30 Eylül 2021 Perşembe

Okuduklarım, Ağustos-Eylül 2021

 1) Talat Parman, Psikanalizi Yazmak

Talat Parman, psikanaliz hakkında yazdığı önceki yazılarını biraraya getirmiş. Hem psikanalizin teori ve pratiği hakkında hem de psikanalizin Türkiye'de kurumsallaşmaya başladığı yıllarda alana ışık tutan yazılar kaleme almış.

2) Donald W. Winnicott, Piggle

Küçük Bir Kız Çocuğunun Psikanalizle Tedavisinin Öyküsü'nü anlatan kitap bence özellikle çocuklarla çalışmak isteyen psikanalitik yönelimli alan uzmanlarına hitap ediyor. Winnicott gibi büyük bir terapistin vakayı ele alış biçimi ve pratiğini görmek için bile okunabilir. Özlem Yüksel çevirmiş.


3) Dolores Reyes, Toprakyiyen

Çok sevdim bu romanı. Yazarın anlatımı ve kızların başına gelen olaylara yaklaşımı beni çok etkiledi. Saliha Nilüfer çevirmiş. İyi edebiyat.


4) Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ben Deli miyim?

Uzun süredir okumak istediğim bir kitaptı Ben Deli miyim? Hüseyin Rahmi'nin diğer eserlerinin aksine oldukça uzun olması dikkat çekiyor. Gördüm ki dönemin İstanbul'una, siyasi ortamına, adalet anlayışına ve toplumsal ahlak konularına dair epey açıklama yapılmış. Sevenleri kaçırmasın.


5) Selçuk Altun, Kitap İçin 4

6) Selçuk Altun, Ardıç Ağacının Altında

7) Selçuk Altun, Ayrılık Çeşmesi Sokağı

Selçuk Altun okumayı hep çok sevdim. Kitap İçin derlemesini ilk kez aldım, diğerleri de yeni baskı yaptıkça alırım muhtemelen. Romanları ise yine çok iyiydi, sanki Ayrılık Çeşmesi Sokağı "en olmuş" Selçuk Altun romanı. 

Erkeklerin hayatının kadınını araması gibi ben de hayatımın aforizmasına ulaşmaya çalışıyordum.


8) Evrim Kuran, Onlar Göçtü Buradan

Evrim Kuran'ın yaptığı işleri ve araştırmalarını yakından takip ediyorum. Önceki kitabı Z Kuşağı gibi bu kitabı da kolay okunuyor, bir oturuşta bitirilebiliyor. Konuya neredeyse artık herkesin ilgili olduğunu gördüğüm için okunmasını tavsiye ederim.


9) Fatih Altınöz, Birine Bir Şey Yapmaktan Korkuyorum

10) Fatih Altınöz, Kutsal Aile

Fatih Altınöz'ü yeni keşfettim. 90'lı yıllarda Şizofrengi dergisini çıkarmış. Alana ilgi duyanların internette yayınlanan Şizofrengi sayılarına bakmalarını da mutlaka öneririm. Birine Bir Şey Yapmaktan Korkuyorum kitabında psikiyatrist olan Altınöz, karşılaştığı hastalara dair hikayelerini biraraya getirmiş. Ben severek okudum. Kutsal Aile'deki öyküyü ve anlatımı pek sevmedim açıkçası, beni hiç sarmadı. İktidarsızlar romanını da almıştım, bir ara onu da okuyacağım.


11) Jean Teule, İntihar Dükkanı

Çok övüldüğünden ve isminden dolayı merak etmiştim bu kitabı. Bir de İsmail Yerguz çevirisi olması kitabı bana aldırmıştı. Aslında iyi bir fikir, iyi bir hikaye ancak anlatımı sevmedim. Çok tekrar var olaylar arasında, kısa bir kitap olmasına rağmen yarısından sonra sıkılmaya başladım.


