaklaşık şöyle bir şey oluyor: Öncelikle alanda inanılmaz bir klinik psikoloji kavgası var. Ben bu konudaki görüşlerimi PDR vs Psikoloji kavgasında asıl neden: Klinik Psikoloji başlıklı yazımda dile getirmeye çalışmıştım. PDR mezunları, klinik psikoloji yüksek lisans yapacak yeterliliğe sahiptir. Ancak iş bununla sınırlı değil, alanın en önemli sıkıntılarından biri, açılan PDR ve Klinik Psikoloji yüksek lisans programlarının çok az olmasıdır. Açılan az programın büyük bir kısmı ise vakıf üniversiteleri tarafından dudak uçuklatan program ücretleriyle devam ederken, devlet üniversitelerindeki ölü toprağının sürmesidir. (Klinik psikoloji programlarının hepsinin PDR mezunu kabulü aldığını söyleyemiyorum bu arada, çoğu okul PDR mezunlarını alan dışı saymaya devam ediyor ne yazık ki. Psikolojinin diğer disiplinlerinde de benzer bir durum görülebiliyor. Bu yüzden yüksek lisans kriterlerine tek tek bakmak gerekiyor.) Açılan devlet üniversitesi programlarında da inanılmaz bir başvuru sayısı göze çarpıyor. 2021 Güz döneminde Yıldız Teknik-PDR tezli yüksek lisansına 1154 kişi başvurdu!

Psikoterapist olup danışan görmek isteyenler için psikoterapi eğitimleri şart olmakla birlikte, kimlerin hangi eğitimleri verirken hangi yeterliliğe sahip oldukları kafa karıştırıcı bir diğer sorundur. Alanda okuyan / çalışan kişiler için bu psikoterapi eğitimleri seçilirken ne yazık ki hangisi kısa süreli ve ucuzsa oraya yönelim artmaktadır. (Bilişsel ve Davranışçı Terapiler eğitimini hem Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu'ndan hem de yüksek lisans kapsamında Prof. Dr. Mehmet Sungur'dan alan biri olarak diyebilirim ki, 2-4 günlük BDT eğitimi gördüğünüzde lütfen oradan uzaklaşın.)

Genel ve uygulamalı psikoloji yüksek lisans programlarının ise amaçlarını ben henüz anlayabilmiş değilim. Gelişim psikolojisi, sosyal psikoloji, adli psikoloji, endüstri ve örgüt psikolojisi, travma ve ruh sağlığı, bilişsel psikoloji, deneysel psikoloji, nöropsikoloji, nöropazarlama, bağımlılık danışmanlığı ve rehabilitasyon, ruhsal rehabilitasyon gibi spesifik alanlar bence daha elle tutulur ve somut ilerlemeler kaydedilmesini sağlıyor. 

PDR mezunları diğer bir taraftan da (birçok lisans mezunu gibi) aile danışmanlığı, eğitim yönetimi, eğitim teknolojileri, erken çocukluk eğitimi, okul öncesi eğitimi, çocuk gelişimi, sosyal hizmet, üstün zekâlılar, zihinsel engelliler, kadın çalışmaları, göç çalışmaları, oyun geliştirme teknolojileri, oyun tasarımı, sağlık yönetimi, halk sağlığı, insan kaynakları gibi birbirinden değerli alanlarda yüksek lisans yapma imkânına sahipler. (Peki bu konuda öncü olan tanıdığımız uzmanlar var mı? Açıkçası benim yok, ama yok diye de yeni bir yol açılamaz mı? Bu düşünülebilir.)

Bitirirken şunu eklemek zorunda hissediyorum kendimi: Bazıları felaket tellallığı yaparak PDR / psikoloji yazmayın, çok mezun var, alan öldü-bitti diyor. Bunu diyen kişilerden şunu beklerim ben: Madem öyle, okuduğunuz PDR veya psikoloji programlarından lütfen kayıt sildirin. Mezunsanız ve alanda çalışıyorsanız da lütfen başka bir sektöre geçin. Benim haddime mi bilmiyorum ama şunu söylemeliyim: Bizim alanımız asla ölmez. Zaten hiçbir alan ölmez, gerekiyorsa şekil değiştirir. Dünya tarihinde birçok meslek şekil değiştirmek durumunda kalmış, bu değişimlere ayak uydurabilenler ayakta kalmış, uyduramayanlar ise saf dışı kalmıştır. Bu yüzden hangi alana yönelirseniz yönelin yabancı dil bilgisi, programlama/yazılım bilgisi, istatistik raporlama bilgisi, güçlü iletişim becerileri, karmaşık problemlerin çözümü alanlarında bilgilerinizi güncelleyerek sürekli artırmak adına eğitim kovalayın bence. 

Ve elbette okuyun arkadaşlar. Okulunuzun kütüphanesi başta olmak üzere ulaşabildiğiniz tüm kütüphaneleri sömürün derim ben. 

Umarım sizleri araştırmaya, soru sormaya teşvik etmiştir bu yazı. Yorumlarınızla katkıda bulunabilir, yorumunuzun başkaları tarafından görünmesini istemiyorsanız tunabaharr@gmail.com üzerinden bana e-posta gönderebilirsiniz. 

Sevgiler,

Tuna