13 Ekim 2021 Çarşamba

Amigdalayı Evcilleştirmek

Bir grup araştırmacı Pasadena'daki California Teknoloji Enstitüsü'ndeki (Caltech) lisans öğrencileri üzerinde bir deney yaptılar. Beşerli gruplar halinde öğrencileri lablara aldılar. Albert, Robert, Marie, Laurie, William IQ testine tabi tutuldular. Grubun ortalama IQ skoru 126 çıktı, ki genel nüfusun ortalama skoru 100 olduğu düşünülürse müthiş bir sonuç bu. Birkaç hafta sonra aynı öğrenciler tekrar testi çözmeye geldiler. Bu sefer deney prosedürü biraz farklıydı.



Yine bir IQ testine tabi tutulacaklar ancak bu defa puanlarını ve gruptaki sıralamalarını gerçek zamanlı görebileceklerdir. Hem rezil olma korkusu hem de gerçek zamanlı izlenebilen rekabetin stresi öğrencilerin rahat düşünebilme yeteneklerine müdahale etti. 

Albert ve Laruie bir süre sonra kaygılarından sıyrılmayı ve teste odaklanmayı başardılar. Hatta diğerlerinden daha başarılı olmaya kısa sürede motive oldular ve test sonuçlandığında gerçekten de skorları diğerlerine nazaran yüksek oldu. Öte yandan diğer öğrenciler toparlanamadılar ve daha önceki skorlarından daha düşük bir skorla testten ayrıldılar. 

Albert ve Laruie'nin diğerlerinden farklı tepki verebilmelerinin nedenlerine baktı araştırmacılar. Sonuçlar, iki beyin yapısından faaliyetlerin kritik rol oynadığını gösterdi: amigdala ve frontal lob

Amigdala korku gibi duyguları ya da sosyal sinyalleri işlemede önemli bir derin-beyin yapısıdır. Frontal lob ise başta planlama, yüksek bilişsel etkinlikler ve duyguların kontrolü olmak üzere pek çok işlevin merkezidirler ve kritik önemdedir. 

Test başladığında beşinin de amigdala aktivitesi oldukça yüksekti. Ancak bir süre sonra Albert ve Laruie'nin amigdala aktiviteleri hızla düşerken frontal lob aktiviteleri yükselmişti. Muhtemelen korkularını bilişsel olarak bastırarak ellerindeki işe odaklanabilmişlerdi. Buna karşın, gruptaki diğer öğrencilerin amigdala aktiviteleri test boyunca yüksek kalmıştı. Albert ve Laruie sosyal korkunun üstesinden gelip yapılması gerekene odaklanmayı başarabilmişti. 

- Tali Sharot, Başkalarının Aklı 

10 Ekim 2021 Pazar

#Google'la beni

Google, işimizi büyütmek adına (?) gerekli dijital adımları atabilmemiz için mail gönderiyor ara sıra, size de geliyordur; geçenlerde gelen maili açtım ve Google'ın 2020'de dünya çapında en çok aratılan kelimelerini de gördüm. Bazıları hoşuma gitti, paylaşmak istedim.



En çok hoşuma giden "Bugün günlerde ne?" araması oldu. Her açıdan sevimli ve bir o kadar düşündürücü buldum. Kafası karışık insanların hayatı da karışıyor sanki.


Pandemiyle birlikte aynı eve tıkılmak zorunda kalan çocuklar ve yetişkinler arasındaki iletişimsizliği gözler önüne seriyor olabilir mi bu arama? Zira yetişkinlerin evdekilerle, özellikle çocuklarıyla vakit geçirme fukarası olduğunu zaten biliyorum; çocuklar da daha yapıcı davranarak ebeveynlere eşek şakası aramasını bolca yapmışlar. Aferin onlara.