12) Lucia Berlin, Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı

Hikâye kitabı. Uzun süredir Türkçe baskısını Siren'den bekliyorduk. Siren'den beklediğim çoğu kitap gibi bu kitap için de diyebilirim ki beklediğime değdi! Kitaba adını veren hikayede zaten mahvoldum da diğer hikâyeler de oldukça etkileyici, usul usul akıyor. Aylin Ülçer, çevirilerini takip ettiğim birisi, yine çok iyi iş çıkarmış. Kendinize bir iyilik yapın ve bu kitabı kendinize hediye edin. 


13) Irvin D. Yalom, Divan

Divan'ı aslında 2018'de okumuştum, içerdiği psikoterapi uygulamaları ve etik kurallarla ilgili kısımlarda okumak istediğim parçalar olunca tekrar başladım. “Kayıp ruhların kurtarıcısı” olan Seymour Trotter’ın hayaletiyle tekrar karşılaşmaktan memnunum. Özden Arıkan çevirmiş.


14) Burçin Tetik, Annemin Kaburgası

Nefis öyküler. Nefis bir anlatım. Her öyküde içim sızladı. Burçin Tetik çok güzel iş çıkarmış.

Kardeşimin okul çantasını yerden kaldırırken elini leğen kemiğine götürmesinde duyardım annemin acıyan yerlerinin sesini. Annem değil, yaraları konuşurdu benimle.” 

29 Ağustos 2021 Pazar

Son Okuduklarım, Mayıs-Ağustos 2021

1) Edouard Louis, Babamı Kim Öldürdü

2) Edouard Louis, Eddy'nin Sonu

“Başkaları, dünya, adalet, sürekli birilerinden bizim intikamımızı alır ama onlar aldıkları intikamın bize fayda sağlamadığının, aksine bizi yok ettiğinin farkına varmazlar. İntikamımızı alarak bizi kurtardıklarını zannederken aslında bizi yok ederler.”

Eddy, otobiyografik kurmacalarında çocukken yaşadığı dünyayı okurlarına da yaşatıyor. Ayberk Erkay'ın yetkin çevirileri sayesinde metnin içine rahatça girebiliyoruz. 




3) Aleksandros Papadiamantis, Hadula - Bir Ada Öyküsü

Kitap kapağının minnoşluğuna aldanıp da almayın bence bu kitabı. İnsanın kanını donduran cinsten bir öyküsü var. Hakikaten çaresizlik insana neler yaptırabiliyor! Yasemin Aydın'ın yetkin çevirisi ve Herkül Millas'ın önsözüyle. Hararetle önerilir.


4) Ayfer Tunç, Suzan Defter

Ayfer Tunç kitaplarını çok ayrı seviyorum. Suzan Defter'de iki farklı günlük okuyoruz. Ben önce erkeğin günlüğünü sonra kadının günlüğünü okumayı seçtim. Nefis bir akıcılığı var öykünün. Ayfer Tunç iyi ki var, iyi ki yazıyor. 

(...) Anlamazdı. O anlayabilecek, ben anlatabilecek olsaydım, benim gibi adamların cenneti olurdu dünya.


5) Etgar Keret, Uç Artık

Keret'in Siren'den çıkan tüm kitaplarını okudum. Yıllar önce kendisiyle tanışma fırsatı yakalamıştım, o 1 saatlik sohbet benim için unutulmazdır. Yemek tarifi yazsa okurum dediğim yazarlardandır. Her zamanki gibi Avi Pardo çevirisiyle. 

Sohbet, cezaevinin zemininde büyük bir sabır ve çaba sonucunda kaşıkla kazılan bir tünele benzer. Tek bir amacı vardır; seni bulunduğun yerden çıkarmak.


6) Domenico Starnone, Bağlar 

Demokratik bir şekilde ailenin tüm üyelerinin ağzından aynı hikâyeyi farklı açılardan okuyoruz. En eğlencelisi çocukların konuştuğu üçüncü bölüm olmuş. Yüz Kitap'ın henüz kötü bir kitap yayımladığını görmedim. Meryem Mine Çilingiroğlu çevirisiyle.


7) Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
8) Milan Kundera, Yaşam Başka Yerde

Kundera'nın dokuz farklı kitabını 23-27 yaş aralığında okumuşum. 35'imde bu iki kitabı tekrar okumak istedim. Şimdi daha iyi anladığımı düşünüyorum. Fatih Özgüven ve Levent Kayaalp çevirileriyle. 


9) Mario Sabino, Babamı Öldürdüğüm Gün

Özlem Ekmeçiler Rocha çevirisiyle Türkçede ilk kez okuduğumuz yazarın psikanaliz meraklısı olduğunu daha ilk sayfalardan anlıyoruz. Roman içinde roman var, bence bu romanı asıl güzel yapan da bu fikir olmuş. 


10) Claire Keegan, Emanet Çocuk

İlginç bir anlatımı var Keegan'ın. Daha önce Yüz Kitap başka bir kitabını basmış ama nedense ilgimizi çekmemiş. Belki de Jaguar'ın yaptığı işlere çok odaklandık son zamanlarda bilemiyorum. Behlül Dündar çevirisiyle okuduk, akıcı ve zaman sıçramalı bir anlatımı var. 

“Baba,” diyorum. “Ağaçlar.”
“N’olmuş ağaçlara?”
“Hastalanmışlar,” diyorum.
“Salkım söğüt onlar,” diyor ve boğazını temizliyor.


11) Andrey Platonov, Mutlu Moskova

Söylemeye gerek bile yok, Platonov dünya edebiyatının en güçlü kalemlerinden biri. Can kitabı kadar etkilenmedim ama yine de okunur diye düşünüyorum. Günay Çetao Kızılırmak çevirisiyle.

İnsan doğru ve çalışkan olmalı, ben gelecek yaşamı yaşamak istiyorum, bisküvi olsun, reçel, şeker olsun ve her zaman kırlarda, ağaçların altında gezilebilsin. Yoksa ben yaşamam, öyle olmazsa canım çekmez. Canım basbayağı mutlu yaşamak istiyor. Eklenecek bir şey yok.


12) Varlam Şalamov, Kolıma Öyküleri

Bu kitabı tek seferde bitiremeyeceğimi daha ilk öyküden anlamıştım. “Şalamov insanın her ne olursa olsun hayatta kalma mücadelesini, olabilecek en duru ve en çarpıcı biçimde anlatmaktan hiç taviz vermez.” Bu kitabı, bu cümle yüzünden almıştım. Daha 50. sayfada hakkını verdi. Gamze Öksüz çevirisiyle. 


13) Jonathan Crary, 7/24 Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu

Kapitalizm, tüketim, mesai, uyku, topluluk fikri, gerileme-ilerleme gibi kavramlar bu kısa kitapta yoğun bir şekilde ele alınıyor. Nedim Çatlı çevirisiyle. Hannah Arendt referansını çok anlamlı buldum: “Eğer bir tüketim toplumunun üyelerinden başka bir şey değilsek, artık bir dünyada yaşamıyoruz, olsa olsa hep tekrar eden döngülerinde şeylerin görünüp kaybolduğu bir süreç tarafından sürükleniyoruz demektir.” 



14) Jean Louis Fournier, Tek Yalnız Ben Değilim 
15) Jean Louis Fournier, Dul 
16) Jean Louis Fournier, Son Siyah Saçım

Fournier'i çok seviyorum. YKY'den çıkan tüm kitaplarını okudum, bu üç kitabını da Temmuz ayında okudum. Tanımadığım (ve tanımak istemediğim) bu yazarlarla ne kadar çok özdeşleşirsem yazdıkları metinleri o kadar seviyorum. Fournier'le aramdaki yaş farkına rağmen sanırım metinleriyle bir şekilde özdeşleşebildim. Çeviriler sırasıyla Billur Köker, Can Belge ve Ayşe Ece'ye ait. 

Kırk yıl sonra yazacağım çizgi dizide yükseklik korkusu olan bir kuşun maceralarını anlatacaktım, kahramanım uçmaktan korkuyordu, bu yüzden adını Antivol (Fr: Uçma karşıtı) koymuştum.


