Psikoterapi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Psikoterapi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Nisan 2022 Cumartesi

Freud'dan Lacan'a Psikanaliz

Kelt kökenli genç bir Fransız kadın, rüyasında, toprağa gömülmüş eski bir kılıcın topraktan çıkarıldığını görür. Bu bir Kelt kılıcıdr; süslü, tam sanat eseri bir kılıç. Kılıcı topraktan çıkaran tanımadığı bir adam, onu genç Fransız kadına hediye eder. 


Jung'un bu rüya üzerine uyguladığı Freudcu serbest çağrışım şu sonuçları verir: Fransız kadın kaybettiği babasının askeri kılıcını anımsar, bu kılıcı küçük bir kızken babası ona gösterdiğinde, güneşte parlayan kılıç karşısında duyduğu heyecanı anlatır. Babası enerjik, erkeksi özellikleri ön planda, yiğit, gözü kara bir adamdır. Cesur oldukları söylenen Kelt kökenlerine bağlıdır. 

Freudcu analiz şöyle özetlenebilir: Hasta, babası karşısında ambivalan (çift değerli) bir tutum içindedir. Bir yandan ona hayran, hatta ona erotik fantezilerle bağlı iken, öte yandan da babasının saldırgan tavırlarından acı çeken annesi ile özdeşleşmektedir (bu özdeşleşmeden dolayı da erkeksi özellikleri ön planda erkeklerden kaçmakta, daha çok kadınsı, zayıf, nevrotik erkeklerle ilgilenmekte, ancak bu ilişkilerine de pek değer vermemektedir. Zaten analiz süresince de erkek analist karşısında şiddetli dirençler geliştirmiştir.) Rüyası, babasının fallusuna sahip olma arzusunu dile getirmektedir. Rüyada kılıcı almakla bu çocuksu arzusu sanrısal bir şekilde tatmin edilmiştir. 

Aynı rüyanın Jung tarafından yapılan, kendi teorisine uygun yorumu ise şöyle özetlenebilir: Hasta, babasının silahını almakla onun enerjisine, karar verme gücüne, sorunların üzerine gitmedeki yeteneğine, kendinden daha emin olmaya duyduğu ihtiyacı dile getirmiştir. Bir bölümüyle mirasçısı olduğu bu silah, potansiyel halinde bilinçdışında mevcuttur. Onu topraktan, gizli olduğu derinlikten çıkaran analizdir. Hasta böylece babasına daha çok benzeyecek, şimdiye kadar kullanmadığı gizli silahını kullanacaktır. Yaşamını eski atalarından kalma değerler üzerine inşa edecek, daha güçlü ve kararlı olacaktır. Onu nevrotik kılan korkular, kaçınmalar, boyun eğmeler bu yol ile son bulacaktır.

Şimdi bu iki analiz arasındaki fark nedir? İlki rüyanın görülmesini sağlayan bilinçdışı nedenleri araştırırken, diğeri bu rüyanın hastanın yaşamına nasıl bir yön verdiğini incelemektedir. Jung'a göre Freudcu analiz hastaya bir şey vermez, ama aksine, kendi analizi hastaya izlemeyi arzuladığı yolu, uzun zamandır kullanmadığı, görmediği gizli ruhsal (psişik) güçlerini gösterir. Kompleksinin altını çizmek yerine, olması gereken ve olabileceği kişiliği gösterir. 

Şimdi kanımca Freud ve Jung birbirinden çok farklı yorumlar yapmıyorlar. Söz konusu yorumları karşıt, uzlaşmaz yorumlar olarak görmek gereksiz. Farklılık, tedavi edici faktörün ne olduğu konusundaki anlaşmazlıkta düğümleniyor; ilki bilinçdışı kompleksi bilinç düzeyine çıkarmakla nevrozun tedavi edileceğini düşünürken, diğeri bilinçdışının kendisini tedavi edici bir potansiyel olarak görüyor. Bu bilinçdışı faktörleri güçlendirmeyi hedef alıyor. Bu nedenle, Slater'ın yukarıda sözünü ettiğimiz iddiası karşısında daha dikkatli düşünmemiz gerek. Söz konusu teoriler gerçekten uzlaşmaz, çelişik, dolayısıyla birinin yanlışlanması gereken teoriler mi, yoksa bir şekilde bütünleştirilebilir yaklaşımlar mı? Bana bu ikinci varsayım daha kuvvetli gibi görünüyor. Sözgelimi Adler de aslında Oidipus kompleksini reddetmez, ancak bu kompleksi Freud'dan farklı bir şekilde yorumlar: Şiddetli aşağılık kompleksi olan ve sosyal duygusu gelişmemiş çocuk, dış dünyaya açılmak yerine aile içine kapanır ve arzularına, bu arada cinsel arzularına da aile içinde nesneler arar; Oidipus kompleksinin nedeni budur Adler'e göre. Freud ise şiddetli Oidipus kompleksi nedeniyle nesne libidosunun karşı cinsten ebeveyne bağlı kalacağını, nesne libidosunun bu saplantısının toplumsal nesnelere yönelmeyi, toplum duygusunun gelişimini engellediğini söyleyecektir. Bu biraz tavuk-yumurta hikâyesini andırırsa da, her iki teorinin aynı anda doğru olması, yani bu iki sürecin birbirini pekiştiren faktörler olması da mümkündür. Yani bunları mantıken zorunlu olarak karşıt olmaktan çıkaracak bir yorum mümkündür. Bu durumda da bir seçim yapma zorunluluğu ortadan kaldırılabilir pekâlâ. 