İnsanların herhangi bir şeyi estetize etme çabaları bana her zaman iyi gelir. Minimal düzeyde kendi hayatımda da bazı şeyleri estetize etmeye çalışırım. Neden yazdım bunları? Çünkü Google'da sanal müze en çok aranılan kelimelerden olmuş. Bizim topraklarda müze gezmek pek âdetten değildir, yurt dışında durumun bizdeki gibi olmadığı görülüyor. Şaşırdım ve bu şaşkınlık iyi geldi bana.


Bu aramada takıldığım yer çok belli. Yine sızlanmak gibi olacak ama napim, sızlanayım: İnsanlar kendini değiştirmek yerine dünyayı değiştirmeye çalışıyor olabilir mi? Bu ne boş bir çabadır!


Asla cevabını öğrenemeyeceğimiz soruları Google'a yazmayalım bence sjsj.


Neredeyse her zaman mışıl mışıl uyuyan birisi olarak bu aramaya bir şey diyemem. Etrafımda uykusuzluk çeken çok kişi var bunu biliyorum. Genelde kafaya taktıkları düşünceler, dertler vs. onları uyutmuyormuş. Kendi adıma açık konuşayım: Tüm dertler, şunlar bunlar, hepsi uykum gelene kadar :)


Çağımız bilişim çağı, çağımız yapay zeka çağı... yıllardır söylenegelen şeyleri şimdi daha yeni yeni dert etmeye başlıyoruz kendimize. Python en yaygın programlamaymış duyduğuma göre. 35 yaşına geldim henüz tek satır kod yazmışlığım yoktur. (Bir yerlerde yanlış yapıyorum, ama nerede?)

30 Eylül 2021 Perşembe

Okuduklarım, Ağustos-Eylül 2021

 1) Talat Parman, Psikanalizi Yazmak

Talat Parman, psikanaliz hakkında yazdığı önceki yazılarını biraraya getirmiş. Hem psikanalizin teori ve pratiği hakkında hem de psikanalizin Türkiye'de kurumsallaşmaya başladığı yıllarda alana ışık tutan yazılar kaleme almış.

2) Donald W. Winnicott, Piggle

Küçük Bir Kız Çocuğunun Psikanalizle Tedavisinin Öyküsü'nü anlatan kitap bence özellikle çocuklarla çalışmak isteyen psikanalitik yönelimli alan uzmanlarına hitap ediyor. Winnicott gibi büyük bir terapistin vakayı ele alış biçimi ve pratiğini görmek için bile okunabilir. Özlem Yüksel çevirmiş.


3) Dolores Reyes, Toprakyiyen

Çok sevdim bu romanı. Yazarın anlatımı ve kızların başına gelen olaylara yaklaşımı beni çok etkiledi. Saliha Nilüfer çevirmiş. İyi edebiyat.


4) Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ben Deli miyim?

Uzun süredir okumak istediğim bir kitaptı Ben Deli miyim? Hüseyin Rahmi'nin diğer eserlerinin aksine oldukça uzun olması dikkat çekiyor. Gördüm ki dönemin İstanbul'una, siyasi ortamına, adalet anlayışına ve toplumsal ahlak konularına dair epey açıklama yapılmış. Sevenleri kaçırmasın.


5) Selçuk Altun, Kitap İçin 4

6) Selçuk Altun, Ardıç Ağacının Altında

7) Selçuk Altun, Ayrılık Çeşmesi Sokağı

Selçuk Altun okumayı hep çok sevdim. Kitap İçin derlemesini ilk kez aldım, diğerleri de yeni baskı yaptıkça alırım muhtemelen. Romanları ise yine çok iyiydi, sanki Ayrılık Çeşmesi Sokağı "en olmuş" Selçuk Altun romanı. 

Erkeklerin hayatının kadınını araması gibi ben de hayatımın aforizmasına ulaşmaya çalışıyordum.