17) Yeliz Turan Yunusoğlu, Yatak Odasındaki Kalabalık - Türkiye’de Kadınların Vajinismus Deneyimleri

Çok iyi kitap, çok sıkı bir araştırma. Yazarın çok titizlenerek hazırladığı bu kitap önemli bilgileri barındırıyor. Vajinismus'un biyolojik-psikolojik özellikleri dışında toplumsal-kültürel yaşantılarına kamerayı çeviriyor ve belki de asıl hikayenin orada olduğunu bize gösteriyor. 

Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de çifte standartlar kadınların cinsel yaşantısına hayli yön verir. Kadın cinselliğinin bastırılması, sırtını sağlam duvara yaslar çünkü namus olgusu, kadın bedenine ve cinselliğine karşı muhafazakâr tutumun kültürel ve toplumsal kefilidir.

11 Mayıs 2021 Salı

Ne Yapıyorum Evde?

29 Nisan 2021 tarihinden beri tam kapanmadayız, bilindiği üzere. Ben de evdeyim işte, herkes (!) gibi. Diye düşünürken, aslında herkes gibi olmadığımın farkına vardım. Bunun bugün farkına vardım. Çünkü bugün dışarı çıktım, 29 Nisan'dan beri ilk kez. Dışarısı normal bir günden daha kalabalıktı. 

Birkaç arkadaşım "Sen iyi misin yav, herkes dışarıda!" diye mesajlar atmışlardı. Abartıyorlar sanmıştım, abartmıyorlarmış. Gerçekten de dışarısı çok kalabalıktı. Bebek arabaları ve yaşlılar gözüme en çok çarpanlardı. 




"Ne yapıyorsun ki evde?" sorusunu çok sordular bana. Kitap okuyorum, diyordum. İyi de her zaman okuyorsun zaten, dediler. Film izliyorum, dedim. İyi de normalde de çok film izliyorsun zaten, dediler. Yeni bir kitap projesi üzerinde çalışıyorum, yıllar sonra yeni bir kitap fikri beni heyecanlandırdı, dedim. Tamam da, sen hep bir proje üstünde çalışıyorsun zaten, dediler. 

Ben ne dediysem, iyi de - tamam da - anladık da- dediler. 

Ben normalde ne yapıyorsam onları yapmaya devam ettim anlayacağınız. 

Şimdi bunları yazınca yine (!) çok duygusal olduğum düşünülecek, ancak elden ne gelir, yazmak durumundayım: 

Ne yapıyorum evde? Her zaman yaptığım şeyleri daha çok zamanım olduğu için biraz daha fazla yaptım: Gün aşırı kitap bitirdim, film izledim, psikolojik danışma görüşmelerimi yaptım, notlar aldım. Sonra milyonuncu kez kendimi ve hayatımı düşündüm. Geleceğimi düşündüm, ülkemi düşündüm, 'ne olacak bu ülkenin hali' diye sordum, yanıt alamadım. Zira yıllardır yanıt alamıyorum. Ne zaman bu soruyu sorsam boş akbil sesi geliyor kafamdan, ne üzücü! (Aylin Balboa cümlelerine hastayız.) Dert ürettim, evet bildiğiniz kendi kendime dert sahibi oldum, yani gelecekle ilgili endişelerimi artırdım; sonra bu endişelerin ne kadarının gerçek ne kadarının düşünce olduğunu düşündüm. Hepsi sadece birer düşünceden ibaretti. Hiçbiri gerçeklik olan gerçeği yansıtmıyordu. Çok sevdiğim ülkemin ekonomik ve siyasi sorunları karşısında hiçbir şeyi dert edesim yoktu aslında.

Son kitap siparişlerime baktım; henüz başlamadığım kitapları elimde karıştırıp durdum: Juan José Saer, Varlam Şalamov, Andrey Platonov, Hillary L. McBride, Gilles Deleuze, Mario Sabino, Claire Keegan gibi yazarların kitaplarda yazan biyografilerine baktım. Özendim onlara. İnsan bilmediği hayatlara özenip duruyor zaten. Kitaplara baktım, çevirmenler ne büyük emek harcayarak kitapları Türkçeye kazandırıyorlar; yazarlar kim bilir kaç zamanlarını ve emeklerini harcayarak bu eserleri ortaya çıkarıyorlar; belki daha da önemlisi neler neler yaşadılar da oturup yazmak, kendilerine iyi gelmek zorunda kaldılar? Bilemiyorum tabi. Saygı duydum. 