- Saffet Murat Tura, Freud'dan Lacan'a Psikanaliz

4 Nisan 2022 Pazartesi

Kusursuz Kadının Peşinde

Fowler: Hamilton'u kadın bağımlısı şeklinde tanımlıyorsunuz. Ayrıca bize onun kadınların her biriyle tuhaf bir ilişki kurduğundan söz ediyorsunuz. Onun öykülerini işittiğinizde aklı­nıza ne geliyor? Onun birçok belirtisini ve yakınmasını nasıl bir elekten geçirip Hamilton'un yaşadığı zorluklar içinde hangisinin merkezi önem taşıdığına nasıl karar veriyorsunuz?

Volkan: "Merak" kediyi öldürür derler. Ben, ofisimde sağlamaya çalıştığım güvenli ortamda analizi iyi bir analiz yapanın "merak" olduğunu düşünüyorum. Hastayı dinlerken belirtilerinin, yakınmalarının ve diğer öykülerinin anlamlarını merak ederim. Aklıma gelenlerin çoğu psikanaliz eğitimim ve çocuk geliş­mesi ile insan zihninin evrimi üzerine bilgilerimle bağlantılıdır.


Örneğin, Hamilton her gece bir kadına duyduğu tuhaf gereksinimden, yanında bir kadın olmadığında kaygılı, hatta "paranoid" hale geldiğinden söz ettiğinde, küçük bir çocukken annesiyle olan etkileşimlerinde çektiği zorluklar yüzünden iyi bir anne arayışı­na saplanıp kalmış mı acaba diye merak ederim. Aynı kadınla üst üste iki gece yatamadığını söylediğinde ya da evliliği sırasında Mary ile paylaştığı yataktan çıkıp Della'nın küllerinin yanındaki divana geçtiğini anlattığında, çocukluğundaki annesinin ya da onun bakımını üstlenen kişinin zihinsel imgesini bütünleştiremediği olasılığını aklıma getiririm. Bu soruların yanıtlarını merak ederim, ama Hamilton'a bunu söylemem. 

Analize daha yeni başladık. Aklıma gelen her şeyi hemen hastaya söylemem gerekmiyor. Hastanın bilmesi gereken, onu etkin biçimde dinliyor olduğum. Bu yüzden zaman zaman "Hımm! Hımm!" gibi sesler çıkarırım. Popüler basında karikatüristler ve komedyenler bu tür ibarelerle dalga geçerler ama hastanın onu dikkatle dinliyor olduğumu bilmesi açısından bunlar önemli. Analitik süreçte bu zorlu işin büyük kısmı Hamilton'a düşecek. Bir yandan ben onun yaşamıyla ilgili bilgi toplamayı sürdürürken, bir yandan da onun divanda söylediklerinin anlamlarını merak etmesine yardımcı olacak yollar ararım.

Fowler: Hamilton'un zihninde "kız arkadaşları birbirinin yerine geçebiliyordu" derken, bu dinamik bir formülasyon mu, yoksa sadece onun davranışlarına dair bir gözlemden mi ibaret?

Volkan: Öncelikle, bu ilk görüşme sırasında (analizine başlamazdan önce onu yüz yüze gördüğüm ilk seansta) ve divandaki ilk seanslarında yaptığı tanımlamaları ve adres defterindeki bunca kadına dair öykülerini temel alarak yapmış olduğum bir gözlem. Sonra, birçok kadını birbirinin yerine konabilir gibi algılamasının daha derin anlamını bulmak üzere olası bir formülasyon yaptım: 

Aklıma gelen, çocukluğunda annesi ve onun vekilleriyle yaşadığı zorluklara saplanıp kalmış olmasıydı. Bu yüzden, yetişkin yaşamındaki kadınlar (tabii ki onların birbirinden farklı insanlar olduklarını biliyordu) henüz onlarla psikolojik hesapları kapatamadığı, çocukluğunun "iyi” ve "kötü" annelerini temsil ediyordu. Bu hesabı kapatmak istiyordu; ama ne yazık ki bu örüntüyü tekrarlamaya saplanıp kalmıştı. 