8) Evrim Kuran, Onlar Göçtü Buradan

Evrim Kuran'ın yaptığı işleri ve araştırmalarını yakından takip ediyorum. Önceki kitabı Z Kuşağı gibi bu kitabı da kolay okunuyor, bir oturuşta bitirilebiliyor. Konuya neredeyse artık herkesin ilgili olduğunu gördüğüm için okunmasını tavsiye ederim.


9) Fatih Altınöz, Birine Bir Şey Yapmaktan Korkuyorum

10) Fatih Altınöz, Kutsal Aile

Fatih Altınöz'ü yeni keşfettim. 90'lı yıllarda Şizofrengi dergisini çıkarmış. Alana ilgi duyanların internette yayınlanan Şizofrengi sayılarına bakmalarını da mutlaka öneririm. Birine Bir Şey Yapmaktan Korkuyorum kitabında psikiyatrist olan Altınöz, karşılaştığı hastalara dair hikayelerini biraraya getirmiş. Ben severek okudum. Kutsal Aile'deki öyküyü ve anlatımı pek sevmedim açıkçası, beni hiç sarmadı. İktidarsızlar romanını da almıştım, bir ara onu da okuyacağım.


11) Jean Teule, İntihar Dükkanı

Çok övüldüğünden ve isminden dolayı merak etmiştim bu kitabı. Bir de İsmail Yerguz çevirisi olması kitabı bana aldırmıştı. Aslında iyi bir fikir, iyi bir hikaye ancak anlatımı sevmedim. Çok tekrar var olaylar arasında, kısa bir kitap olmasına rağmen yarısından sonra sıkılmaya başladım.


12) Lucia Berlin, Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı

Hikâye kitabı. Uzun süredir Türkçe baskısını Siren'den bekliyorduk. Siren'den beklediğim çoğu kitap gibi bu kitap için de diyebilirim ki beklediğime değdi! Kitaba adını veren hikayede zaten mahvoldum da diğer hikâyeler de oldukça etkileyici, usul usul akıyor. Aylin Ülçer, çevirilerini takip ettiğim birisi, yine çok iyi iş çıkarmış. Kendinize bir iyilik yapın ve bu kitabı kendinize hediye edin. 


13) Irvin D. Yalom, Divan

Divan'ı aslında 2018'de okumuştum, içerdiği psikoterapi uygulamaları ve etik kurallarla ilgili kısımlarda okumak istediğim parçalar olunca tekrar başladım. “Kayıp ruhların kurtarıcısı” olan Seymour Trotter’ın hayaletiyle tekrar karşılaşmaktan memnunum. Özden Arıkan çevirmiş.


14) Burçin Tetik, Annemin Kaburgası

Nefis öyküler. Nefis bir anlatım. Her öyküde içim sızladı. Burçin Tetik çok güzel iş çıkarmış.

Kardeşimin okul çantasını yerden kaldırırken elini leğen kemiğine götürmesinde duyardım annemin acıyan yerlerinin sesini. Annem değil, yaraları konuşurdu benimle.” 

29 Ağustos 2021 Pazar

Son Okuduklarım, Mayıs-Ağustos 2021

1) Edouard Louis, Babamı Kim Öldürdü

2) Edouard Louis, Eddy'nin Sonu

“Başkaları, dünya, adalet, sürekli birilerinden bizim intikamımızı alır ama onlar aldıkları intikamın bize fayda sağlamadığının, aksine bizi yok ettiğinin farkına varmazlar. İntikamımızı alarak bizi kurtardıklarını zannederken aslında bizi yok ederler.”

Eddy, otobiyografik kurmacalarında çocukken yaşadığı dünyayı okurlarına da yaşatıyor. Ayberk Erkay'ın yetkin çevirileri sayesinde metnin içine rahatça girebiliyoruz. 