Gilles Deleuze'ün Kritik ve Klinik kitabının (son aldığım kitaplardan biri) arka kapak yazısı dikkatimi çekti, etkilendim:

"Kişi kendi nevrozlarıyla yazmaz. Nevroz, psikoz; bunlar, yaşam geçitleri değil, süreç kesintiye uğradığında, engellendiğinde, tıkandığında içine düşülen durumlardır. Hastalık bir süreç değil, 'Nietszsche örneği'nde olduğu gibi, sürecin durmasıdır. Bu haliyle yazar da hasta değil, daha ziyade hekimdir, kendisinin ve dünyanın doktorudur. Dünya, hastalığın insanla karıştığı semptomlar bütünüdür. Bu durumda, edebiyat bir sağlık girişimi olarak ortaya çıkar."

Kim ne ile uğraşırsa uğraşsın, ortaya bir eser, bir ürün çıkarabiliyorsa eğer, bu bir sağlık girişimidir; bu, kişinin kendine iyi gelmeye çalışmasıdır, düşüncesini kendimce pekiştirmiş oldum. 

Hepsinden sonra bugün iki saat dışarıya çıktım, sonra eve geldim, bu yazıyı yazdım, kendime şunu sordum: Ne yapıyorum evde?

29 Nisan 2021 Perşembe

Son Okuduklarım, Mart-Nisan 2021

Uzun zamandır okuduklarımı kısa kısa paylaşmıyordum, arada aklıma geliyor, kaldığım yerden devam ediyorum.

1) Mehmet Z. Sungur - Belirsizlikle Barışmak, Kaygı ve Endişeyi Yönetmek

Yüksek lisanstan hocam Mehmet Sungur'un Belirsizlikle Barışmak kitabını Mart ayında okuyabildim. Hocayı tanıdıkça, çalıştığı psikoterapinin imkânlarını kendi hayatında nasıl yaşattığını da görme fırsatını elde etmiş oldum. Yazdığı her satıra inanıyor, önerdiği yaklaşımları kendi hayatında uyguluyor. Kaygının kıskacında yaşayan kişilere hararetle öneririm.




Şule Gürbüz'ü Kambur'dan beri bekletiyordum. Mart ayında daha fazla bekletmemek adına Zamanın Farkında'ya daldım gitti. Öyküleri kendi has üslûbuyla okurlara aktarıyor. Hani hit şarkılar vardır, bir de hit olmayan, kendi nabzını tutturabilen şarkılar; Şule Gürbüz'ün kitapları da bence aynen böyle. Hit olmaktan çok uzak, uçsuz bucaksız kelimelerin imkânlarını kullanıyor. 




Bu kitaba aşırı beklentiyle başladım. Yer yer güzel bir anlatımı vardı, ancak Jungcu analist olan yazar metni fazlasıyla Jung'a boğmuş. Psikanalitik metin temeli olmayan okurlar biraz zorlanabilir, iyi bir metin. 




Malumunuz, Jaguar işleri hep iyidir. Prospero Kitaplığı da ilginç metinleri bir araya getiriyor. Ancak bu kitabın tanıtımında kullanılan "Başyapıt" ifadesine katılamadığımı belirtmeliyim. Ana akım dışında edebi okuma yapmak isteyenlere önerebilirim elbette.




Çok ilginç bir dedektiflik öyküsü desem sanırım yanlış bir şey söylemiş olmam. Yazarın anlatım şekline bayıldım. Yüz Kitap'ı seviyor ve işlerini takip ediyorum. 