Kısa bir süre sonra, çok renkli kuşların olduğu maskeli balo düşünü getirdi: bu düş, içsel olarak kadınlar arasında ayrım yapmadığının bir "kanıtı" oldu. Hamilton düşünü anlatırken aklı karışmıştı. "Bütün kuş­lar aynı, çok sayıdalar, ama hepsi birbirinin aynı." Gündelik ya­şamında kadınlar gelip geçiyorlardı, sayıları o kadar çoktu ki bazen önceki gece kiminle yattığını bile anımsayamıyordu! 

İşte bu noktada ben onun çok sayıda kadını birbirinin yerine kullanıyor olduğuna dair bir "kanıt" buldum. Uygulamada, ilk görüşmede ve ilk seanslarda yapılan gözlemlerin doğru olup olmadıklarını anlamak için daima beklemeniz gerekir. Beklersiniz ve ortaya çı­kan verilere kulak verirsiniz (belki gözlemleriniz doğrulanacak ve önemli olacaklardır, belki de anlamsız oldukları anlaşılacaktır): hastalar, çatışmaları açısından elzem olan temalara tekrar tekrar dönerek size bunu söylerler.

- Vamık D. Volkan, Kusursuz Kadının Peşinde

29 Mart 2022 Salı

Terapist Olmak

Direnci Kabul Ederek Karşılamak

Aikido denge ve enerji prensipleri üzerine kurulu bir dövüş sporudur. Aikido'nun temel felsefesi şudur: Eğer biri sana saldırıyorsa, o kişide akli dengesizlik vardır. Bu bağlamda, aikidocunun görevi, saldırgan yeniden denge sağlayana kadar onu alacağı kötü kararlardan korumaktır. Bu sebeple, aikidoda saldırganla doğrudan güç uygulanarak yüzleşilmez. Bunun yerine becerikli taktiklerle saldırgandan kaçınılır. Böylece saldırının enerjisi dairesel hareketlerle yıkıcı olmayan bir harekete dönüştürülür. Hamle doğru bir şekilde uygulanırsa ne saldırgan ne de kurban saldırıdan zarar görür. 


Aikido metaforu, psikoterapide direncin nasıl karşılanacağına çok iyi oturur. Meslekte yeni bir terapist için en büyük risk danışanın direncini kişisel almak ve bu direnci kendi benliğinin ürünü olan bir enerji ile karşılamaktır. Tıpkı aikidoda olduğu gibi, direnç danışanın ruhsal dengeye ulaşabilmek ve bütünlük kazanabilmek için yardıma ihtiyaç duyduğunun göstergesidir. Danışanınızın gösterdiği direncin sizde duygusal tepki uyandırması tamamen normal olsa da, böyle bir durumda odağınızı kaybetmemeniz ve terapötik rolünüzün farkında olmanız çok önemlidir. Karşı atak ile misilleme yapmak, o an gözünüze çok cazip görünse bile, kesinlikle tercih edilmemelidir. Direncin tanınması, anlaşılması ve terapideki öneminin farkına varılması gerekir. Ancak bu şekilde direnç dönüştürülerek yeni yeni düşünme, hissetme, var olma yolları benimsenebilir. Danışanın direnci geçmişteki zoruluklarda kendini savunabilmesini sağlamıştır. Direnci bu gerçeği akılda tutarak kabul etmek terapötik başarının önemli bir parçasıdır. 

Kariyeriniz boyunca, yüzlerce farklı direnç türü ile karşılaşacağınız kesindir; asıl soru bu farklı türlerle nasıl baş edeceğinizdir. İlk ve belki de sadık kalınması en zor olan kural şudur: Sakın savunmaya geçmeyin. Direncin çok büyük ihtimalle sizinle değil danışanın kendisi ile ilgili olduğunu unutmayın. İkincisi, danışanın endişelerini dikkatle dinleyin. Belki, sizin becerileriniz ve bilginiz ile ilgili endişelerinde haklılık payı vardır. Çalışmaya devam etmeden önce, bu düşünceler üzerine etraflıca düşünülmeli ve konuşulmalıdır. Örneğin danışan zor biri olduğunu ve bu yüzden meslekte yeni biri yerine daha deneyimli bir terapiste ihtiyaç duyduğunu fark edebilir. Bazı danışanların, karşı cinsten bir terapist ile konuşmaya utandıkları sorunları olabilir. Danışanınızın endişelerini dinledikten sonra kendinize şunu sorun: Danışan hangi bakımdan haklı olabilir? Danışanın soruları size yeni bir bilgisizlik alanı açar. Sonuçta, hiçbirimiz bize gelen bütün danışanlara yardımcı olacağımızı garanti edemeyiz.