3) Aleksandros Papadiamantis, Hadula - Bir Ada Öyküsü

Kitap kapağının minnoşluğuna aldanıp da almayın bence bu kitabı. İnsanın kanını donduran cinsten bir öyküsü var. Hakikaten çaresizlik insana neler yaptırabiliyor! Yasemin Aydın'ın yetkin çevirisi ve Herkül Millas'ın önsözüyle. Hararetle önerilir.


4) Ayfer Tunç, Suzan Defter

Ayfer Tunç kitaplarını çok ayrı seviyorum. Suzan Defter'de iki farklı günlük okuyoruz. Ben önce erkeğin günlüğünü sonra kadının günlüğünü okumayı seçtim. Nefis bir akıcılığı var öykünün. Ayfer Tunç iyi ki var, iyi ki yazıyor. 

(...) Anlamazdı. O anlayabilecek, ben anlatabilecek olsaydım, benim gibi adamların cenneti olurdu dünya.


5) Etgar Keret, Uç Artık

Keret'in Siren'den çıkan tüm kitaplarını okudum. Yıllar önce kendisiyle tanışma fırsatı yakalamıştım, o 1 saatlik sohbet benim için unutulmazdır. Yemek tarifi yazsa okurum dediğim yazarlardandır. Her zamanki gibi Avi Pardo çevirisiyle. 

Sohbet, cezaevinin zemininde büyük bir sabır ve çaba sonucunda kaşıkla kazılan bir tünele benzer. Tek bir amacı vardır; seni bulunduğun yerden çıkarmak.


6) Domenico Starnone, Bağlar 

Demokratik bir şekilde ailenin tüm üyelerinin ağzından aynı hikâyeyi farklı açılardan okuyoruz. En eğlencelisi çocukların konuştuğu üçüncü bölüm olmuş. Yüz Kitap'ın henüz kötü bir kitap yayımladığını görmedim. Meryem Mine Çilingiroğlu çevirisiyle.


7) Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
8) Milan Kundera, Yaşam Başka Yerde

Kundera'nın dokuz farklı kitabını 23-27 yaş aralığında okumuşum. 35'imde bu iki kitabı tekrar okumak istedim. Şimdi daha iyi anladığımı düşünüyorum. Fatih Özgüven ve Levent Kayaalp çevirileriyle. 


9) Mario Sabino, Babamı Öldürdüğüm Gün

Özlem Ekmeçiler Rocha çevirisiyle Türkçede ilk kez okuduğumuz yazarın psikanaliz meraklısı olduğunu daha ilk sayfalardan anlıyoruz. Roman içinde roman var, bence bu romanı asıl güzel yapan da bu fikir olmuş. 


10) Claire Keegan, Emanet Çocuk

İlginç bir anlatımı var Keegan'ın. Daha önce Yüz Kitap başka bir kitabını basmış ama nedense ilgimizi çekmemiş. Belki de Jaguar'ın yaptığı işlere çok odaklandık son zamanlarda bilemiyorum. Behlül Dündar çevirisiyle okuduk, akıcı ve zaman sıçramalı bir anlatımı var. 

“Baba,” diyorum. “Ağaçlar.”
“N’olmuş ağaçlara?”
“Hastalanmışlar,” diyorum.
“Salkım söğüt onlar,” diyor ve boğazını temizliyor.


11) Andrey Platonov, Mutlu Moskova

Söylemeye gerek bile yok, Platonov dünya edebiyatının en güçlü kalemlerinden biri. Can kitabı kadar etkilenmedim ama yine de okunur diye düşünüyorum. Günay Çetao Kızılırmak çevirisiyle.

İnsan doğru ve çalışkan olmalı, ben gelecek yaşamı yaşamak istiyorum, bisküvi olsun, reçel, şeker olsun ve her zaman kırlarda, ağaçların altında gezilebilsin. Yoksa ben yaşamam, öyle olmazsa canım çekmez. Canım basbayağı mutlu yaşamak istiyor. Eklenecek bir şey yok.