Siren'i yıllardan beri takip ederim, bir süredir kitaplarını alamıyordum, zinciri Miras'la kırdım, iyi ki de kırmışım. 300 sayfalık kitabı onca işimin arasında bir günde bitirdim. Zaman sıçramalarını sevdim. 





Sanırım Mart-Nisan aylarında şu ana kadar okuduğum en iyi kitaptı Soğuk Deri. İnanılmaz büyüleyici bir öykü. Kitabı resmen elimden bırakamadım. Yine bir günde bitirdiğim bir kitap oldu Soğuk Deri. Böyle bilinmeyen, tanımlanamayan yaratık/canavarların olduğu kitaplar neden çok güzel oluyor. Bayan Caliban, Denizadamı gibi kitapları okuyup sevdiyseniz Soğuk Deri mutlaka alınmalı. Bir fikriniz yoksa hemen alınmalı. Bu kadar iddialı söylüyorum. 

20 Şubat 2021 Cumartesi

Klinik Psikoloji YL (Tezli) kabul aldık, peki şimdi?

Tuna Hocam bu ne biçim soru, artık bir zahmet gidip okuyacaksınız, dediğinizi duyar gibiyim, haklısınız da. Ancak işler o kadar kolay değil. Çünkü 4,5 yıldır çalıştığım okuldan ayrıldım ve bir aksilik olmazsa 22 Şubat Pazartesi günü yeni yerimde işe başlayacağım. Ve yine bir gün bile boşluğum olmayacak. Her gün 10-11 saatlik mesainin yanında yüksek lisansın beraberinde getirdiği sorumluluk ve ödevleri günü gününe yapabilecek miyim, işte bu beni düşündürüyor. 


Başvuru süreci ve bilim sınavından bahsetmem gerekirse, kısaca özetlemeye çalışayım: 

Öncelikle neden Klinik Psikoloji programlarına başvurdum, önceki bir yazımda PDR'nin Klinik Psikoloji için alan dışı olmadığını yazmıştım, okumayanlar için link.

20-21 Bahar döneminde İstanbul Kent, Beykent, Haliç, Arel ve Üsküdar Üniversiteleri'nin Klinik Psikoloji tezli programlarına başvurularımı online sistem üzerinden yaptım. Bir de BAU'nun PDR (Tezli) programına başvurdum.

Üsküdar, en baştan itibaren pandemi nedeniyle bilim sınavı ve mülakat yapmayacağını duyurmuştu. Benim ALES ve lisans ortalamam düşük olduğu için kendime hiç şans vermemiştim, ki öyle de oldu. Üsküdar'ın sayfasında bende sadece "Yerleşemedi" yazıyordu. Bu durum beni bir miktar üzse de enseyi karartmadım çünkü asıl istediğim program İ. Kent'ti ve buranın sınavını bekliyordum. 

(Bu arada merak edenler için ALES-EA puanım: 73, lisans ortalamam 3.16)

Bir süre sonra Haliç'ten de ses çıkmayınca mail attım, dediler ki web sitesinde yayınladık. Açtım baktım, ben tabi ki yine yokum listede, o yüzden mail atmaya gerek görmemişler sanırım :) İnsan başvuran herkese mail atar yahu, mail atmak parayla değil.

Derken Arel bir liste yayınladı, bilim sınavı yapmayacaklarını sadece mülakat yapacaklarına dair de mail attılar. İlk gelen dosyada ne asil listede varım ne de yedek listede. Yavaştan bu işi unutsam iyi olur diye düşünmeye başladım. 

Beykent'ten de haber yoktu, bana mail olarak gelen sistem linkinden başvurumu kontrol ediyordum ama her defasından "onaya gönderildi" yazısı dışında bir şey göremiyordum.