Aşağıdaki sorular üzerine düşünün:

-  Bu danışanı tedavi edebilecek vasıflara sahip miyim?
-  Birbirimize uygun muyuz?
-  Bu danışan başka bir terapist ile çalışmaktan daha fazla fayda sağlayabilir mi?
-  Bu danışana yardım edebileceğimi hissediyor muyum?
- Bu danışana karşı, ona yardım edebilme yeteneğimi olumsuz yönde etkileyecek güçlü bir karşı aktarım hissediyor muyum?

Bunlar cevaplaması zor ve çetrefilli sorulardır. Doğru karar varmak için gerekli deneyimi kazanmak yıllar alır. Bu yüzden süpervizörünüzden alabildiğiniz kadar çok yardım alın.

Eğer danışanınızın endişelerini ciddi olarak dikkate alıp, kendi nitelikleriniz üzerine düşündüyseniz ve bu endişeler hâlâ haklı kaygılardan çok direnç gibi görünüyorsa, o zaman bir sonraki adıma geçebilirsiniz: Danışanınızın neden direnç göstermeye ihtiyaç duyduğunu anlamak. 

Danışanınızın ilişki geçmişini araştırın, başkalarından ne ölçüde ve nitelikte destek gördüğünü inceleyin. Bir önceki bölümde de anlatıldığı gibi danışanınız daha önce en çok güvendiği kişiler tarafından aldatılmış ya da yanlış yönlendirilmiş olabilir. Direnç doktor ya da diğer ruh sağlığı çalışanları ile yaşanmış geçmiş deneyimlerden kaynaklanıyor da olabilir. Daha önce eski terapistlerinin yanlış uygulamaları yüzünden mağdur olmuş bazı danışanlarım oldu. Bu durumlarda tedavinin ilk kısmı tamamen benim yetkinliğim ve güvenilirliğim ile ilgili konulara odaklanmıştı. Kötünün iyisi, danışanınıza daha önce kendisine hurda araba satmış bir galeri sahibini hatırlatıyor olabilirsiniz. 

Burada esas mesele şudur: Danışanınız direnci deneyim sonucunda, başka bir bağlamda hayatta kalabilmek için geliştirmiştir. Bu gerçek, terapist tarafından kabul edilmeli, keşfedilmeli ve araştırılmalı ama asla kişisel olarak algılanmamalıdır. 

20 Mart 2022 Pazar

50 Dakikalık Seans

(...) Birkaç yıl önce Maryland'deki bir psikiyatri hastanesi kadrosundayken tam olarak bunu gözlemlemiştim. O zamanlar, Tanrı'nın Annesi, Meryem olduğu sanrısına kapılmış, orta yaşlı paranoyak bir kadın hastamız vardı. İlkini yatırdıktan birkaç ay sonra, aynı sanrısı olan başka bir hastayı kayıt ettik. Her ikisi de benzer sosyo-ekonomik seviyeden ve her ikisi de Katolik olan, mülayim insanlardı. Bir gün, başka bir personel ve ben mutlu bir şekilde çimenlerdeyken, iki sanrılı kadın karşılaştı ve birbirleriyle sırlarını paylaşmaya başladılar. 


Çok geçmeden ikisi de bir diğerine "gizli" kimliğini açıkladı. Ardından yaşanan şey ders vericiydi. Birincisi, "en yaşlı" hastamız, gözle görülür tedirginlik ve ani bir irkilme tepkisiyle "Şu yüzden olamazsın, canım," dedi. "Delirmiş olmalısın. İsa'nın Annesi, benim." Yeni hasta, arkadaşına kederli bir şekilde baktı ve acımanın yankılandığı bir sesle, "Korkarım ki kafası karışmış olan sensin; ben Mary'yim," dedi. Ardından, bana sadece dinleyip gözlemlememi söyleyen, benden daha yaşlı ve daha deneyimli meslektaşımın müdahalesiyle karışmamın engellendiği kısa ama nazik bir tartışma çıktı. Bir süre sonra tartışma son buldu ve ardından düşmanların birbirini temkinli bir şekilde incelediği uzun bir sessizlik geldi. Sonunda "daha yaşlı" hasta benimle ayakta dikilen doktoru el işaretiyle yanına çağırdı.