12) Varlam Şalamov, Kolıma Öyküleri

Bu kitabı tek seferde bitiremeyeceğimi daha ilk öyküden anlamıştım. “Şalamov insanın her ne olursa olsun hayatta kalma mücadelesini, olabilecek en duru ve en çarpıcı biçimde anlatmaktan hiç taviz vermez.” Bu kitabı, bu cümle yüzünden almıştım. Daha 50. sayfada hakkını verdi. Gamze Öksüz çevirisiyle. 


13) Jonathan Crary, 7/24 Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu

Kapitalizm, tüketim, mesai, uyku, topluluk fikri, gerileme-ilerleme gibi kavramlar bu kısa kitapta yoğun bir şekilde ele alınıyor. Nedim Çatlı çevirisiyle. Hannah Arendt referansını çok anlamlı buldum: “Eğer bir tüketim toplumunun üyelerinden başka bir şey değilsek, artık bir dünyada yaşamıyoruz, olsa olsa hep tekrar eden döngülerinde şeylerin görünüp kaybolduğu bir süreç tarafından sürükleniyoruz demektir.” 



14) Jean Louis Fournier, Tek Yalnız Ben Değilim 
15) Jean Louis Fournier, Dul 
16) Jean Louis Fournier, Son Siyah Saçım

Fournier'i çok seviyorum. YKY'den çıkan tüm kitaplarını okudum, bu üç kitabını da Temmuz ayında okudum. Tanımadığım (ve tanımak istemediğim) bu yazarlarla ne kadar çok özdeşleşirsem yazdıkları metinleri o kadar seviyorum. Fournier'le aramdaki yaş farkına rağmen sanırım metinleriyle bir şekilde özdeşleşebildim. Çeviriler sırasıyla Billur Köker, Can Belge ve Ayşe Ece'ye ait. 

Kırk yıl sonra yazacağım çizgi dizide yükseklik korkusu olan bir kuşun maceralarını anlatacaktım, kahramanım uçmaktan korkuyordu, bu yüzden adını Antivol (Fr: Uçma karşıtı) koymuştum.


17) Yeliz Turan Yunusoğlu, Yatak Odasındaki Kalabalık - Türkiye’de Kadınların Vajinismus Deneyimleri

Çok iyi kitap, çok sıkı bir araştırma. Yazarın çok titizlenerek hazırladığı bu kitap önemli bilgileri barındırıyor. Vajinismus'un biyolojik-psikolojik özellikleri dışında toplumsal-kültürel yaşantılarına kamerayı çeviriyor ve belki de asıl hikayenin orada olduğunu bize gösteriyor. 

Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de çifte standartlar kadınların cinsel yaşantısına hayli yön verir. Kadın cinselliğinin bastırılması, sırtını sağlam duvara yaslar çünkü namus olgusu, kadın bedenine ve cinselliğine karşı muhafazakâr tutumun kültürel ve toplumsal kefilidir.

11 Mayıs 2021 Salı

Ne Yapıyorum Evde?

29 Nisan 2021 tarihinden beri tam kapanmadayız, bilindiği üzere. Ben de evdeyim işte, herkes (!) gibi. Diye düşünürken, aslında herkes gibi olmadığımın farkına vardım. Bunun bugün farkına vardım. Çünkü bugün dışarı çıktım, 29 Nisan'dan beri ilk kez. Dışarısı normal bir günden daha kalabalıktı. 

Birkaç arkadaşım "Sen iyi misin yav, herkes dışarıda!" diye mesajlar atmışlardı. Abartıyorlar sanmıştım, abartmıyorlarmış. Gerçekten de dışarısı çok kalabalıktı. Bebek arabaları ve yaşlılar gözüme en çok çarpanlardı. 