Sonunda İ. Kent bilim sınavı için kullanıcı adı ve şifre gönderdi. Hadi Tuna dedim kendime, muhtemelen BDT soracaklar, eğitimini aldın, yaparsın, dedim. (Kendime gaz vermekte hiç sakınca görmüyorum.)  20 soru, 25 dk denildi. O heyecanla ben sınavı 17 dk'da bitirdim. Çünkü hatırladığım kadarıyla 4-5 tane metakognitif terapi, 2-3 tane cinsel işlev bozukluğu, 2-3 tane psikotik bozukluklar, 1-2 tane davranışçı yaklaşım sorusu vardı. Gerisini inanın hatırlamıyorum. Sınavı yetiştireyim diye hızlı hızlı okuyup işaretledim şıkları. Sınavdan sonra ise neredeyse hiç umudum yoktu. Belki 7-8 soruyu emin olarak işaretlemişimdir ama ne metakognitif terapiyle ne de cinsel işlev bozukluklarıyla ilgili tam bir bilgim vardı. Bir ihtimal 10 doğru-10 yanlış yapmışımdır diye düşünüyordum. Bilmediğim soruları mantık yürüterek yapmaya çalıştım. Sınav sonucu açıklandığında 17-3 yaptığımı ve 85 aldığımı gördüm. Diğer puanlardaki oranlar da listeye dahil edilince 6. yedek olarak açıklandım ve asil listenin kayıt haftasından sonraki haftada aranıp kayda çağrıldım. 18 Şubat tarihinde de program ücretini borç-harç denkleştirerek gidip kayıt yaptırdım. 

Bu arada bunlar olurken Arel bir mail daha attı, bu sefer benim adımın da olduğu 10 kişilik bir mülakat listesi daha açıklandı. Nasıl ve neden oldu bilmiyorum, bana belirtilen tarih ve saatte online olarak linke girdim ve mülakata katıldım. Ancak şunu söylemeliyim ki, mülakatta hiç rahat edemedim. Girdiğim canlı yayın odasında kaç kişi vardı bilmiyorum ama bir tane erkek hocayı görebiliyordum sadece, oldukça soğuk bakışları ve davranışları tuhafıma gitti. 10 dk mülakat mı olur diye düşünüyorum, diğer taraftan da bu insanlar Klinik Psikolog değil mi, neden bu kadar soğuk bir ortam var diye merak ediyorum. Neyse uzatmayayım, çok tutuktum mülakat sırasında ve iyi geçmediğini anlamıştım. Sonuçlar açıklandığında 10. yedek olduğumu gördüm. (Kent'ten kabul aldığım için artık umursamadım bu durumu.) 

Derken Arel'in Klinik Psikoloji kabulleriyle ilgili bu sabah twitter'da yazışmalar gördüm, birtakım spekülasyonlar var, merak edenler için linkini buraya bırakıyorum. Oldukça şaşırtıcı bilgiler var burada, Arel'in yapacağı (yaparlarsa yani) açıklamayı şimdiden çok merak ediyorum. Klinik Psikoloji doktorası yaptıktan sonra yüksek lisansa gelmek de ne bileyim, tam tersi olması gerekmiyor mu? 

Bu arada 19 Şubat tarihinde BAU-PDR'den de kabul aldığımı öğrendim. Kendilerine teşekkür eder, hoca ve öğrencilerine başarılar dilerim.

Peki İ. Kent'teki tezli program nasıl bir yerdir? Ben de bunu yeni öğreniyorum bugünlerde. Ancak programa başvurmadan önce alanı takip eden herkes gibi Mehmet Zihni Sungur'un bu programda olduğunu biliyordum. 2 yıl önce Ebru Şalcıoğlu'ndan BDT eğitimi aldığım için yüksek programı ararken ilk kriterim zaten BDT yönelimli bir program olmasıydı. Bir de Mehmet Hoca'nın olması sanırım tadından yenmez hale getiriyor Kent'i. 

Kent'e başvurmadan önce web sitelerinde tezli programın dersleri yazıyordu (nedense şimdi kaldırılmış), ders programı beni oldukça memnun etmişti. Şimdi Youtube'da hem Mehmet Hoca'nın hem de Anıl Hoca'nın videoları var, bu videoları da izlemiştim ve programa olan güvenim daha da artmıştı. Video linklerini sırasıyla bırakıyorum: Mehmet Zihni Sungur ve Anıl Gündüz

Sevgiler,

Tuna