"Doktor S, Kutsal Meryem Anamız'ın annesinin adı neydi?" diye sordu.

"Sanırım, Anne idi," diye cevapladı.

Bir anda, bu hasta diğerine döndü, yüzü ışıldıyor ve gözleri parlıyordu. "Eğer sen Mary isen, ben de Anne olmalıyım, senin annen," diye belirtti. Ve iki kadın birbiriyle kucaklaştı. 

Bu hikâyeye ait bir dipnot olarak, İsa'nın Annesi yanılsamasından vazgeçen kadının bu olaydan sonra tedaviye hızla yanıt verdiği ve kısa sürede taburcu edildiği kayıtlara geçmelidir.

Psikozuna dahil olmam, gözden kaçırılmaması gereken başka bir amaca daha hizmet ediyordu. Cin fikirli Dr. John N. Rosen'ı yorumlamak gerekirse, terapist hastayla aynı davranışı sergilediğinde -ve aynı fikirleri aynı dili kullanarak ifade ettiğinde- hastanın kendi imajı ve aktiviteleri önünde ekran varmış gibi yansıtılır. Böylece, cesur bir manevrayla, gerçeklik tarafına itilir, gözlemlediği şeyin yani kendi davranışlarının karşısında durarak eleştirel bir pozisyona girmek zorunda bırakılır ve bir tutum benimsemeye mecbur kalır. Bu tutum, kısa sürede klinisyenin artık ruhsal yapıyı yeniden yapılandırmada kullandığı terapötik bir araca dönüşür. 

Bu "dahil olma terapisi" prensiplerinin üçü de -ve burada bizi meşgul etmesine gerek olmayan diğerleri- Kirk'e uygulandı. O zamana kadar onun özel alanı olmuş fanteziye doğrudan dahil oluşum, "yaşam alanına" baskı yapmış, onu aynadaki yansımasıyla karşı karşıya bırakmış ve eleştirel gerçeklik pozisyonuna getirmişti. Sonuç olarak, yavaş ama kesin bir şekilde, psikozundan uzaklaşmaya başlamıştı. 

Fakat bu arada, bana, psikanalistine (ya da kullandığım yöntem artık kesinlikle psikanaliz olmadığı için, psikoterapistine desek daha doğru olur) tuhaf şeyler olmaya başlamıştı ve bana olan şey, şimdi dönmek istediğim öngörülemeyen kişisel etkilerdir - en azından geriye dönük, eğlenceli ve öğretici oldukları için. 

- Robert Lindner, 50 Dakikalık Seans 

21 Ocak 2022 Cuma

Bilişsel ve Davranışçı Terapiler

Son zamanlarda lisans/yüksek lisans öğrencilerinden aldığım birçok mesaj, benim devam etmekte olduğum eğitim süreçlerini kapsıyor. Klinik Psikoloji yüksek lisansıyla ilgili soruların yanında Bilişsel ve Davranışçı Terapiler adına da sorular geliyor. (Kognitif ve Davranış Terapileri olarak da bilinir, aynı şeyden bahsediyoruz.) Benim yaptığım okumalar sonucunda paylaştığım psikanalitik yazılar sanırım biraz kafa karıştırmış. Bana göre kafa karıştıracak bir durum yok aslında; psikanalitik yazılar okumayı, durumlara farklı açılardan bakabilmeyi seviyorum. Bu yüzden insan için yapılan ve geliştirilen her psikoterapi çok değerlidir görüşündeyim. Bir fanatik gibi ekol savunması hiç yapmadım, bundan sonra da yapmam büyük ihtimalle. Ben tamamen Kanıta Dayalı Psikoterapiler (Evidence-Based) olarak kavramsallaşan Bilişsel ve Davranışçı Terapiler (BDT) yönelimli bir eğitim alıyorum ve çalışma pratiğim de tamamen BDT'ye göre şekilleniyor.

Gelen soruları tek tek yanıtlıyorum ama sorular birbirine benzer olmaya başlayınca BDT'yle ilgili bir yazı yazmak istedim. Elbette birçok yazı bulunabilir web'de yapılan aramalarda, dilerseniz onlardan da faydalanabilirsiniz. Ben bu yazıdaki bilgileri Çocuk ve Ergenler İçin Bilişsel Davranışçı Terapi kitabından çocuk ve ergen tedavilerine geçmeden önceki BDT'nin anlatıldığı sayfalardan ve kendi eğitim bilgilerimden derledim.