"Ne yapıyorsun ki evde?" sorusunu çok sordular bana. Kitap okuyorum, diyordum. İyi de her zaman okuyorsun zaten, dediler. Film izliyorum, dedim. İyi de normalde de çok film izliyorsun zaten, dediler. Yeni bir kitap projesi üzerinde çalışıyorum, yıllar sonra yeni bir kitap fikri beni heyecanlandırdı, dedim. Tamam da, sen hep bir proje üstünde çalışıyorsun zaten, dediler. 

Ben ne dediysem, iyi de - tamam da - anladık da- dediler. 

Ben normalde ne yapıyorsam onları yapmaya devam ettim anlayacağınız. 

Şimdi bunları yazınca yine (!) çok duygusal olduğum düşünülecek, ancak elden ne gelir, yazmak durumundayım: 

Ne yapıyorum evde? Her zaman yaptığım şeyleri daha çok zamanım olduğu için biraz daha fazla yaptım: Gün aşırı kitap bitirdim, film izledim, psikolojik danışma görüşmelerimi yaptım, notlar aldım. Sonra milyonuncu kez kendimi ve hayatımı düşündüm. Geleceğimi düşündüm, ülkemi düşündüm, 'ne olacak bu ülkenin hali' diye sordum, yanıt alamadım. Zira yıllardır yanıt alamıyorum. Ne zaman bu soruyu sorsam boş akbil sesi geliyor kafamdan, ne üzücü! (Aylin Balboa cümlelerine hastayız.) Dert ürettim, evet bildiğiniz kendi kendime dert sahibi oldum, yani gelecekle ilgili endişelerimi artırdım; sonra bu endişelerin ne kadarının gerçek ne kadarının düşünce olduğunu düşündüm. Hepsi sadece birer düşünceden ibaretti. Hiçbiri gerçeklik olan gerçeği yansıtmıyordu. Çok sevdiğim ülkemin ekonomik ve siyasi sorunları karşısında hiçbir şeyi dert edesim yoktu aslında.

Son kitap siparişlerime baktım; henüz başlamadığım kitapları elimde karıştırıp durdum: Juan José Saer, Varlam Şalamov, Andrey Platonov, Hillary L. McBride, Gilles Deleuze, Mario Sabino, Claire Keegan gibi yazarların kitaplarda yazan biyografilerine baktım. Özendim onlara. İnsan bilmediği hayatlara özenip duruyor zaten. Kitaplara baktım, çevirmenler ne büyük emek harcayarak kitapları Türkçeye kazandırıyorlar; yazarlar kim bilir kaç zamanlarını ve emeklerini harcayarak bu eserleri ortaya çıkarıyorlar; belki daha da önemlisi neler neler yaşadılar da oturup yazmak, kendilerine iyi gelmek zorunda kaldılar? Bilemiyorum tabi. Saygı duydum. 

Gilles Deleuze'ün Kritik ve Klinik kitabının (son aldığım kitaplardan biri) arka kapak yazısı dikkatimi çekti, etkilendim:

"Kişi kendi nevrozlarıyla yazmaz. Nevroz, psikoz; bunlar, yaşam geçitleri değil, süreç kesintiye uğradığında, engellendiğinde, tıkandığında içine düşülen durumlardır. Hastalık bir süreç değil, 'Nietszsche örneği'nde olduğu gibi, sürecin durmasıdır. Bu haliyle yazar da hasta değil, daha ziyade hekimdir, kendisinin ve dünyanın doktorudur. Dünya, hastalığın insanla karıştığı semptomlar bütünüdür. Bu durumda, edebiyat bir sağlık girişimi olarak ortaya çıkar."

Kim ne ile uğraşırsa uğraşsın, ortaya bir eser, bir ürün çıkarabiliyorsa eğer, bu bir sağlık girişimidir; bu, kişinin kendine iyi gelmeye çalışmasıdır, düşüncesini kendimce pekiştirmiş oldum. 

Hepsinden sonra bugün iki saat dışarıya çıktım, sonra eve geldim, bu yazıyı yazdım, kendime şunu sordum: Ne yapıyorum evde?