İlgilenenlere iyi okumalar dilerken her zaman olduğu gibi sormak istediğiniz sorular ve randevu için tunabaharr@gmail.com adresine yazabilirsiniz.

(Görsel: Stephanie DeAngelis)


Bilişsel ve Davranışçı Terapiler: Kısa bir tarihçe

Kişinin yaşam deneyimleri oldukça kapsamlı bir şekilde düşünceleri ve davranışları tarafından şekilleniyor, bu durum psikoloji alanına öncülük ediyor ve bunun yanında bazı kuramcı ve pratisyenler bildiğimiz modern anlamda BDT'nin temellerini atıyorlar.  

İlk olarak akla hayvanlar üzerinde deneyler yapan ve bugün Klasik Koşullanma olarak bildiğimiz yöntemi bulan Pavlov geliyor (1927-28). Hemen ardından Watson, gözlenebilir davranışlar ve organizmanın yeni davranışları öğrenme kapasitesi hakkındaki çalışmalarıyla öğrenme kuramına katkı yapıyor (1930). Skinner, edimsel koşullanmadaki pekiştirme süreçlerinin analiziyle öğrenme kuramının kapsamını genişletiyor (1958). Daha sonraları davranış terapileri adını alacak olan çalışmalar ve öğrenme kuramlarının gelişmesi Lazarus (1971), London (1972), Yates (1975) sayesinde oluşturuluyor. Benim kısaca geçtiğim bu yıllardan ve tartışılan bulgulardan sonra kişilerde uyuma yönelik olmayan davranışların büyük ölçüde öğrenme yoluyla kazanıldığı anlayışı yerleşmeye başlıyor.

Bu süreçten bahsederken Wolpe ve Eysenck'ten bahsetmemek olmaz: Wolpe'nin 1960'lara doğru yaptığı çalışmalar psikososyal müdahalede koşullanma tekniklerinin kullanımına ilişkin en iyi bilinen erken dönemli yaklaşımlardan biridir. Karşıt koşullanma üzerine yaptığı çalışmalara dayanarak Wolpe, kişilerdeki anskiyetenin olumlu yanıtlar, gevşeme ya da seksüel uyarılma gibi farklı bir parasempatik yanıtla engellenebileceğini göstermiştir. Benzer bir şekilde Eysenck (1959), korkulan nesnelerle ya da durumlarla kademeli temas gevşeme eğitimi ile eşleştirerek fobik yanıtları kontrol altına alabildiğini göstermiştir. 

1960'larda neredeyse eş zamanlı olarak psikoterapilerde bilişleri ön plana çıkaran iki yaklaşım gelişmeye başlamıştır; Bilişsel Terapi ve Rasyonel-Emosyonel Terapi. Aslında bir psikanalist olan Aaron T. Beck tarafından geliştirilen Bilişsel Terapi, kişilerin yaşamlarındaki olayları algılama ve anlamlandırmanın terapideki anahtar nokta olduğu esasına dayanmaktadır. Beck, ilk yıllarında özellikle depresif bireylerin erken yaşam deneyimleri ve olumsuz olayları nedeniyle olumsuz bir şema veya bakış açısı ile bilgi işleme süreci geliştirdiklerini öne sürmüştür. Bu şema, bireye kendine özgü öğrenme deneyimlerini hatırlatan durumlarda aktifleşir ve kendisi, dünya ve gelecek hakkında uyuma yönelik olmayan olumsuz inançlara sahip olmasına neden olur. (Bu olumsuz inançlar topluluğu literatürde Beck'in Bilişsel Üçlüsü olarak bilinir.

Beck'in kendi kuramını ve terapisini oluşturduğu bu yıllarda Albert Ellis de Rasyonel-Duygusal Davranış Terapisi (Rasyonel-Emosyonel, Akılcı-Duygucu gibi isimler aynı anlamdadır) olarak isimlendirdiği RET'i tanıtmaya başlamıştır. RET'de danışanlar A-B-C modelini kullanarak düşünceler, duygular ve davranışlar arasındaki ilişkileri algılamayı öğrenirler. Bu modelde; olaylar veya öncüller (A, antecedents), olayın anlamıyla ilgili inancı (B, belief), işlevsiz ve katı inançlar ise sonuç (C, consequence) anlamlarına gelir. Sonrasında terapist danışana, işlevsel olmayan inançları çürütmesi veya değiştirmesi için uyuşmayan düşünce (D) serilerini kullanmayı öğretir. İnanç bir defa çürütüldüğünde, ilk inancın yerini almak için daha esnek, etkili bir düşünce (E) üretilir ve kullanılır. Model, A-B-C-D-E olur. 

Bilişsel ve Davranışçı Terapilerde Genel İlkeler

BDT'nin şemsiye bir adlandırma olduğu söyleyebiliriz. BDT, çeşitli bozukluk ve sorunları ele almayı hedefleyen içinde çeşitli terapilerin bulunduğu, farklı teknikleri, yaklaşımları ve hedef popülasyonları vurgulayan geniş bir kategoridir. (BDT'nin üçüncü nesil, üçüncü dalga, yeni dalga diye adlandırılan çeşitlerinden bazıları Metakognitif Terapi, Kabul ve Adanmışlık Terapisi, Özşefkat Terapisi, Mindfulness, Diyalektik Davranış Terapisi'dir.)

1) Danışanlar ve problemleri biliş ve davranış açısından kavramlaştırılır:

BDT'deki klinik formülasyonlar büyük ölçüde, uyuma yönelik olmayan düşünceleri ve davranışları sürdüren ve danışanda stres ve bozulmalara neden olan durumu anlamaya yöneliktir. BDT terapisti danışanın şu anda yaşadığı zorluklara katkı sağlayan düşünce ve davranışlara odaklanır. Erken yaşam deneyimleri, durumsal stresörler, biyolojik ve genetik faktörler, altta yatan inançlar ve şu anki düşünce ve davranışların etkileşimi, danışanın sahip olduğu bozukluğun nasıl geliştiğini ve devam ettiğini açıklayan bir çalışma hipotezi oluşturmada dikkate alınır.

2) BDT çoğunlukla şimdiki zamana odaklıdır:

Danışanın öyküsünü anlamak ve geçmişinin şu anki işlevselliğini nasıl etkilediğini değerlendirmek yararlı olsa da BDT'nin esas vurgusu danışan için bugün neler olduğudur. (Elbette bazı önemli istisnalar vardır.)

3) Uyuma yönelik olmayan düşünceler ve davranışların öğrenildiği varsayılır:

Her ne kadar az bir kesim tüm uyum bozucu düşünce ve davranışların talihsiz bir öğrenme geçmişinin sonucu olduğunu iddia etse de modern BDT, düşünce ve davranışların nasıl sürdürüldüğünü anlamakta yerleşmiş öğrenme ilkelerinin önemini vurgulamaktadır. 

4) BDT spesifik, açıkça belirlenmiş hedeflere odaklanır:

BDT terapisti danışanla hedefler belirler ve bu hedefler objektif ve ölçülebilir terimlerle ifade edilir. Danışan, belirlenen hedefe ulaştığını nasıl anlayacak? Düşünce ve davranışlarda hangi değişimler gerçekleşmiş olacak? 

5) BDT iş birliğini ve danışanın uzmanlığını vurgular:

BDT terapisti, danışanı kendi terapisinde aktif bir rol alması için destekler. Hem danışanın hem terapistin uzman olduğunu vurgular. Terapist uyguladığı ilke ve tekniklerde uzmanken, danışan kendisi hakkında uzmandır. Bu ortaklaşa uzmanlık başarılı bir tedavi için zorunludur. 

6) BDT yapılandırılmış ve zaman sınırlıdır:

BDT terapisti her seansı bir gündem maddesi listesi kullanarak organize etmeye çalışır. Şeffaflık ilkesinin devamlılığı kapsamında terapist, danışanı her seansın hedefleri konusunda bilgilendirir ve ona gündem maddelerine eklemek istediği yeni başlıklar ya da aktiviteler olup olmadığını sorar. BDT'nin genellikle belirtilerdeki rahatlamaya, bozukluğun remisyona girmesinin kolaylaştırılmasına, danışanın işlevselliğinin artmasına, danışanın gelecekteki bir alevlenmeyi önleme becerilerinin geliştirilmesine ve tedavinin sonlandırılmasına odaklanarak hedeflenen zamanla sınırlı kalması amaçlanır.

7) BDT danışanın gereksinimlerine özel olarak planlanmıştır:

BDT, danışanın yaşadığı zorlukları bilişsel ve davranışçı bir çerçeveyle formüle eder, bilimsel olarak desteklenen terapötik müdahalelere yüksek değer verir ve öğrenme teorisinin ilkelerine dayanır, ancak herkese uyan tek bir kalıp yaklaşım değildir. Her tedavi özgül olarak danışanın gereksinimlerine göre planlanır. 

8) BDT terapistin aktif duruşunu gerektirir:

Etkin bir antrenör saha kenarında oturup oyuncuları gözlemlemekle kalmaz, benzer şekilde etkin bir BDT terapisti de tedavide aktif, ilgili ve yönlendirici bir rol alır. Öğrenme BDT'deki anahtar noktalardan biri olduğu için terapist diğer yönelimlerden daha fazla "öğretmen/eğitmen" rolü üstlenir.

9) BDT terapi odası dışında, gerçek dünyada uygulamalar gerektirir:

BDT terapistleri danışanın günlük hayatta yaşadığı deneyimleriyle ilgili olarak terapide neler yapılabildiğiyle ilgilenir. Müdahalelerin daha belirgin hale getirilmesi için terapistin esnekliği ve yaratıcılığı gerekebilir. Danışana verilebilecek egzersizler ilk olarak terapi odasında terapist eşliğinde yapılabilir, rol oynama gibi teknikler kullanılabilir.


Yaygın Mitler ve Yanlış Bilinenler


1) BDT'de terapötik ilişki önemli değildir:

Terapötik ilişki başarılı bir tedavinin önemli unsurlarındandır. BDT terapistleri önceki maddelerde değinildiği gibi birçok ilke ve tekniği kullanırken sıcaktır, destekleyicidir, ilgilidir; gerçek bir terapötik ortam yaratmak için çabalar. Empati, onaylama ve olumlu bakış gibi terapi öğelerinin kullanımı BDT'de oldukça önemlidir. BDT terapisti danışanıyla iş birliği yapar. Bu iş birliği vurgusu yapılan birçok çalışmada olumlu sonuç verdiği için kanıtlanmıştır. BDT'nin düşünce ve davranışların değişimi için iş birlikçi deneyci yaklaşıma vurgu yapması, danışan ve terapist arasındaki bağı zayıflatmaz, aksine destekler. 

2) BDT problemin kökenini değil, belirtileri giderir:

BDT'de bozukluğun altta yatan nedeni danışan formülasyonu ve müdahale yaklaşımının önemli bir parçasıdır, ancak burada nedenden kastedilen uyuma yönelik olmayan biliş ve davranışları pekiştiren ve sürdürülmesine neden olan süreçlerdir. BDT formülasyonu müdahalelerle keşfedilebilen, daha test edilebilir hipotezlere dayanır. BDT'de süreç öngörülebilir, geçici olarak geri dönen belirtiler için danışanla birlikte bir plan oluşturulur. Tedavinin sonlandırılmasını planlarken terapist, danışana gelecekte sorunların ne şekilde ortaya çıkabileceğine, bu durumda onları nasıl yönetebileceğine ve kayma ile nüksün arasındaki farkı nasıl anlayabileceğine dair bilgiler vererek yardımcı olur. 

3) BDT terapistin yaratıcılığını ve esnekliğini sınırlar:

BDT'ye aşina olmayan kişiler arasındaki en yaygın yanlış düşünce, bu tekniğin kullanımının terapistin danışanıyla yaptığı seansta spontane, özgün ve yaratıcı olabilmesini kısıtladığıdır. Aslında etkin bir BDT, terapistin seans gündemini BDT prensiplerine göre danışanın gerçek hayatına geçirebilmesini sağlayabilme yeteğine bağlıdır. 

BDT canlı, aksiyon dolu bir terapidir. Tıpkı, öğrencilerinin deneyimlerinden yararlanarak çeşitli aktivitelerle ve eğlenceli metaforlarla öğrencilerinin ilgisini çekebilen iyi bir öğretmen gibi, BDT terapisti de benzer bir şeyi yapar. BDT yeni davranışları ve değişen düşünceleri açıklamak için yaratıcı yaklaşımların kullanılmasını vurgular.


Sonuç olarak...

BDT, dünyada en yaygın uygulanan ve kapsamlı olarak incelenebilen psikososyal tedavilerden birini oluşturmak üzere, Bilişsel Terapi ve Davranışsal Öğrenme İlkeleri olarak iki farklı yöntemden evrilmiştir. BDT, uyuma yönelik olmayan bilişleri ve davranışları, aynı zamanda bunların duygular üzerinde etkisini yönetmek için kendine yeni teknikler ekleyerek evrilmektedir. Araştırma ortamlarından hastaneler, klinikler ve okullardaki pratiğe taşmaktadır. Sayısız bozukluğu ele alabilmesi, bozulma ve sıkıntıların azaltılabilmesi, günlük hayata uyarlanabilmesi ve kişinin işlevselliğinin arttırılabilmesi için zengin teknikler sunmaya devam edecektir.


Sevgiler,

Tuna